Dünya nimetleri
İki yazım oldu dünya nimetlerinden istifade ile alakalı.
Her iki yazıda dengeyi, istikameti, kendini benim gibi sıradan Müslüman sayan insanlar için olması gerekeni anlatmaya çalıştım. Bazıları, etrafında gördükleri, meşru ve helal dairedeki nimetler dahil dünyayı bütün bütün terk ederek ukbaya yönelen sıra dışı örnekleri, devâsâ şahsiyetleri ismen söyleyerek “bunlara ne diyorsunuz” diyor? Cevabımı yazının sonunda bir cümle ile vereceğim.
Madem konu farklı bir mecraya kaydı, ben de devam edip okuyucumuzun sıraladığı silsileye katkıda bulunmak için bir misal vereyim: Hocaefendi. Gerçi geçen haftaki yazımda isim vermeden kaydetmiştim ama şimdi açıktan yazıyorum. Kendisi kesinlikle rahatsız olacaktır bunu yazdığım için ama tarihe mal olması açısından hata dahi olsa böyle bir hatayı şuurlu olarak yapıyorum.
Çok dar bir dairede, üç-beş kişinin bulunduğu bir mabeyn ortamında anlattı. “Defalarca anlatmışımdır” diye söze başladı çoğu zaman yaptığı gibi.
Nezaketinin, tevazusunun ürünü bu sözler bana göre. “Çok eski yıllarda İzmir’de, şimdi merhum birisi ile kalıyorduk. Evin balkonu denize nâzırdı. Bir gün ben de çıktım balkona. Güzel bir manzara. İçimde birden dünyaya karşı farklı bir his oluştu. Hemen içeri girdim ve…” Burada kesiyor ve gelecek cümleye dikkat kesilmenizi istiyorum. Çünkü o cümlede Hocaefendi belki de farkında olmadan yukarıda ifade edilen o sıra dışı kimliğini, durduğu yeri, pozisyonunu ele veriyor. “…..yemin ederim, o evden ayrılıncaya kadar bir daha hiç balkona çıkmadım.”
Benim ve benim gibiler için günlük hayatın bir parçası sayılabilecek bu kadar sıradan bir davranışa Hocaefendi ve onun kuşağında yaşayan insanların bakışı işte budur. Hemen hatırlatayım; burada bize düşen bu farklı kuşağın insanlarını tenkit etmek değil; aksine önlerinde saygı ile eğilmek ve takatımız ölçüsünde onları model alıp onlar gibi olmaya çalışmaktır.
Devamında “insan” dedi Hocaefendi bu davranışına izah getirirken “bazen dünya nimetleri karşısında büyülenir ve keşke ölmesem der. Yok mu şu ölüme bir çare der.” Ben izah sadedinde ilave edeyim, demese bile içinden geçirir. Pekala niçin? Ne var bunun temelinde? İman ettiği halde bir mümin bunu nasıl der, nasıl düşünür? Cevabını Hocaefendi veriyor: “Dünya nimetlerine karşı zaaftır bu ve bu zaaf yaşam arzusunu tetikler. Halbuki Efendimiz (sas) şöyle buyuruyor: “Dünya benim neyime? Dünyada ben, bir ağaç altında gölgelenen, sonra da onu terk edip giden bir yolcu gibiyim.”
Şinasi der ki: “Ehl-i basiretsen hüner arzetme nâdâna; Anadan doğma âmâlar değildir vakıf elvâna.” Bu mevzuda sizleri bilmem ama ben sanırım anadan doğma âmâyım. Onlarla aynı inancı, aynı dili, aynı kültürü, aynı medeniyeti ve aynı zamanı paylaşsam da idrak ufkum onları ne anlamaya ne de anlatmaya yetiyor.
Ne güzel anlatır hâl-i pür melâlimizi Niyazı Mısri:
“Nâdânı terk etmeden, yârânı arzularsın
Hayvanı sen geçmeden insanı arzularsın.
Men arefe nefsehu kad arefe rabbehu
Nefsini sen bilmeden Sübhan’ı arzularsın.
Sen bu evin kapusun henüz bulup açmadan
İçindeki kenz-i bî-pâyânı arzularsın.
Taşra üfürmek ile yalınlanır mı ocak
Yönün Hakk’a dönmeden ihsanı arzularsın.
Dağlar gibi kuşatmış benlik günahı seni
Günahını bilmeden gufranı arzularsın.
Sen şarabı içmeden serhoş-u mest olmadan
Nicesi Hak emrine fermanı arzularsın.
Cevzin yeşil kabuğunu yemekle tad bulunmaz
Zâhir ile ey fakih Kur’an’ı arzularsın.
Gurbetliğe düşmeden mihnete satışmadan
Kebap olup pişmeden püryanı arzularsın.
Yabandasın evin yok, bir yanmış ocağın yok
Issız dağın başında mihmanı arzularsın.
Ben bağ ile bostanı gezdim hıyar bulmadım
Sen söğüt ağacından rummanı arzularsın.
Başsız kabak gibi bir tekerleme söz ile
Yunusleyin Niyazi irfanı arzularsın.”
Okurumuzun bunlara ne diyorsunuz sorusuna cevabım şu: Ne diyebilirim ki?
Ellerinden öperim; kapılarında bir ömür boyu hizmetçi olmayı şeref bilirim; ahirette şefaatlerini talep ederim.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment