Siyah-beyaz gülüşler
Her zamanki gibi yine bir kahvaltı törenindeyiz; kızım tüm dünya insanlığı adına çiğneme görevini üstlenmiş, gayet sakin lokmaları döndürüyor ağzında. O çiğnedikçe ben küçülüyorum adeta. Tavada pişmiş yumurtanın dişlerle kaç dakikada ezilmesi mümkün kısmında tezler üretiyorum kendimce. Sonra da saate bakıyorum ve sakin olmaya çalışıyorum. Bütün “okula geç kalıyorsun kızım hadi acele et” cümlelerim geri sekiyor duvardan çünkü küçük hanımın sohbeti gelmiş; heyecanla okulda arkadaşlarıyla nasıl oyunlar oynadığını anlatıyor bize. “En sevdiğim arkadaşım Kaytlen” diyor sevinçle. “Ne güzel, peki sınıfta yanında oturan arkadaşlarının ismi ne ?” diye sorunca bu defa bizimkinin surati ekşiyor, sesi alçalıyor, keyfi kaçıyor birden. “Yanımda iki tane John oturuyor anne” diyor kızgın bir ifadeyle. “Onlarla oyun oynuyor musun?” diye sorunca da “Hayır, çünkü onlar ‘karanlık’ ” diye cevaplıyor soruyu. “Karanlık mı, nasıl yani sen aydınlık mısın?” diyorum gülerek ve sonra da gülmeme hüzünlenerek.
Karanlıktan ne kast ettiğini ben hemen anlıyorum tabi fakat bir gece önce Kurtlar Vadisi’ni izlemiş olan babası dizinin etkisinden sıyrılamamış olacak ki, “Kim o karanlık şahsiyetler?” diye soruyor küçük hanımın şaşkın bakışları arasında.
Aklım başıma geldiğinde, “İnsanları ten renklerine göre ayırmıyoruz ki Nur, aslında ‘ayırmak’ kelimesini insanlar için ‘hiç’ kullanmıyoruz. Çünkü bir düşünsene onlar da annelerine gidip bizim yanımızda bir kız var ama ‘beyaz’ deseler suratlarını ekşiterek, ya da ‘aydınlık bir kız oturuyor yanımda gözümü alıyor, hiç bakamıyorum ona’ deseler ne hissedersin? Hoşuna gider mi?” diye soruyorum. Tabi eğer Nur beş yaşında değil de onbeş yaşında olsaydı “gözünü almak dedim, gözünü kamaştırmak” demedim diye eklerdim, fakat gerek kalmadı zaten küçük hanım konuyu çoktan değiştirmişti.
Bu konuşmadan sonra, gün boyunca rastladığım tüm zencilere daha farklı bakmaya başladım. Önceleri başka başka renklerde yaratılmış olmanın çok büyük bir zenginlik olduğunu düşünürdüm ve bir de Amerika’daki suç oranlarına bakıldığında siyahların farkedilir bir yükselişte olduğunu. Yani bize nasıl sunulursa o şekilde inandığımı, anlamak için bakmadığımı gördüm. Sonra görmek için bakınca kendimce birşeyi keşfettim. O da “zencilere gülmek çok yakışıyor.” Gülmek herkese çok yakışır bundan eminim, çünkü gülüş sirayet eder esnemek gibi, yüzler yüzlere ayna olur domino taşı gibi üst üste düşer gülüşler, ama bir siyahta dudak aralandığında dişlerin beyazı bu kadar mı güzel durur? Bibirine zıt iki rengin, gece ve gündüz gibi aynı yüzde bu derece estetik buluşması ancak sanatlı bir sahibin mührü olabilir, sizce de öyle değil mi? Antika bir sanat olan insanın hem beden hem de ruh olarak bütünüyle algılanması için “bakmak ve görmek” gibi bir görevimiz olduğunu hatırladım.
Uzun yıllar Afrika’da yaşamış bir arkadaşa zenci bir yerlinin dediği gibi “Sen beyazsın, ama kalbin kara. Biz ilk başta sizleri diğer beyazların yaptığı gibi bizleri sömürecek sanmıştık, ama siz öyle değilsiniz, siz de bizim gibisiniz, yani iyisiniz, kalbiniz kara”. Bu sayede ilk defa “kara” kelimesi “ak” bir anlam kazandı lügatımda “aklandık, ferahladık”, kelimelerim ve ben…
1 Comment
Only registered users can comment.
Gercekten cok guzel bir yazi…ne zaman disimizdaki kaliplari gecip, icimize ozumuze bakabilirsek, sanirim o zaman gercekten aydinlanacagiz..ya da yazarin deyimiyle “kara” lasacagiz..
Nurcin