Hak davanın muzır manileri
Namaz kılan her mü’min günde kırk defa, “Ya Rabbi bizi sırat-ı müstakime kavuştur” diye dua eder. Onun dışında yine hemen herkes doğru, güzel bir yaşamının olmasını ister muhakkak ki. Yalnız, doğru yolu bulmak bir dertse, doğru yolda kalmak bin dert olur. Dert demem, elde edilmesi ve muhafazasının bir cehd ve gayret gerektirir olmasından. Doğruyu bulmak elbette bir cehd ve gayret gerektirir. Evvela doğru bilgi lazımdır. Doğru metod, doğru temsil, doğru bilgiyi analiz edecek selim akıl, bozulmamış bir vicdana ihtiyaç vardır hem. Sonra meyelan olmalı insanda, halis niyet, güzel bir nazarla birlikte.
Doğru ve güzele ulaştıktan sonra onu koruyup kollamakta ayrı bir gayret gerektirir. Çünkü bu defa, insanla doğru ve güzelin arasına girmek isteyen nice muzır maniler baş gösterir her köşe başında. Üstadımız hazretleri, altı hücüm eden düşman olarak şöyle sıralar bunları; hubb-u cah, korku, tamâ, ırkçılık, benlik ve tenperverlik. Belki bugün bunlara ilave edilecek, şehvet arzusu, menfaatcilik, makam arzusu vb gibi hastalıklar da ilave edilebilinir.
Hasılı insan, doğru yolu arıyor ve istiyorsa epey emek sarfetme durumunda olacaktır. Her kes gibi Anadolu insanı da, âhir zaman çirkefi içerisinde, iyiye – güzele ve doğruya doğru bir meyil içerisinde idi ve arıyordu nice zamandır. Bu arama içerisinde çoğu zaman “sinekleri kartal; elsiz, ayaksız kötürümleri İskender diye alkışlamış” olsada, “karşılaştığı minare kametliler, parmak kadar düşünceye, bir mum tutuşturacak kadar iradeye sahip” olmasalar da aramalarından vaz geçmemişlerdi. Sonunda aradığına kavuştu bizim insanımızda. Hasretini çektikleri solukları, cami minberinden seslenirken buldular. Bu bir vuslattı, muştuydu. Gözyaşlarıyla karşıladılar onu, çoğu kez karşılıklı ağladılar kubbelerin altında.
O, üç asırlık sessizlik ve suskunluğun ardından şöyle diyordu; “Açın herkese, açabildiğiniz kadar sinelerinizi; ummanlar gibi olsun!
İnançla gerilin ve insana sevgi duyun; kalmasın alâka duymadığınız ve el uzatmadığınız bir mahzun gönül!..”
Bu bir hedefti, kızıl elma bu olmalıydı, yoksa sevda mı denmeliydi buna, dava mıydı bunun adı? Yürüdü Anadolu insanı, şeddi rihâl etti dünyanın dört bir bucağına, davasına bir ad koymadan ve düşünmeden ve bu destanın adını kim koyacak diye. Biz yürümemize bakalım da adını kim koyursa koysun dercesine. Şefkatten, merhametten mahrum milyonlarca insana sineler açıldı. Açılan sinelerde sevgi ile buluşan milyonlar, geleceğin sevgi dünyasını kurmanın düşlerini kurmaya başladılar. El ele tutuşmanın, göz göze gelmenin, karşılıklı konuşabilmenin sihri, büyüledi bütün dünyayı. Siyah nefretle baktığı beyaza kardeşim demeye, çekik gözlü sarı ırkla kucaklaşmaya, farklı din ve kültürler biribirilerini zenginlik olarak kabul etmeye başladı.
