Bir üveyik daha uçtu ruhun ufkuna
İlk defa Paşa dayının evinde bir hasbihalde tanıdım Mehmet Uslu amcayı. Beraber oturup ders yapalım, müzakere edelim demişlerdi. Üstadı görmüş ona talebe olmuş, Hocaefendiye yol arkadaşlığı yapmış bu abide şahsiyet benim yapmaya çalıştığım derste huzurla oturmuş can kulağıyla beni dinliyordu. İlk orada görmüştüm, orada vurulmuştum kendisine. Ben harfleri heceleyen bir çırak, Onlar harflerle abideler inşa eden ustalardı ma yinede ilk defa duyuyor gibi oturmaları ve dinlemeleriydi beni onlara vurgun eden.
Ben yoktu Uslu Amca’da. Ben bilirim, yaparım, ederim, eylerim duymadım onda. Yola ilk çıkanlardan olmuş, ama hiç iddiası olmamıştı. Hocaefendiye en zor günlerinde yol arkadaşlığı yapmıştı da, bundan dolayı fahirlenmenin emaresini bile bulamazdınız. Bütün dünyaya sevgi ve hoşgörü tohumlarının atıldığı çekirdeğin oluşumunda, malıyla canıyla hami olmuştu, ama hiç bir iddiası yoktu. Hep tevazu içinde yaşadı ama vakurca, hep koşan oldu ama hiç görünmedi, dinlemeyi konuşmaya tercih etti hep. Ve öylece göçtü bu gurbet diyarından, vuslat için dostlarına.
Cuma günleri Hisar Camii’sinin yakınındaki mütevazi bürosunda ziyaret ederdim Cuma namazı öncesi. Konuşmayı çok sevmezdi de; soru sorunca kırmamak için konuşurdu gönlünce. Orada dinledim sevgi binasının ilk harcının nasıl karıldığını, tuğlalarının üst üste bina edildiğini. Büyük ustanın inşaatın temeliyle nasıl ilgilendiğini. Temelin sağlam olması için ne kadar uğraştığını. İlk sakinlerini de O’ndan dinledim yaman binanın. Onların çalışmalarını, gayretlerini hep o bereketli cuma sohbetlerinde duydum. İnşaat devam ederken çekilen sıkıntıları fısıldadı bir başkası. Büyük ustanın ne kadar üzüldüğünü anlattı bir keresinde diğer bir dostu. Bunun üzerine Mehmet Uslu amcanın bütün varını nasıl harcadığını, böylelikle de inşaatın bitirildiğini.
Bir sonbahar mevsiminde, aniden bastıran Eylül soğuğundan dostunu korumak için, evini günlerce O’na nasıl yuva yaptığını, sonrasında da arabasıyla aylarca şehir şehir dolaştıklarını da yine kendisinden dinlemiştim gözyaşları içerisinde. Yolculuklarını, yaşadıklarını, çektikleri sıkıntıları, milletin derdi için yanıp kavrulmalarını, için için anlatmıştı ibret alalım diye.
Onlar bizim ilklerimiz, mayamız bizim. Büyüklerimiz, bereketimiz di onlar. Her birisi yürüyen abidelerimiz, kutup yıldızımız. Gidenler yüreğimizden bir parça alarak gidiyorlar. Gitmek kader olmasa, kavuşmak için ayrılmak şart koşulmamış olsa, ne olur gitmeyin diyeceğim onlara. Şarkıda da denildiği gibi “ya sen de gitme, ya beni de götür”.
Onlarla oturmak, konuşmak huzur verirdi, rahatlatırdı cennet gibi. Çevrelerinde cennet kokusu duyulurdu. İnşaallah Rabbim ötede Cennetine, Cemaline, Rızasına nail eder öncülerimizi.
Bize düşen ne onları nede onların yollarını ve yol adaplarını unutmamak olmalı herhalde. Hacı Ata unutulmamalı, yad edilmeli Naci abi, Mahmut abi, Mehmet Uslu amca ve daha önce ebedi yurda hicret edenler. Mehmet Özyurt abi, Memduh abi, tuzcu Cahit abi ve diğerleri. Hem gurbet yurdunda vuslata eren Adem Abi’lerimiz gibi.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment