Nurların Nuru ( Sallalahû Aleyhi ve Sellem) 3

Bekleniyordu; Hz Ademden bu yana her gelen Ondan (sav) bahsetmiş, geleceğini müjdelemişlerdi. Gelmesi yakınlaştıkça, O’na (sav) hasret de artmiş ve gelmesi için, gitmesi gerekenler acele etmişler,  gitmek için. Otuz üçünde yürümüştü ruhunun ufkuna Hz İsa (as). Ayrılırken de şöyle diyordu Havarilerine: Dostlarım “Ben gidiyorum, tâ size Faraklit gelsin.” Yani, Ahmed gelsin.(Halebi,es-Sîretü’l-Halebiye, 1:352) Kur’an ise, şöyle resmediyor bu bekleyişi:  “Vakti geldi, Meryem’in oğlu Îsâ da: “Ey İsrail oğulları! dedi, “Ben size Allah’ın Resûlüyüm. Benden önceki Tevrat’ı tasdik etmek, benden sonra gelip ismi “Ahmed” olacak bir resulü müjdelemek üzere gönderildim. Ne zaman ki o peygamber, açık açık delillerle kendilerine geldi: “Bu, kesin bir büyüden ibarettir!” dediler.” (Saff 6 )
     
‘Tubba meliki  Efendimiz (sav)’den ikiyüz sene önce yaşamış, önceleri Medine’yi yıkmak için gelen bu zat, bazı hakikatlere vakıf olunca tek başına Medine’ye gelmiş ve bir ev inşa etmiştir. Onun bu halini soranlara ise:
– Ben, kadim kitaplarda gördüm ki, çok geçmeden Faran dağlarının arasından bir Nebi zuhür edecek ve bu peygambere Mekke, kapılarını açıp sahip çıkmadığı gibi, bir de çok haşin davranacak. O peygamber, çok geçmeden bu beldeyi terk et­mek zorunda kalacak. Sonrasında ise, buraya, Medine’ye hic­ret edecek.

İşte ben, o Nebi, hicretle buraya geldiğinde, içinde kalsın diye, bugünden O’nun evini inşa ediyorum (Efendimiz, Cilt 1) diyecektir.
Kahinler O’ndan, O’nun (sav) özelliklerinden bahsediyorlardı. Şam  taraflarında Satih, Yemen taraflarında da Şıkk isminde iki kahin vardı. Bu iki kahinin vücut yapıları da bir garipti. Satih’in vü­cudu adeta yekpare idi; yüzü, göğsüne yapışık gibiydi. Hatta denilebilir ki, kemiksiz bir bedene sahipti. Zaten ismini de bu­radan alıyordu. Öfkelenip kızdığı zaman, oturduğu yerde şi­şip kalıyor ve bir daha da hareket edemiyordu. Şıkk’a gelince, onun da vücudunda bir gariplik vardı ve o da, sanki yarım bir insan gibi duruyordu. Şık yarım demekti zaten. Bir eli, bir gözü, bir kolu ve bir kulağı yoktu. Rab’la İbn Nasr adındaki melik bir rüya görmüş ve rüyasını te’vil edecek birilerini arıyorlardı. Kendisine Satih ve Şıkk’ı tavsiye ettiler. Oda çağırdı hemen onları huzuruna. Önce Satih gelmişti. Ona; eğer rüyamı bilirsen te’vilinide yapabilirsin dedi. Kendinden emindi Satih ve şöyle anlattı rüyasını:
– Zifiri bir karanlık içinden siyah bir cismin çıktığını gör­dün riiyanda. Daha sonra bu cisim, Tehme denilen yere doğru gitti. Sonra da, kafatası olan her bir canlı ondan yemeye baş­ladı.
Melik şaşırmıştı.
– Evet … Evet, ey Satıh! Hiç hatasız, aynen anlattığın gi­biydi rüyam. Peki, sence bunun tevili nedir?
– Ey melik senin topraklarına önce Habeşliler sonra, Zi Yezenler sonra İbni Malikoğullarından Nebiyy-i Zeki hakim olacak. O’na yücelerden vahiy gelecek ve meliklik kıyamete kadar O’nun kavminde kalacak.
– Evet, o gün ilkler ve sonradan gelenler bir araya getirilecek. Sağduyulu ve mes’ud yaşayanlar, yükseklere çıkarken eşkıyalık yapanlar ayaklar altında ve zelil olacaklar.
Satıh’le aralannda geçen bu konuşmalann ardından, çok geçmeden melikin huzuruna Şıkk da gelmişti. Bu sefer melik, Şıkk’a döndü ve Satıh’in anlattıklanndan hiç bahsetmeden olayı bir de Şıkk’tan dinlemeyi denedi. Maksadı, birbirlerinden bağım­sız olarak aynı yorumu yapıp yapamayacaklanm test etmekti. Şıkk’ta hemen hemen aynı şeyleri anlatmıştı.
Gaybı yalnız Allah bilir. Varlıkların gayb bilgisi Allah’ın bildirdiği nisbettedir. Allah ariflere ilham eder; onlar da sair kişilere gaib olan şeyleri bilebilirler. Allah’ın razı olduğu kullardır arifler ve onlar esma-i ilahiye mazhardırlar. Marz-ı ilâhinin mazharları ise, sıfatların muhatabı olurlar. Gayb ikiye ayrılır mutlak ve mukayyed diye. Mutlak gayb sadece Allah’ın bildiği şeylerdir. Muğayyebat-ı hamse gibi. Mukayyed gayb ise birilerine gizli, başka birilerine açık olabilen gizlerdir. Kahinler, cinlerle haber verirler. Cinler, bize gayb olan bazı şeyleri bilebilirler veya bize gayb olan onlara zahir olabilir.
Hatifler bile Efendimizin gelişi yaklaştıkça kendi aralarında O’ndan bahisler açıp durur olmuşlardı. Hatif; şahsı görülmeyen ama sesi işitilen cinlere verilen isimdir. Peygamberimizin (asm) doğumundan önce ve kendisine peygamberlik verilmeden evvel, hatif denilen cinlerden Peygamberimizin (asm) gelişini müjdeleyenler olmuştur. Bu konuda pek çok sahih rivayet, siyer ve hadis kitaplarında yer almaktadır. Mesela Zeyyab ibn-ül Haris’e, bir hatif şöyle seslenmiştir:
“Ey Zeyâb, ey Zeyâb! Acaibin en acibine kulak ver: Muhammed kitapla gönderildi; Mekke ahalisini çağırıyor, ama onu dinlemiyorlar.”
Yine aynı şekilde bir başka hatif de, Samia İbn-i Karret-il-Gatafaniye şöyle seslenmiş ve duyanların imana gelmelerine vesile olmuştur:
“Hak geldi, nur saçtı. Bâtıl ise, mahvoldu, kökü kazındı.”

Devrin bilginleride, büyük kurtarıcının geleceği vakti intizar ediyor ve O’nun hasretini çekiyorlardı. Onların en meşhurlarından biri, Varaka İbni Nevfel idi. Hz. Hatice annemizin amcasınınoğlu olan Va­raka İbni Nevfel. Arkadaşı olan Zeyd ibni Amr ile konuşuyor ve tartışıyorlardı; insanların putlara nasıl taptıklarını anlayamaz, Hz İbrahim’in dininden uzaklaşmalarına hayret ederlerdi. Bu ufukla Varaka Şam’a hicret etmiş, orada hristiyanlığı öğrenmiş, yahudilikle ilgili malumat sahibi olmuş ve Mekke’ye dönmüştü. Yeğeni Hatice ile konuşuyor ve O’na “Alemin Reis’inin” yakında zuhur edeceğini, kendisi hayatta olursa O’na tabi olacağını söylüyordu. Ama maalesef vakti yetmedi ömrü ve O ışık aydınlatmadan alemi, göçtü ebedi yurduna, gözleri yollarda. Zeyd ibni Amir’de bekleyenlerdendi. Said bin Zeyd’in babası, Zeynep binti Cahş’ın ağabeyi, Hz Ömer efendimizin de amcasıydı. Kureyş’e uzun konuşmalar yapıyor ve onları tevhide davet ediyordu. İçinde oluşan boşlukları doldurmak için ara ara yolculuklara da çıkıyorlardı. Yine bir defasında Mevsıl’deki bir rahibin yanına gelmişlerdi. Rahip, Zeyd’e Nereden gelip, nereye gittklerini ve ne aradıklarını sorduğunda, Zeyd Rahibe şöyle demişti;

– İbrahim’in inşa ettiği binanın olduğu yerden geldiğini ve inancını yaşayabileceği güzel bir yer ve sağlam bir din aradığını ifade etti.

Rahip, şaşkınlık içindeydi. Gerçekten din arayanların gözlerini diktikleri beldeden birileri geliyor ve buralarda baş­ka bir din arıyorlardı. Rahip Zeyd’ e yönelerek:
– Geri dön. Zira, beklediğin, senin geldiğin yerde zûhûr etmek üzere deyiverdi. (Efendimiz)
      Din adamlarıda bekleyenler arasında idi. Zira ne Hristiyanlık ne Yahudilik nede Haniflik saffetini koruyamamış ve insanlık ruhen boşluk yaşıyordu. Efendimiz (sav) ve amcası Ebu Talib Şam tarafına bir kervan çıkarmışlardı. Kervan Kudüs’le Şam arasında bulunan Busrâ denilen şehrin yakınlarına geldiklerinde, yeniden mola ver­miş ve dinlenmeye durmuşlardı. Burası rahip Bahira’nın memleketiydi. Bahira küçük denizcik demekti. Busra’nın etrafındaki derelerin suyunu, insanların su ihtiyacını karşılamak için, kanallarla şehre taşımış ve şehrin kenarında küçük bir göl oluşturmuştu. Bundan dolayı O’nu bu adla çağırıyorlardı. Rahip Bahira bu sırada bir toplantıya ev sahipliği yapıyordu. Bir ara gözü pencereden bir buluta takıldı. Bir şeyleri takip ediyordu sanki. Bakınca bulutun  altında ki kervanı gördü. Hemen bir sofra hazırlatıp kervandakileri davet etti yemeğe. Heyecanlıydı, aradığı hazineyi yakalamış gibi hissediyordu. Herkes gelince yemeğe buluta tekrar kaydı gözleri. Yerinde duruyordu bulut. “Başka kimse var mı?” diye sordu. “Küçük bir çocuk var” dediler. Develerimize bekçilik yapan. Onun da gelmesini istedi. O (sav) yürüdü mabede doğru, bulutta yürüdü onunla. Bahira bulmuştu aradığını. Baktı yüzüne hasretle, doya doya. Sordu sonra bir çok şeyi. Suhuletle aldı cevaplarını. Sonra hafifçe sırtına dokundu masumun. Nübüvvet mührünü arıyordu. Onuda bulunca iki küreği arasında, teleşa düştü bu defa. Sessizce Ebu Talib’in kulağına eğildi ve;  Kardeşinin oğluyla sen, geldiğiniz yere, memleketinize geri dönün. Bu çocuk konusunda, buradaki hasetkar din bil­ginlerine karşı dikkatli ol. Allah’a yemin olsun ki, şayet benim gördüklerimi onlar da görür ve sıfatlanndan O’nu tanırlarsa, bu delikanlıya bir kötülük yaparlar. Çünkü senin kardeşinin bu oğlu için, dünya çapında büyük bir hadise olacak. Geldiği­niz yere dönmekte acele edip süratli davranmaya bak. (Efendimiz)

Evet, binlerce milyonlarca evet, evet. O (sav) bekleniyordu. Tür Dağı’nda Musa ile, Kenan ilinde Yusuf ile Yakub ile bekleniyordu. Denizlerde mahilerce, yeryüzünde ahularca, mağarada yılanlarca, bekleniyordu. Alimlerin dilinde şairlerin şiirinde, ariflerin gönlünde O vardı ve bekleniyordu. Bekleyenlerini daha fazla bekletmeyip geldi o gül yüzlü Sultan ve hep içimizde kalsın inşaallah.

Write a comment

1 Comment

  1. mustafa eren January 22, 07:19

    ALLAH RAZI INSAALLAH OLSUN SIZLERDEN BU BILGILER ICIN ,,,

Only registered users can comment.