Ara ara tam bahar mevsimi gelecek diye umarken, şubat soğukları, haziran fırtınaları esmeye başladı. Kavurucu sıcağında, zemheri soğuğununda tek derdi vardı; gökkuşağı renklerini soldurmak. Anadolu’nun yiğit insanları, yetişmeleri için alın teri döktükleri çiçeklerini, korumanın derdine düştüler her defasında. Seralar kurdular muhkem, bentler attılar metin mi metin ve her defasında inayetine sığındılar Yaradanın. Allah’ın inayet ve lütfuyla aşıldı talihsiz manialar her defasında bir bir. Gözü yaşlı Hocaları kürsüsünden hep seslendi onlara ve “davranın ki, elinizdeki ışığın ışık ordusuna karışıp, karanlıkları aydınlatmasına az kaldı” diye. Üç yüz yıllık tahribin tamiri kolay olmayacaktı. Geçen asırların temsilcileri arkada biribirilerine kin, nefret, düşmanlıkla bakan koca bir nesil ve tarumar edilmiş, şirazesi kopmuş, nefret ve zulüm üreten kurumlar bırakmıştı. Bir kaç nesil alacaktı bu tadil ve tamir ameliyesi.
Ama olsun du; “binbir ümit tomurcuğu yetişmişti” elhamdülillah ve “binbir ümit tomurcuğu da yetişmek için toprağa düşecek cemreyi” bekliyorlardı ya, ha bir gayret daha demeye değmez miydi bütün bunlar?
Ha bir gayret daha dedi Anadolu insanı. Sesine ses verenler de oluyordu artık dünyanın her bir köşesinden. Renkleri, şekilleri, kültürleri ayrı milyonlar, Türkçe konuşuyor ve Türkçe düşünüyorlardı. Bu defa Hocaları Bamtelinden konuşuyor ve bamtellerine dokunuyordu. Maalesef çok sürmedi, yeni bir imtihan daha gösterdi yüzünü. Hangi hikmete mebni bilinmez ama bu defa ki, her zamankilerden daha acımasız ve zalimane idi. Hem dost bildiklerinden, bağırlarına bastıklarından aldılar darbeyi. Hikmetinden sual etmediler, sadece anlamaya çalıştılar hikmet-i ilahiyi. Hak etmeyenleri aşırı sevmeleri olabilir miydi, yada siyasetin cazibesine kapılanlar mı olmuştu? Dert ve sıkıntıntılarının sebebi ne olabilirdi? Acaba üç yüz dokuz senenin sonunda gelen doğum sancısımıydı yaşanan acılar. Her şeyin en doğrusunu Allah bilirdi ve takdir buyururdu nihayetinde.
İftiraların ardı arkası kesilmedi aylarca. Haşhaşin denildi, karanlık güçlerle el ele verip, ülkeyi yıkmaya çalışan örgüt dendi. İçimi en çok yakan ifade de bu olmuştu. Ülkeleri için yarından, yaranından vaz geçen insanları, karanlık örgütlerle kolkola göstermek nasıl bir iftira Allah aşkına. Daha nice kem talih sözler ve binlerce insanı yerinden yuvasından etmeler. Bu kadar zalim nasıl olur diye düşünmeden de edemedi Anadolu insanı. Bunların soluduğu hava nerenin havası, hangi tohumun semeresi bunlar, zira ağu ağacı, bu toprağa ait bir ağaç değildi.
Bu arada Bamtelide susmuştu. Yürekleri, gönülleri oradan gelecek bir tınıya bile hasretti ama bunda da vardır bir hikmet dedi ve gömdüler hasretlerini yüreklerine. Onlar dua, istiğfar ve münacaatla bu bela ve musibetin def’ini niyaz ediyorlar Yaradandan. Bu güne kadar hiç yalnız bırakmayandan, inayetini her daim üzerlerinde hissettiklerinden. Vifak ve ittifak içerisinde, halisane bir bekleme onların ki. Bekleme derken yanlış anlaşılmasın, onların beklemesinin adı; aktif bekleme. Dünyada yapılacak çoook işin var olduğunun bilinciyle ve daha çok ulaşılacak gönülün beklediği inancıyla kapıların tokmağına vurarak bekleme. Selefleriden miras kalan değerleri, mazinin bahçelerine serpmeye devam.
Sonrası mı? Sonrası; “Vallahu Azizün zun’tikam.”
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment