Çıkamam, aynalar zindan
‘Göz/Oculus’, temelde hayli klişe bir ‘hayalet ev’ öyküsüne sahip. Ancak senaryo ve bilhassa yönetmenin katkısıyla bu klişe öyküyü başarıyla çeşitlendiriyor. Hayalet ev klişesinden üslupçu bir hamleyle çıkmayı başaran film, ikinci yarısında sahte belgesel akımına kapılıyor.
Uzun metrajın yanında her daim üvey evlat muamelesi gören kısa filmler, son yıllarda bu makus talihi kırar gibi oldu. Gerçi, ehli için kısa filmden alınan lezzet nice uzun metrajda bulunmaz. Albert Lamorisse’in 1956 yapımı diyalogsuz ‘Kırmızı Balon / Le Ballon Rouge’ filmi, verdiği tarifsiz sinema duygusu ile bu konuda benzersizdir mesela. Kırmızı Balon, ‘şanslı’ bir film, zira Lamorisse dâhil olmak üzere kimse onu uzatmaya kalkışmadı!
İlginç olan şu ki, kısaların kıymetini anlamak için onların uzun metraj olması gerekiyor bazen. Testere, 12 Maymun, Yasak Bölge 9, Mama, Bottle Rocket, 9, Sin City… Bu yapımların ortak noktası, kısa filmden uyarlanan uzun metraj olmaları. Bir diğer ortaklık ise orijinallerinin uzun versiyonlarından daha çok sevilmesi. En yakın örnek, Arjantinli genç yönetmen Andrés Muschietti’nin 2008 yapımı filmi ‘Mama’. Bu üç dakikalık film, Meksikalı yönetmen/yapımcı Guillermo del Toro’nun el vermesiyle yine Muschietti’nin yönetiminde geçtiğimiz yıl 100 dakikalık uzun metraj haliyle karşımıza çıktı. Ancak kısanın gücünü, uzun metrajda aramak nafileydi. ‘Mama’ da gösterdi ki kısanın gücü, filmi seyircinin zihninde devam ettirebilme potansiyelinde yatıyor. Uzun metraj, boşlukları doldurayım derken hikâyeyi tekeline alıyor, zihnimize bırakmıyor; bütün detayları perdeye aktarma gayretiyle hayali/rüyayı gözümüze indiriyor ve ‘büyü’yü bozuyor.
AMAN, ‘GÖZ’E GELMEYELİM
2006 yapımı aynı adlı kısa filmin uzun versiyonu olan ‘Göz / Oculus’, tam anlamıyla başarı sağlayamasa da bahsettiğimiz bu büyüyü bozmamaya gayret ediyor. Hikâye, kabaca, antika bir aynanın gizemini çözmeye çalışan iki kardeşin başından geçenleri anlatıyor. Yıllardır ev ev dolaşan gizemli aynanın son sahipleri Kaylie ve Tim, ailelerinin ölümü üzerine ilişkilerini düzeltmeye çalışan iki kardeştir. 11 yıl önce, küçük yaşta bir aile trajedisine şahit olurlar. Bu trajedi, Tim’i akıl hastanesine yollarken, Kaylie’de ise travmaya sebep olur. Yıllar sonra aynı eve gelen iki kardeşten Kaylie, yaşananlara antika aynanın sebep olduğunu düşünür ve bunu ispatlamak için deneye başlar. Tim ise suçlunun babaları olduğunu savunur. Bir yandan geçmişin anılarıyla boğuşan iki kardeşin ilişkisi, aynanın odakta olduğu deney ilerledikçe daha da kötüleşir.
‘Göz’, temelde hayli klişe bir ‘hayalet ev’ öyküsüne sahip. Ancak senaryo ve bilhassa yönetmenin katkısıyla bu klişe öyküyü başarıyla çeşitlendiriyor. Hikâyenin anlatımındaki orijinallik, geçmişi ve bugünü iki koldan anlatırken tek mekanda cereyan eden iki farklı zamandaki olayı iç içe geçirmesi. Aynanın esas numarası olan gerçeklik algısının yitirilmesi, yönetmenin iki farklı zamandaki karakterleri şık geçişlerle aynı ‘an’da buluşturması sayesinde seyirci nezdinde de gerçekleşiyor. Böylece anlatımın ve dolayısıyla öykünün klişelere hapsolmasının önüne geçiliyor. Bu tercih, seyircinin iki olayı da aynı anda ve ilgiyle takip etmesine neden olduğu için gerilimin en önemli unsuru merak duygusunu da canlı tutuyor.
Amerikalı yönetmen Mike Flanagan, cadı mahkemeleriyle ünlü Salem’de büyüdüğü için midir, korku-hayalet öykülerine meraklı. Önceki filmleri pek dolaşıma çıkmasa da 2011 yapımı ‘Absentia’ kayda değer bir yapım olarak dikkat çekmişti. Genç yönetmen, ‘Göz’de hayalet ev klişesinin içinden üslupla çıkmayı başarırken, filmin ikinci yarısında ‘sahte belgesel’ akımına kendini kaptırıyor biraz. Son dönemde ‘paranormal’ öykülerle yükselişe geçen bu yöneliş, Flanagan’ın esas derdi değil. Sadece öyküyü çeşitlendirmek için kullandığı bir atlama taşı. Filmi bütünüyle bunu üzerine kurmayarak, doğru bir hamle yapıyor. ‘Göz’ün gelip tıkandığı nokta ise kısadan uzuna geçme gayretiyle doldurmaya çalıştığı boşluklar. Aynanın geçmişine dair yapılan açıklamalar, merak gidermekten ziyade boşluğu daha da derinleştiriyor mesela. Bu tür kaygıların yanı sıra, üslup sayesinde aşılan klişeler, hikâyenin temelini oluşturduğu için film, ‘izlenmişlik’ hissinden kurtulamıyor.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment