Öğretilmiş tepkisizlik

Öğretilmiş tepkisizlik

Bir kova buzlu suyla meydan okuma (Ice Bucket Challenge), son günlerin ilgi gören ve her geçen gün katılımcılarının arttığı bir kampanya olarak gündemde.

Buzlu suyu başından aşağıya boşaltan kişi üç kişinin ismini söyleyerek meydan okuyor ve bu farkındalık kampanyasına katılım için davette bulunuyor. Adı geçen üç isim de 24 saat içinde buzlu suyu başından döküyor ya da bağışta bulunuyor. Amerika’da 27 yaşındaki Corey Griff’in başlattığı bu kampanya ALS hastalığına farkındalık oluşturmada kreatif bir bakış açısı taşıdığı için başarılı bir şekilde ilerlemekte. Bu hastalığı bilmeyen birçok isim hastalığın farkına vardı. Kimileri için bugün, değilse bir gün bu hastalıkla mücadelede destek olma bilincinin yerleşmesinde katkısı olacaktır. Soğuk su insana bir anlık felç durumu yaşatıp ALS hastalarıyla empati kurmayı sağladığı için kampanya buzlu suyla yapılıyor. Amerika’daki bağış miktarı milyon dolarları geçmiş durumda. Ülkemizde ise bağışı az, su kaybı çok bir kampanya olarak ilerlediğini söyleyebiliriz.

Bir hastalıkla mücadelede tepkisiz kalmamanın örneği, buzlu su kampanyası. Tepki göstermek, canlı bir varlık olmamızdan öte insan olmamızın bir işareti. Büyükler nasihat ettikten sonra gençte herhangi bir aksiyon olmuyorsa “ben duvara mı anlatıyorum” cümlesiyle, sarf edilen söz grubuna karşı beklentinin iyi bir tepki olması, bunun karşısında görülen hareketsizliğin ise tasvip edilmemesinin işareti olarak bu cümleyi kullanırlardı.

Kişisel bir yaşanmışlık, bir sosyal sorun, bir ülke sorunu gibi çoğaltabileceğimiz durumlara karşı duyarlılığımızı göstererek, bu sorunu çözmek adına girişimde bulunmak, çaba göstermek de birey, toplum ya da ülkenin etkilendiği olumsuzluklara karşı gösterdiği bir tepkidir nihayetinde. Örneğin, yunusların Japonya kıyılarında öldürülüyor ya da yakalanıp hayvan gösterilerinde kullanılıyor olmasına meydan okumak için sanatçıların katılımıyla yapılan kampanyada hayvan gösterilerine gidilmemesi sonucunda bir tepki gösterilmesi isteniyor. Görüntülerde denizin kan olduğu manzarayı gördüğünüzde ne denmek istendiğini, sevimli dostların birkaç insanın menfaati sonrasında vahşice katledildiği ya da bir sürgün hayatı yaşatıldığının tepkisiz kalmaması gerektiğini daha kolay anlamak mümkün. Bunun bir Japon geleneği olduğunun belirtilerek kanunlara uygun yapıldığının söylenmesi hiç tatmin edici değil. Nice gelenekler gördük kan davası gibi insanın soyunu tüketen. Gelenekler de sorgulanmalı, kanunlardaki eksik yönler tamamlanabilmeli. Bunun gerçekleşebilmesi için uygun bir şekilde gösterilen tepkilerle oluşturulan farkındalıklar gerekli dönüşümü ve değişimi sağlayacaktır.

Literatürümüzde ise tepki kavramı özellikle toplumsal sorunlara karşı kullanıldığında aşılması gereken olumsuz anlamları da çağrıştırıyor maalesef. Aslında bu durum Türk halkının yaşanmışlıklarından kaynaklanan bir sonuç olarak da yorumlanabilir. Örneğin, Amerika başta olmak üzere birçok ülkede bir sivil toplum kuruluşunda çalışıyor olmak bir işe girerken artı puan oluşturma, teşvik görme anlamını taşıyor. Ülkemizde ise sivil toplum kuruluşunda gönüllü olmak halkın tedirginlikle yaklaştığı, sosyal sorunlar için tepki göstermenin, farkındalık oluşturmanın, başkaldırmayla zihninde eşleştirdiği dönemler de oldu ve olmakta. Günümüz farklı, 80’ler geçeli onlarca yıl oldu. Hak ve özgürlükler üzerinde çok çalışıldı ve mesafe alındı ülkemizde ve dünyada. İletişim, paylaşım, teknoloji gibi kavramların güçlendirmesiyle birlikte sivil toplum bilinci ve gönüllü aktiviteler artmaya başladı. Teknolojik ürünlerin ihracat yoluyla ülkeye gelmesi maddi imkânlar ölçüsünde kolay, ancak sivil toplum gibi demokrasinin bir ürünü olan sosyolojik gelişmişliklerin transferi parayı verip alma kolaylığında değil. Soyut kavramların yaşanabilmesi ve sosyal yapıda yerini bulabilmesi için tavandan değil tabandan bir hareketle yerini alması gerekiyor. Cumhuriyetimizin ilk olarak 1960’ta yaşadığı darbe sürecine 70’ler kuşağı olarak 80’lerde dâhil olduk. Dilimize gelip söyleyememeyi, kalemimize gelip yazamamayı öğrendik. Haksızlığı görsek de savunamadık, bizim de canımız acımasın diye katlandık. İşsiz kalmaktan, hapse girmekten, bir suikasta maruz kalmaktan korktuk. Uygun koşullarda haklarımızı savunmanın ya da mağdurun haklarını savunmanın bize bir olumsuzluk olarak döneceğini öğrendik, tepkisiz hale geldik. Siyaseti kahvelerin sigara dumanlı ortamlarında hapsettik. Anlamının seyis ve at kavramlarından oluşan iki kelime yani bir seyisin atı yönetir, yön verircesine at teslimiyetinde seyislerin bizi kurtarmasını bekledik.

Bu yaşanmışlıkların da etkisiyle sorunlara karşı gösterdiğimiz tepkiler, yönetime katılımlar, demokrasi anlayışımız farklılaştı. Örneğin, Amerika’da başkanlık seçimlerinde oy kullanma oranı 1972’den bu yana yüzde 60’lara ulaşamıyor, bu tarihten önce de 60-70 oranında gerçekleşmiş. Halk sosyal medya, basın ya da düzenlediği aktiviteler yoluyla yönetime ortak oluyor zaten. Ülkede hak ve özgürlüklerin de halihazırda bir sistem içinde devam ediyor olması şu ya da bu partiyi seçiyor olmalarında rahatlatıyor. Yani, ülkemiz için seçimlere katılım kritik anlamlar içeriyor olsa da demokratik ülkelerde bu derece yoğun bir anlam yüklenmiyor. Talepler ya da tepkiler farklı yollarla isteniyor. Zihin dünyamızda tepki kelimesi sokağa çıkıp bağırıp çağırmakla eşleştiriliyor olsa da burada kastedilen uygun şartlarda konuşuyor, açıklıyor, yazabiliyor, hak savunabiliyor olabilmek.

Tepkisiz hale gelmede kurbağaya karşı uygulanan deneyi hatırlayalım. Kurbağayı kaynar suyun içine atarak öldürmek mümkün olmaz çünkü kurbağa kaynar suyun sıcaklığını hisseder hissetmez sudan zıplayarak kurtulur. Ancak, aynı kurbağayı alıp ılık bir suyun içine koyduğunuzda kurbağa bu ısının içinde rahatsız olmadığı için duracaktır. Şimdi sıra geldi hedefe ulaşmak için bu suyu yavaş yavaş ısıtmaya. Isı suyun kaynama derecesine ulaştı, su kaynıyor, kurbağa hâlâ kaynar suyun içinde, ama ölü olarak. Birden kaynar suyun içine atıldığında durmayan ve zıplayarak kurtulan kurbağa dayanabileceği ısıya sahip suyun içindeyken suyun yavaşça kaynama noktasına ulaştırılmasıyla durumun farkına bile varmadan ölüyor. Sorun, öldüğünün farkına varıyor olmadan yavaş yavaş ölüme yaklaşmak. Bunun bir adım ötesi ise öğrenilmiş çaresizlik olarak su daha ılıkken bile sudan zıplayamayacak psikolojiye bürünmek olacaktır.

SİYASET VE HAYIRSEVERLİK YANYANA OLMAZ

Günümüzde akl-ı selim insanların; akademisyenlerin, araştırmacıların, bilinçli halkın kaygısı ortak. Endişemiz; propagandanın gölgesinde yeşeren kavganın, çatışmanın günümüzde kaybettirdiklerinden, gelecekte kaybettireceklerinden, tekrar sahip olmak için ise kaybedeceğimiz zamandan, emekten ve gelecek neslimizin yaşayacağı ortamdan, çocuklarımızın yarınından yana. Batı’nın tabandan tavana bir hareketle sahip çıktığı demokratik bir ortam için çaba gösterirken bir sivil toplum kuruluşunun, Kimse Yok mu’nun siyasi kaygılarla üçüncü denetimi geçirmesi, çalışma koşullarının zorlaştırılması, algı yönetimiyle halk arasında itibarsızlaştırmaya yönelik söylemlere maruz kalması kimin ve neyin menfaatine olabilir? Ülke ve dünya insanına katkı sunmayacağı bir gerçek. Bilakis insani ve kalkınma yardımlarına karşı duyulan ihtiyaca verilen cevabın kesilmesine yönelik olması kişilerin sahip olduğu yardım etme duygusuna da zarar verecektir. Yalan haberlerle oluşan algı yönetimi sonucunda halk genelleştirme yaparak bütün yardım yapan sivil toplumlarına karşı “Acaba yardımı yerine ulaştırmıyorlar mı?” sorusunu zihinlerine yerleştirecektir. Bunun ardından ise, hayırseverliğe, yardımlaşmaya ve dayanışmaya karşı duyarsız davranışların gelmesi oldukça doğal bir sonuç. Dünyada bunca insanlık sorunu varken; çatışma ve savaşlar sonucu bebekler, kadınlar ölüyorken, açlık ve susuzluğa çare bulmamız, eğitimi için destek bekleyen gençlerin geleceğine destek olmamız özellikle yetimlerin çağrısını duymamız gerekirken bırakın lütfen sivil toplum kuruluşları adı ne olursa olsun, işlevlerini insanlık için yerine getirsinler. Destek olamıyorsak bile iyiliğe engel olmayalım. Su henüz kaynama noktasına ulaşmadan.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.