Öfke patlaması
Binada temelin olması ayrı, temellerin yerli yerine oturması ayrıdır. Çürük bir zemin üzerinde temel atsanız ne olur, atmasanız ne olur? Onun içindir ki statik hesaplamalarında önce zemin etüdü yapılır. Zemin çürükse, muhtemel binayı kaldıramayacaksa, ikinci adım atılmaz. Söz konusu bina için daha müsait zemin arayışına gidilir. Zemin müsait ama statik hesaplamalarında hata edildi, üç kata ancak dayanabilecek bir temel üzerine 10 kat atıldı. Sonuç malum. Yıkılır o bina. Hem de binayı yapanların üzerine. Bina adına yapılan masraflar heder olur, yıkım belki nice canlara mal olur.
Geçen gün bana intikal eden hadiseden sonra bunları düşündüm önce. “Neden?” dedim. “Neden bu insanlar evlenmeden önce zemin etüdü yapmıyor? Neden statik hesaplamalarında bilgili ve tecrübeli uzmanlara müracaat etmiyor? Neden sadece hissiyatlarına ram olup aklı ve mantığı devre dışı bırakıyorlar?” Doğru zamanda, doğru yerde, doğru şahıslara sorulan bu soruların cevabı yok. Cevabı olmadığı için izahı da yok.
Baştan ele alayım. Şunu sormalı bana göre evlenecek gençler kendilerine: Benim evlilikten amacım ne? Neden evlenmeliyim? Neden şimdi? Neden bu kadınla veya bu erkekle? Genel ve özel her iki alanda cevap bulmalı bu sorular herkesin kendi zihninde. Hayatın bütününü ve inandığımız için ahireti de kapsama alanı içine almalı cevaplar. Sadece şehevî duyguların tatminini netice veren, beşerin hayvaniyet yanı diyoruz buna, evet sadece bunu nazara almamalı. O evliliğin meşru gayelerinden biri olabilir ama sadece o olamaz. İşte bu amaçlara, bu gayelere hizmet edecekse, onlara ulaşılmasına vesile teşkil edecekse o evlilik, o şahısla, o zamanda yapılmalı. Yoksa gerekirse beklenmeli. Doğru zamanı, doğru insanı buluncaya kadar.
Burada bir hatırlatmada bulunayım: Evliliğe çok büyük manalar yükleyenleri tam bu noktada uyarmak isterim. Bunu yaparsanız, halk tabiriyle arz edeceğim, uçar-kaçarsanız, gayelerinizi yakalayamaz ve belli bir müddet sonra yorulursunuz hayattan. Mücadele azminizi kaybedersiniz. Yüz yüze geldiğiniz gerçeklerin altında kalır ezilirsiniz ve birden bire kendinizi genç yaşlılar kategorisinde ölmeden mezara gidenler safında bulabilirsiniz. Daha açık ifade edeyim. Efendimiz (sas) ile Hz. Hatice ve Hz. Aişe validemizin evliliğini örnek almaya amenna ama “Bu örneği birebir hayatımızda yaşayacağız. Aksi takdirde olmaz olsun böyle evlilik” demeye hayır. Niçin? Çünkü herkesin bir kapasitesi var. Ne günümüzün erkekleri, hâşâ ve kellâ, Hz. Muhammed (sas) ne de günümüz kadınları Hz. Hatice ve Hz. Aişe. Herkes haddini bilmeli, sınırını iyi belirlemeli. Kırmızının yanında sarı ve yeşil çizgileri de olmalı. Yoksa…
İkincisi, söz konusu gayeler yuva kurulduktan sonra unutulmamalı, sürekli gündemde tutulmalı, belli aralıklara toplantılar yapılıp, “Neredeydik? Neredeyiz ve nereye doğru yol alıyoruz?” soruları etrafında müzakereler yapılmalı. Zira hayatın daha önceden hesaba katılmayan cilveleri ile baş başa kalınca tozlanmalar olabilir gayelerde. Bunu normal kabul edip “Bunları nasıl aşabiliriz? Nasıl ilk yıllara geriye dönebiliriz?” diye konuşulmalı. Yeni baştan istekler uyarılmalı. Heyecan ve helecanla bu hedeflere sarılmalı ve onlara ulaşmak için her gün mesafe kat etmeye bakmalı.
Bunlar zamanında yapılmazsa, evlilik sonrası hayat gelişi güzel yaşanır; tahmin edilmeyen, edilen ama bir türlü çözülmeyen problemler insanın sırtına binerse, dün ‘ölsek de beraberiz’ diyen çift, bugün birbirine nefretle bakar hale gelir ve neticede biriken nefretler öfke patlaması ile karşımıza çıkar.
En son dinlediğim vaka aynen böyle bir şeydi. Birbirlerini tanımadan, pembe mavi hülyalar eşliğinde, prens ve prenses olma hayali eşliğinde yıldırım nikâhıyla kurulan yuvanın yerinde şimdi hazan yelleri esiyormuş. Yakında poyraza dönüşecek, ardında tsunamilerle önüne gelen her şeyi ‘mazide kalan hoş bir sada’ derelerine doğru sürükleyecek sonuca doğru gidiyormuş. ‘Evlilik insanı olgunlaştırır’ derler. Doğrudur ama temel atmadan önce zemin etüdü yapılmayan, yapılsa da olması gerekenin üstünde anlam yüklenen, beklentilerin tavan yaptığı bu tur evlilikler değil.
Geç mi kalındı? Atasözümüz var malum: Çıkmayan candan ümit kesilmez. Allah’tan ümit kesmemek lazım. Öfkenin bir kor olduğu gerçeği unutulmamalı. Geçenlerde bir yerde okumuştum: “Öfke koru, muhatabını yakmadan önce seni yakar” diye. Doğru değil mi?
Tavsiyem şu ki o koru söndürün. Her iki taraf da bir daha hortlamamak üzere toprağa gömsün öfkelerini. Kafa kafaya verip ‘Nerede yanlış yaptık?’ sorusunun cevabını arasınlar.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment