Bedri Binbaşı
Yaklaşık iki ay önce sevdiğim, itimad ettiğim Konyalı ahbaplarımdan birisi, “Enteresan bir rüya gördüm, anlatmak istiyorum” diyerek başladı anlatmaya: “Sultan Sencer’i gördüm… Bir de Bedri Binbaşı’yı, Güneydoğu’daki cerâhati akıtıyordu ve sonra da ilaçlıyordu…”
Rüyalar ekseriyetle semboller, remizle ve rumuzlarla bir şeyler anlattığı için Yusuf Sûresi’nde geçen “te’vil-i ehadis” yani olayların dillerini, rüyaların tabirlerini anlama açısından ne ifade eder, diye kendi kendime düşündüm, bir mâna veremedim… Bedir… Bedri… Binbaşı… Güneydoğu… Cerahat… İlaçlama. Acaba bunlar ne demekti?.. Sultan Sencer’in Türkmenistan’daki kabrini ziyaret etmiştim. Merhum Özal’ın da başında dua ettiğini biliyordum…
Sonra bir sohbet-i cananda dostlara arz ettim… Bazı arkadaşlar “1993 yıllarında böyle birisi şehit olmuştu” dediler. O seneler ben yurtdışındaydım. Sonra bir arkadaş, “Yok, yok… 1994 yılında bu yiğit binbaşı şehit düştü… Soyadı Karabıyık… Bandırmalı bir mübarek zatın da akrabası olur.” dedi. İnternete girince, Nisan 1994’te şehit düştüğünü öğrendik.
Gazetemiz Zaman’da şehadetinin yıldönümünde “Bir şehadetin yıldönümü” başlıklı bir yazı var:
Sarıkamış’ta teröristlerle girdiği çatışmada şehit düşen Binbaşı Bedri Karabıyık’ı biliyorsunuz.
Peygamber Ocağı’nda yetişen dindar bir subaydı o… Geçen sene nisan ayında kaybettiğimiz binbaşıyı şehadetinin yıldönümünde rahmetle anmak istiyorum. Onu yakından tanıyanlar anlattılar:
Bedri Binbaşı, şehit olacağını sanki hissetmiş… Evinde hanımına sık sık şehitlikten bahisler açıyor, Allah’a o mertebeye ulaştırması için dua ve niyazda bulunuyor. Hanımı bir keresinde dayanamayıp diyor ki: “Bey, şehitlik duan kabul olursa babasız kalırız.” Binbaşı’nın cevabı: “Ah! Keşke… Bundan daha büyük bir şeref ve mertebe var mı?” oluyor. Hanımı, geceleri Binbaşı’nın şehadet parmağını uzatarak uyuduğuna şahit oluyor.
Binbaşı’nın iki oğlu var. Erzurum’da okuyan oğlu bir hafta sonu Sarıkamış’a geliyor. Dönüşte, oğluna yanından hiç ayırmadığı namaz takkesini veriyor. Oğlu, “Babacığım, sen ne yapacaksın?” deyince, “Oğlum o takke artık bana lazım değil.” diyor. Binbaşı, levazımda, ancak her çatışmada yer alıyor; iyi bir nişancı, ön saflarda teröristlere büyük zayiatlar verdiriyor. Bir istihbarat üzerine çatışmaya gönderiliyor. En yeni kıyafetlerini giyiyor, bir fırsatını bulup çarşıya giderek arkadaşları ile vedalaşıyor. Teröristlerin bulunduğu mevkiye gelmeden namazını kılıyor. Pusuya düşürülüyor, sıcak temasta silahı tutukluk yapıyor… Yaverinden silahını istemek için döndüğü anda suikast silahı ile gözünden vuruluyor. Yaverinin ifadesi ile “Ah!” bile demiyor.
Oracıkta şehit oluyor. Göğsünden Kur’an-ı Kerim çıkıyor. Hocalar, şehidin cesedini yıkamıyor… Kıyafetlerini hiç zorluk çekmeden giydiriyorlar. Bu arada hocaların gözü şehidin eline takılıyor; şehadet parmağı ilerde… Düzeltiyorlar… Tekrar aynı parmağın ileri doğru uzatıldığını görüyorlar… Binbaşı, şehadet parmağı ileride, üniforması ile ebedi istirahatgâhına uğurlanıyor. Şehidin oğullarının ağladığına kimse şahit olmuyor. Şehit yakınları metin, başları dik. Vali Bey, oğullardan birine yaklaşıp soruyor; “Bir şey istiyor musunuz?”, “Şehadet”, diyor.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment