‘Yav he he’ diplomasisi
İki hafta önce IŞİD’e karşı ‘stratejimiz henüz yok’ diyerek hem Amerika’yı hem dünyadaki müttefiklerini kaygılandıran ABD Başkanı Barack Obama için Galler’deki NATO zirvesi liderliğine güven tazeleme fırsatıydı. Ve o fırsatı iyi değerlendirdi. Avrupalıları etrafında kenetleyen Obama, eve moralli döndü. Şimdiye dek Rusya’yla ve IŞİD’le mücadele konusunda elini taşın altına koymaya fazla yanaşmayan Avrupalılar, yeni taahhütler altına imza attılar.
Bir zirveyle bahar olmaz tabii ki. NATO ittifakını bekleyen çok ciddi sınamalar var. Ancak Soğuk Savaş’ın bitiminden bu yana kimlik krizine giren organizasyon üzerindeki ölü toprağını yavaş yavaş atıyor sanki. Özellikle Rusya’nın meydan okumaları, Batı’ya sandığı kadar güvende olmadığını tekrar hatırlattı. Doğu ve güney Avrupalı müttefiklerin jeostratejik değeri ön plana çıktı. Türkiye güneyde IŞİD kuzeyde Rus yayılmacılığının etkisiyle Batılı müttefikleri nezdinde tekrar kıymete bindi.
ERDOĞAN NİYE MUHATAP ALINIYOR?
Bu bağlamda Türkiye’yi temsilen zirveye katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Başkan Obama dahil Batılı liderlerce muhatap alınması çok normal. Neticede NATO’nun ikinci en büyük ordusuna sahip bir ülkenin seçilmiş lideri. Peki bu Erdoğan’a ve emanetçisi hükümete güvendikleri ve saygı duydukları anlamına mı geliyor? Bence hayır. İç kamuoyunda Batı’ya şahin kesilip liderleriyle bir araya geldiğinde süt dökmüş kediye dönenlere kim itimat eder? Batılılar Ankara’nın ikili oynamalarından kaygılı olmasalar, dinlemek için istihbarat teşkilatlarını seferber etmezlerdi herhalde.
Peki Erdoğan ve emrindeki siyasi kadronun hukukun üstünlüğünü, basın özgürlüğünü, bağımsız sivil grupları ve muhalifleri tehdit eden otoriterleşme eğilimleri ABD ve Batı’nın yaklaşımını hiç etkilemeyecek mi? Batılı devletler daha öncelikli ulusal güvenlik çıkarlarını sağlama alma adına ikili ilişkilerde demokratik kusurları gündeme getirmeyi geri plana atabiliyor. Haddizatında Soğuk Savaş boyunca yaptıkları tam da buydu. Eski Türkiye’deki askeri darbelere, insan hakları ihlallerine, yolsuzluklara genelde göz yumdular. Ya da yeterince yüksek sesle eleştirmediler. Verdikleri uluslararası meşruiyet karşılığında ise, kim bilir ne tavizler aldılar. İçerde yeni diye yutturulmaya çalışılsa da gerçekte eskisinin ideolojik gömlek değiştirmiş şekli olan AK Parti rejiminden niye istifade etmeye çalışmasınlar ki? İslamcı tonlara sahip olduğundan laikçi karakterli eski rejime nazaran daha bir soğuk yaklaşırlar ama çıkarlarının gereğini yapmaktan da geri durmazlar.
Erdoğan ile Obama’nın görüşmesine de az önce zikrettiğim perspektiften bakmakta fayda olabilir. Medyaya resim verilirken Obama’nın bence hiç de tesadüfü olmayan bir şekilde yansıttığı sert vücud dilinden, bu görüşmeyi sırf ülkesinin çıkarları için kerhen yaptığı her haliyle belliydi. Basının önünde Erdoğan’la samimiyet ifade eden sıcak şahsi iltifatlardan kaçındı. Daha çok Türkiye’nin NATO ittifakındaki rolünü ve Batı ile İslam dünyası arasındaki köprü rolünü vurguladı. Henüz tüm detaylarına vâkıf olmadığımızdan içerde Obama’nın Erdoğan’a demokrasi ve hukukun üstünlüğü konusunda güçlü mesajlar verip vermediğini bilmiyoruz. Ancak görev süresi boyunca bir insan hakları ve demokrasi kahramanından ziyade soğukkanlı, realist ve pragmatik davranan Obama’dan Türkiye’de demokrasi konusunda fazla topa girmesini beklememek lazım. Diğer yandan Erdoğan’ı tasvip ettiği için değil, ülkesinin ulusal güvenlik çıkarları öyle gerektirdiği için bu randevuyu verdiği her halinden belli.
GÜLEN MESELESİ YİNE ÇARPITILIYOR
Obama’nın Erdoğan’la ayakları geriye gide gide görüşmesinin sebeplerinden biri, içeriğinin zaman zaman Türkiye kamuoyuna çarpıtılarak yansıtılması. Bunun en dramatik örneğini Erdoğan şubattaki telefon görüşmesini sanki Obama Fethullah Gülen’i iade talebine sıcak bakıyormuş gibi yansıttığında görmüştük. İlişkiler tarihinde ilk kez Beyaz Saray bir Türk başbakanını yalanlamıştı. Son görüşmeden sonra da gerek Erdoğan’ın demeçlerine gerek yandaş medyaya iletilenlere bakınca, benzer bir hava oluşturulmaya çalışıldığı müşahede ediliyor. Olay sanki Obama ‘belgeleri gönderin, hallederiz’ noktasındaymış gibi sunuluyor. Gerçekte ise Erdoğan ve ekibinin yersiz ve hukuksuz taleplerini savuşturma politikası güden Beyaz Saray’ın bu kez nasıl tepki vereceğini bilahare göreceğiz.
‘Paralel’ yaftası ile bir kısım devlet memurunu ve sivil toplumu ulusal güvenlik tehdidi gibi takdim edip ayrımcılıklarına yabancı devletlerden destek isteyenler sadece kendi acziyetlerini ve antidemokratik eğilimlerini tescil etmiş oluyor. Türkiye Cumhuriyeti devletini de küçük düşürüyor. Demokratik dünya, Ankara ahalisinin bu tür takıntılarına hiç yabancı değil. Batılı başkentlerde zamanında ‘irtica tehlikesi’ adına yapılan abartılı girişimler gibi, şimdi de ‘yolsuzluk soruşturmaları paralel devlet darbesiydi’ türü komplo teorilerine gülüp geçiliyor. Ama Türkiye jeostratejik konumunu kaybetmediği sürece, içlerinden ‘yav he he’ deyip, işlerini yürütmeye devam ederler.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment