AKP iktidarı ne kattı dindarlığımıza?

30 Mart seçim sonuçlarında ilk dikkati çeken değerlendirmeyi Osman Özsoy yapmıştı yanılmıyorsam.

Mealen şunu diyordu: Eğer seçimi AKP kaybetseydi, Cemaat bütün dünyada istediğinde hükümeti deviren bir güç olarak nitelendirilecek ve bu kabul yurt dışı hizmetlerine yansıyacaktı. Algıları olgu yerine koyan ve kabullenen bakış açısının söylettiği doğru bir değerlendirme bu. Ama aynı zamanda yanlış; çünkü 17 Aralık’tan bu yana geçen ve her gün ortaya saçılan delillerle daha da pekişen kanaate göre ortada bir AKP-Cemaat kavgası yok; aksine AKP’nin AK Parti döneminde idealleştirdiği ve buna ulaşmak için de birçok müspet adımlar attığı devlet anlayışı ile kavgası var. Ya da sivil vesayeti merkeze alan devletleşmesi, parti devleti, tek adam devleti olması söz konusu.

30 Mart’tan bugüne 8 ay geçti. Bu 8 ayda yaşananları da nazara alarak Osman Bey’in görüşlerine ilave olabilecek bir başka değerlendirmede bulunmak istiyorum. Geçenlerde Hatip Dicle 7 Ekim şiddet sarmalı içinde karşımıza çıkan Kobani protestolarını değerlendirirken sokaklardaki yakma-yıkma-çalma şeklinde kendini gösteren hadiselerin faillerine “serseri gençlik” lakabını takıyor. 90’lı yılları yaşayan birisi olarak bir manada tasvip etmediği bu hadiselere o gençliğin kendisi gibi bakamayacağını ve gençlik hissiyatı ile birikmiş öfkelerin bu şekilde tezahür edebileceğinin de altını çiziyor. Bunun manası; devamı var, olabilir, önleyemeyebiliriz demek. Asayiş, birlik ve bütünlük adına oldukça tehlikeli bir vaziyet sizin anlayacağınız.

Bu yaklaşım bizim canipte kendini nasıl gösteriyor diye düşündürdü beni. Özellikle iktidar nimetlerinden faydalanan “muhafazakâr-dindar” kitle ve onların çocukları-gençleri arasında nasıl bir şahsiyet şekillenmesi söz konusu? “Dindar nesiller” söyleminin sahiplerinin çocuklarına bakalım mesela. Gerçekten dindarlık dendiği zaman akla ilk gelen bütün hususiyetleri üzerinde taşıyan, namazı-niyazı, insanlardan bir insan olması, hak ve hukuka riayeti, meydanlarda söylendiği gibi ‘Yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevmesi” ile cümle âleme örnek olacak kıvamda mı bu çocuklar? Öyle ya “dindar neslin” ilk örneklerini onlar teşkil etmeli değil mi? Efendimiz de (sas) risalet vazifesine Allah’ın emrine muvafık olarak en yakınlarından başlamamış mı?

Özeleştiri diyorlar, buyrun size özeleştiri; sadece iktidar ve iktidar yandaşları değil iktidarın düşman ilan ettiği Cemaat’in bütün fertleri de dahil bu dediklerime. Hatta kabul ederlerse, başka bir cemaate aidiyeti olan veya hiçbir cemaatle, tarikatla bağlantısı olmayan bütün Müslümanlar için geçerli bu söylediklerim. Ne verdi bize AKP iktidarı bu bağlamda? Dinî değerlerimize daha mı çok bağlandık yoksa refahın, ferahın ve rahatlığın kulu-kölesi mi olduk? Kur’an ve sünnetin talimiyle tevazuyu merkeze alan iktisadî, sosyal ve kültürel yaşam standartları lüks ile yer mi değiştirdi? Artık klişe haline gelmiş deyimlerle ifade edecek olursak AVM’ler, villalar, yatlar, konutlar, rezidanslar, cipler, iPhone’lar ile farklı bir dünyada mı yaşıyoruz? Hani Allah ile münasebetteki derinlik? Nerede gece teheccüde kalkma telaşeleri? Ne oldu bizim pazartesi-perşembe oruçlarına? Yana-yakıla yaptığımız dualar nereye gitti? Daha uzatabilirim…

Evet, bu süreç belki sokakları yakıp yıkacak ölçüde “serseri bir gençlik” türetmedi ama hakiki Müslümanlığa giden yolda kültür Müslümanlığı üzerine koyduğumuz birçok değeri bizden aldı götürdü. Yukarıda ‘daha uzatabilirim’ diye bitirdiğim sorular bunun göstergesi.

Daha birkaç gün önce yaptığımız bir konuşmayı aktarayım. Bir arkadaşım geldi beni ziyarete. Ankara’dan bir münasebetle gelmişler buraya. Sordum “Ne var ne yok?” diye. Verdiği cevap şu oldu: “Ağabey! İyi ki bu süreç oldu. Dua etmesini öğrendik.” Üzerinde durup düşünülecek çok derin bir cevap bu. Dua etmesini bilmiyor muyduk biz? Şimdiki dualarımıza bakınca demek ki bilmiyormuşuz? İhtimal dua ve duanın asıl Sahibine teveccühte dün ile bugün arasında fark var, ona bu sözü söyletiyor.

Pekala bu farkın kaynağı ne? Halk tabiriyle söyleyemeyeceğim; Cemaat’in dayak yemesi. Hem de kendilerini dindar diye nitelendiren, hukuk ve adaleti 77 milyon insana yayma vazifesini siyaset yoluyla deruhte eden kesim tarafından.

Benzeri tespitleri yakın dirsek temasında bulunduğum çevremde ben de gördüm. Düne nispetle bugün çok daha farklı insanların Allah ile olan münasebetleri. Düşünceleri daha derin. Bakışları daha ulvi. Gözyaşları her zaman ceyhûn misal akmasa da gözyaşı pınarları her daim ıslak. Karşılıklı dayanışma, birbirine göz-kulak olma, dertlinin derdine koşma tam da İslam’ın emrettiği çizgiye uygun. Hem dünya hem de ukba adına bu kazanımları görünce insan iyi ki düşman edilmişiz diyesi geliyor.

Ama bu doğru zamanda doğru yerde duranların ancak söyleyebileceği bir şey. Üzüldüğümüz tek şey; bu sürece dindar daha doğrusu dindarlığı farklı tanımlayan ve dindar gözüken insanların sebebiyet vermesi. Heyhat. Elden ne gelir?

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.