Biz Amerika’dayken…

Biz Amerika’dayken…

 

İddia ediyorum böylesi yok biryerde…

Panik halindeyiz hepimiz…

Sürekli görüşme paniği…

Sanki bir ailenin çocukları gibiyiz onca farklılığımızla. Hiç de birbirine benzemeyen sosyal, ekonomik, dini, siyasi ve kültürel altyapılardan gelip bu kadar güzel birarada olabilmek mümkün müdür ki? Birlikte olmanın dışında hiçbirşey umrumuzda olmadı hiçbir zaman… Küçücük, basit ve doğru dürüst eşya bile olmayan evlerimizde, hiçbiri birbirinin takımı olmayan tabaklarla, bardaklarla servis yaparken kimse neyle yiyip içtiğine bakmadı. Kimi zaman koyuverdik yemekleri, kimi zaman elimize aldık tabaklarımızı olduğumuz yerde yedik, kimi zaman oturacak yeterli koltuk bile olmayan evlerimizde yerde ayaklarımızı uzatarak oturmanın keyfini yaşadık, saraylar gibi olupta kimsenin kapısını açmadığı evlere inat. Ev dediğin içindeki eşyaların kalitesi, şekliyle değil içeriye giren insan sayısıyla değerlenirdi bizim dünyamızda. Biz minnacık evlerimizde 20 kişinin aynı anda nasilda güzel ağırlanabileceğini öğrendik. Hiçte plan yapmadık gelip gitmeler için. Gecenin 11′ inde bir programdan çıkıp ‘hadi bize gidelim’ deyip hepberaber ‘bizlere gitmeleri’ öğrendik. Evlerimize plansız davet ederken birbirimizi, sehpanın üzerindeki tozu düşünmedik ya da evi dağınık bırakıp çıkışlarımızı. Biz hep ‘bizi’ düşündük, ve sabahlara kadar muhabbeti. Muhabbetleri hiç bitiremedik. Saat sabah 5 i gösterirken buna hepbirlikte şahit olmayı sevdik. Bütün gece birlikteyken sabah olduğunda birbirimiz olmadan kahvaltı yapmak istemeyişlerimize şahit olduk, dayanamadık yine aradık birbirimizi ‘hadi çay hazır ekmek al gel’ leri yaşadık. Dertlerimizi saatlerce birlikte konuşup hafifletmeyi öğrendik. Bir yemeğin asıl lezzetinin hepbirlikte yenmesiyle ilgili olduğunu öğrendik. Birbirimizin ilgi alanlarını birleştirip voltran olmayı öğrendik. Biz paylaşmayı öğrendik. Araba anahtarlarımızın yedekleri hep birbirimiz içindi. Film izlerken saçma sapan yorumlar yapıp gülmeyi sevdik. Küçücük çaydanlıkların ne kadar çok çay çıkartabildiğini öğrendik. Küçücük paketine 7 dolar ödediğimiz çayın nasılda japon yapıştırcısına dönüştüğüne şahit olduk. Bu birleştirici özelliğine hayran olduk tadından çok… İçine koyulduğu bardaklarımız bile takım olmadı hiçbir zaman ama ‘bizim takım hiç bozulmadı’. Hiçbirimizin yüzlerce lira verilip alınan yemek takımları, kaşık çatal takımları olmadı, işin garip tarafı olmadığının da farkında olmadık. Sofralardaki intizamın, göze hitap etme olayının etrafında oturan kalplerle ilgili olduğunu öğrendik. Biz hem kendi bayramlarımızı hem de Amerika’lıların bayramlarını bayramlaştırmayı öğrendik. Hiçte kültürümüzde olmayan bu ‘sonradan gördüğümüz’ bayramların bizi ne kadar heyecanlandırdığına şahit olduk biraraya gelinebilecek vakitler olduğu için. Biz hayallerimizi birleştirmeyi öğrendik, birlikte hayaller kurmayı. Zevklerimizin bile aynı olmamasının ne kadar zevkli olduğunu öğrendik. Biz bu kadar ders, yetiştirilmesi gereken ödevler, sorumluluklar, sınavlar, kongreler, sunumlar dünyasında yaşarken rengarenk kişiliklerimizle hayatımızı renklendirmeyi öğrendik…

… Ama tek bir şey öğrenemedik…vedalaşmayı…ayrılmayı…gidenlere el sallamayı…giderken el sallayabilmeyi….gitmelerin hüzünleriyle başa çıkmaları öğrenemedik…

…sürekli görüşme paniği

…panik halindeyiz hepimiz

…iddia ediyorum böylesi yok biryerde…

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.