ARZU KAYA URANLI - Yalnız olmak ama yalnız ölmemek
Günümüzde ciddiyetle tırmanan bir problem halini alan yalnızlık, yanlız kalmak olarak tanımlanabilir ama yalnız olmak anlamına gelmez. Yanlış ilişkiler içindeysek tek başına olduğumuzdan çok daha yalnız hissedebiliriz kendimizi. Çoğumuzun hayatında, büyük kalabalıklarla çevriliyken tek başına yürüyor hissine kapıldığı zamanlar olmuştur. Yalnızlığın sınırları çizilirken esas olan arkadaşlarımızın sayısı değil, paylaşımlarımızın derinliğidir; sahip olduğumuz sosyal etkileşim alanının genişliğinden çok niteliğidir önemli olan.
Psikologlara göre, yalnızlık akla bir zarar bir durum. Aslında evrensel ve çok da insanca bir duygu olan yalnızlığın depresyon gibi kimi psikolojik bozuklukların belirtisi olabileceğini söylüyorlar. Chicago Üniversitesi’nin sosyo-psikoloji uzmanlarından, John Cacioppo, kimi zaman bize kendimizi boş, terkedilmiş ve hatta istenmeyen biri gibi hissettirebilen yalnızlığın, hem felç, kalp ve damar hastalıkları gibi fiziksel; hem de stres, bellek kaybı, öğrenme zorluğu , alkolizm, uyuşturucu bağımlılığı gibi zihinsel sağlık üzerinde birçok olumsuz etkileri olduğunu bir çalışma ile ortaya koydu.
Bazı araştırmalarsa,yalnızlığın tek başına yaşayanlar arasında daha yaygın olduğunu gösteriyor. Amanda Gardner, CNN’deki bir programda “Finlandiya’da, yaşları 30 ile 65 arasında değişen yaklaşık 3500 kadın ve erkek üzerinde yapılan bir çalışmada, yalnız yaşayan insanların, aileleriyle birlikte yaşayan akranlarına nazaran daha çok antidepresan ilaç kullandığını”söyledi. Yedi yıllık araştırmaya göre yalnız yaşayan insanların dörtte biri antidepresan ilaç kullanırken evli olan ya da aileleri veya oda arkadaşlarıyla yaşayanların sadece % 16’sı antidepresan alıyor.
Öte yandan, Cacioppo yeni bir çalışmayla,”yalnızlığın bulaşıcı olabileceğini” iddia ediliyor. 10 yıllık çalışmada, yalnızlığın sosyal ağlarla yayıldığı öne sürülüyor. Cacioppo’ya göre, yalnızlık acısı çekenlerle samimi bir ilişki içinde olanların yüzde elli-ikisi eninde sonunda yalnızlık problemi ile karşı karşıya kalıyormuş.
Oldukça karmaşık olduğundan ve kişilere göre benzersiz özellikler gösterdiğinden olsa gerek henüz psikolojinin yalnızlığı önlemek veya tedavi etmek için önerdiği genel bir bir metod yok.
Bu satırları yazarken şaşkınlıkla yalnızlık hakkında ne çok şarkı ve şiir olduğunun farkına vardım. Belki de aşk için yazılanlar kadar fazla! Bunların çoğu yalnızlığın sebepleri ve sonuçları hakkında sağlam ip uçları veriyor:
Elvis Presley unutulmaz şarkısında
“Bu gece yalnız mısın? (Are you lonesome tonight?)
Bu gece beni özlüyor musun?(Do you miss me tonight?)
Ayrı düştüğümüz için üzgün müsün?(Are you sorry we drifted apart?)”
diye sorarken biten bir ilişkinin yalnızlık sebebi olabileceğini anlatıyor bize.
Sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yemesi misali, yaşadığımız kötü tecrübelerin etkisiyle kendimizi yeni ilişkilere kapatmanın da yalnızlığın ciddi bir sebebi olduğunu ise Eagles’ın “Desperado” şarkısı ile hatırlıyoruz:
“Yağmur yağıyor olabilir, (It may be raining,)
ama yukarıda bir gökkuşağı var.(but there’s a rainbow above you.)
Çok geç olmadan (before it’s too late)
birinin seni sevmesine izin vermelisin. (You better let somebody love you)”
Gerçekten, güvenebileceğimiz bir kaç dostumuz yoksa hayat çekilmez hale gelir çünkü bu adam akıllı yalnızız demektir. Hayatımızın içine sinsice girmeye çalışan yalnızlık duygusunun üstesinden gelebilmek için gönlümüzün kapılarını cesurca açabilmemiz gerekiyor. Zira hayatımızı gönülden bağlı olduğumuz kimseler doldurmuyorsa içten içten azalıyoruz, yalnızlaşıyoruz.
Yalnızlığın bir sorumlusu da teknoloji. Cep telefonlarımız ve diğer popüler iletişim araçları sayesinde, sosyal medyanın gücü ile tüm dünyayı kolayca kucaklayabilirken maalesef hemen yanı başımızdaki sevdiklerimizi ihmal edebiliyoruz. Bu noktada önceliklerimizi çok dikkatli belirlememiz gerekiyor.
Yaklaşık bir yıl kadar önce, LA Times Gazetesi’nde korkunç bir ölüm haberi okumuştum. Hala o hazin ölümü hatırlayınca tüylerim diken diken oluyor. Haberin adı bile insanın kanını donduruyordu: “Eski Playboy oyuncusu Yvette Vickers’in [ölü] bedeni Benedict Canyon’daki evinde [adeta] mumyalanmış bir şekilde bulundu.” Yapılan otopsilerde Vickers’ın aylar önce hayatını yitirdiği belirlenmiş ama tam olarak ne zaman öldüğü tespit edilememiş. Aylar boyunca Vickers’ın yokluğunu hissedebilecek bir yakını yokmuş demek! Oysa, posta kutusu dünyanın dört bir yanından gelen hayran mektupları ile doluymuş. “Ünlü olmak da yalnızlık için bir risk faktörü galiba! Günlük hayatları sığ ilişkilerle tıka basa dolu olan ünlüler için sağlam dostluklar geliştirmek zor görünüyor. Vickers’ın telefon faturaları bu fikri desteklemek için iyi bir kanıt. Geçen Mayıs ayında, Atlantik Dergisi’nde yer alan kayda değer bir makale, Facebook’un bizi yalnızlaştırdığını iddia ediyor ve Vickers’ın telefon faturaları incelendiğinde ailesi, akrabaları ya da yakın arkadaşlarıyla değil; internet siteleri aracılığıyla iletişime girdiği hayranlarıyla saatlerce sohbet ettiğini bildiriyordu.
İnternet bağlantılarımızın genişleyip arkadaşlık ilişkilerimizin yüzeyselleştiği günümüzde, Vickers’ın korkunç sonu herkesin başına gelebilir. Şimdilerin paradoksu bu: Erişilebilir ama içe dönük yaşıyoruz; sonsuz bir zaman ve mekan içinde fakat anında ve sınırsız bir iletişime sahibiz. Ancak bu beraberinde benzersiz bir yabancılaşmayı ve mesafeli ilişkileri de getiriyor. Böylece toplum olarak gerçekliğimizi yitiriyor yavaş yavaş bir fantaziye dönüşüyoruz. İronik ama kalabalıklarımız arttıkça azalıyoruz; bağlantılarımız genişledikçe yalnızlaşıyoruz. Yalnızlık hissi bizi mutsuz ve savunmasız hale getiriyor.
Ancak, bağımsız bir yetişkin pekala mutlu bir şekilde kendi başına yaşayabilir. Zaten birey olabilmiş kendi kendine yetebilen, eğitimli ve zeki her insan, doğal olarak kendi ile başbaşa kalmaya ihtiyaç duyar. İşte bu tip, seçerek kazanılmış bir yanlızlık bize sıra dışı bir mutluğun kapılarını aralar. Kimi zaman en eğlenceli kalabalıklar ıstırapken yalnızlığı, insanı kutsala ulaştırabilir. Bir çoğumuz, yalnız olduğumuzda Yaradan ile bağlantımızın güçlendiğini hissederiz. Bu bağ da yalnızlık hissinin en yenilmez düşmanıdır.
Hatırlamamız gereken şu ki, içimizdeki yanlızlık hissini yenebildiğimiz ölçüde özgürleşiyoruz. Yapayalnız kalmak bize ne kadar derin bir acı veririyorsa, kendi başına kalabilmek de o denli mutlu ediyor, güçlü kılıyor. Huzur dolu ve uzun ömürlü bir mutluluk için bize düşense yalnız kalmak ve yalnız olmak arasındaki farkı iyi anlamaktan geçiyor.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment