Related Articles
Fethullah Gülen Hocaefendi ruhunun ufkuna yürüdü
Fethullah Gülen Hocaefendi 83 yaşında vefat etti. Uzun yıllardır mücadele ettiği rahatsızlıkları sebebiyle hastaneye kaldırılan Gülen, yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Uzun yıllardır ABD’de sürgün hayatı yaşayan Hocaefendi’nin vefat haberi Herkul.org sitesinden duyuruldu.
Herkul.org’dan yapılan ikinci açıklamada, ”Değerli Dostlarımız, Hocamız 20 Ekim 2024’te bir suredir tedavi gördüğü hastanede akşam saat 21.20’de ruhunun ufkuna yürümüştür. Doktorları ilerleyen saatlerde hastane süreci ile ilgili açıklama yapacaktır.” ifadeleri kullanıldı.
FETHULLAH GÜLEN KİMDİR?
Doğumu ve Ailesi
Fethullah Gülen, 11 Kasım 1938’de Erzurum’un Pasinler ilçesine bağlı Korucuk Köyü’nde dünyaya geldi. Fakat o dönemin şartları gereği nüfus kaydı geç yaptırıldığı için kimliğinde yer alan doğum tarihi 27 Nisan 1941’dir. Annesi köyün Kur’ân hocası olarak da bilinen Refia Hanım, babası ise köyün imamı Ramiz Efendi’dir. Hocaefendi’nin beşi erkek ikisi de kız olmak üzere yedi kardeşi vardır. Kız kardeşlerinin isimleri Nurhayat ve Fazilet; erkek kardeşlerinin isimleri ise Sıbgatullah, Mesih, Hasbi, Salih ve Kutbettin’dir. Fazilet, Fakirullah ve Nizameddin ismindeki üç kardeşi ise küçükken vefat etmiştir. Erkek kardeşlerin en büyüğü Hocaefendi’dir.
Çocukluk Yılları ve Eğitim Hayatı
Hocaefendi çocukluğunu Korucuk Köyü’nde geçirdi ve 1946 yılında burada ilkokula başladı. Fakat imam olan babası, Alvarlı Efe Hazretlerinin istek ve talebi üzerine 1949 yılında Alvar Köyü’ne gidince ilkokulu yarıda bırakmak zorunda kaldı ve daha sonra dışarıdan imtihanla tamamladı (1958). Alvar’da kaldığı süre içerisinde iki yaz yaya olarak Hasankale’ye (8 km) gidip gelerek talim ve tecvit dersleri aldı. 1952 yılının sonlarına doğru Erzurum’a gitti ve 6 yılı aşkın bir süre Erzurum’da kalarak medrese eğitimini tamamladı. 1954 yılında Erzurum’da ikamet etmekte iken birer saat arayla dedesi Şamil Ağa ve babaannesi Munise Hanım vefat etti.
Risale-i Nur ile Tanışması
Fethullah Gülen, Erzurum’da medresede okuduğu yıllarda Risale-i Nur eserleriyle tanışmış, Bediüzzaman Said Nursi’nin fikirlerine muttali olmuş ve bunlar karşısında âdeta büyülenmiştir. Buna vesile olan kişi ise Mehmet Kırkıncı Hoca’dır. Hocaefendi 1956 yılında Kırkıncı Hocayı tanımış ve onun daveti üzerine haftalık Risale derslerine katılmaya başlamıştır. Aynı yıl Bediüzzaman’ın talebelerinden Muzaffer Arslan’ın Erzurum’a gelmesi, Hocaefendi’nin de onun derslerine katılması onu derinden etkilemiştir. Terzilik yapan Mehmet Şergil’den Risale-i Nur eserlerini temin etmiş, bunları büyük bir iştiyakla okumuş ve çevresine de okutmuştur.
Edirne Vazifeleri ve Askerlik Dönemi
Hocaefendi’nin dinî değerlere sıkı sıkıya bağlı bir yer olan Erzurum’dan sonraki durağı, doğuya nispetle dine daha mesafeli bir yaşantının hâkim olduğu Edirne oldu. Her ne kadar Edirne’ye sadece Ramazan ayı boyunca vazife yapmak için gittiyse de 1959’dan 1965 yılına kadar orada kaldı ve bu süre zarfında imamlık, vaizlik ve Kur’ân kursu hocalığı yaptı. Askere de 1961 yılında Edirne’den gitti ve 1963 yılında askerliğini tamamladı. Askerde iken geçirdiği rahatsızlık sebebiyle hava değişimi izni aldı ve ayrıldığı Erzurum’a ancak dört yıl aradan sonra dönebildi.
Tarihler 31 Mart 1965’i gösterdiğinde tayini merkez vaizi olarak Kırklareli’ne çıktı ve Hocaefendi için yeni bir yolculuk daha başladı. Cuma günleri, bayramlarda ve Ramazan ayında yatsı öncesi Hızırbey camiinde vaazlar verdi. Bunların yanı sıra belli günlerde hanımlar için diğer camilerde de vaaz etti. Konuşma yapmak üzere kahvehanelere gitti, esnafları ziyaret etti, farklı programlara katıldı.
İzmir Merkez Vaizliği
Ne var ki buradaki ikameti kısa sürdü. Yaklaşık sekiz ay vazife yaptıktan sonra Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı olan çok sevdiği Yaşar Tunagür’ün ısrarları üzerine 1966 yılında yeni tayin yeri olan İzmir’e intikal etti. Buradaki vazifesi de merkez vaizliği oldu. Vaizlik göreviyle birlikte Kestanepazarı Derneği Kur’ân Kursu’nda 1971 yılına kadar gönüllü olarak hocalık ve idarecilik de yaptı.
Bu süre zarfında Diyanet tarafından bazı yurt dışı görevlendirmeleri de oldu. 1968 yılında hacıların durumunu tetkik ederek yapılacak iyileştirme çalışmalarıyla ilgili bir rapor hazırlamaları için Denizli ve Eskişehir müftüleriyle birlikte görevli olarak hacca gönderildi. Onun diğer bir yurt dışı görevlendirmesi ise Almanya’dır. Oradaki Türklerin talepleri üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı 1977 yılında Gülen’i Almanya’ya göndermiştir. O da Almanya’nın farklı illerinde vaaz ve konferanslar vermiştir.
İzmir’de bulunduğu dönemde bu görevlerinin yanı sıra kahvehane sohbetleri başlattı, vaaz vermek üzere Ege Bölgesi’nin değişik il ve ilçelerine gitti, 1975-76 yıllarında Türkiye’nin farklı illerinde konferanslar verdi. Bu vesileyle daima halkın içinde oldu ve onların soru ve sorunlarıyla yüzleşti.
12 Mart ve Tutukluluk Günleri
Türkiye tarihinin önemli hâdiselerinden biri olan 1971’deki 12 Mart Muhtırasından etkilenenlerden birisi de Fethullah Gülen Hocaefendi oldu. 3 Mayıs günü 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 163. Maddesi’ne dayanılarak laik Türk devlet düzenini yıkıp bir “din devleti” kurmak için “propaganda yapmak” gibi yoruma açık ve muğlak bir iddiayla tutuklanan Hocaefendi, 6.5 ay tutuklu kaldıktan sonra 9 Kasım’da tahliye edildi. 33 sayfalık iddianamede, Hocaefendi ve arkadaşlarının dinî kitaplar okuması dışında hiçbir somut delilin bulunmaması, bu davanın hukukî değil, siyasi bir dava olduğunu göstermektedir. Nitekim bir sıkıyönetim görevlisi de kendisine, “Solculardan bazı kimseleri topladık. Sizin kesimden de birilerini toplamamız lazımdı.” demiştir.
Tahliye Sonrası Edremit ve Manisa Vazifeleri
Tahliye edildikten sonra görev istemek için Diyanet’e başvursa da sıkıyönetim sebebiyle olumlu cevap alamadı ve bunun üzerine Erzurum’a döndü. Kısa bir süre orada kaldıktan sonra tekrar İzmir’e dönerek Salepçioğlu ve Alsancak camilerinde vaaz vermeye başladı. Kendisine vaaz yasağı gelip İzmir’den sürülmesi konusunda Diyanet’e sıkıyönetim tarafından baskı yapılınca, gitme niyeti olmasa da Edremit’e tayin istedi ve 23 Şubat 1972’de Edremit merkez vaizliğine atandı. Fakat tayin edildikten sonra İzmir’den ayrılmak istemediği için orada kalmaya devam etti. Daha sonra Edremit müftüsü ve Edremit eşrafından Hacı Arif Çağan’ın ısrarlı tekliflerine dayanamadı ve yeni görevine başladı. Buradaki vazifesi iki yıl sürdü.
Hocaefendi’nin Edremit’ten sonra vaizlik görevini devam ettireceği yeni adresi Manisa oldu ve 29 Haziran 1974’te oraya tayin edildi. Manisa’ya geçmeden önce Erzurum’a uğrayarak anne-babasını ziyaret etti. Yeni tayin yeri Manisa’ya gitmek üzere Erzurum’dan ayrıldıktan bir hafta sonra 20 Eylül 1974’de babası vefat etti. Hocaefendi’nin Manisa’daki görevi de iki yıl sürdü ve 28 Eylül 1976’da yeni bir tayinle İzmir Bornova’ya geldi. 1972-1976 yılları arasında Edremit ve Manisa’da görevi gereği periyodik vaazlarına devam ederken İzmir’de ikamet etmeyi sürdürdü.
İzmir ve Yoğunlaşan İrşad Vazifesi
Tekrar İzmir’e tayini çıktıktan sonra vaazlarına yoğun bir şekilde burada devam etti. Her vaazının kendi içinde sistematik olması, hiç kesintisiz akıcı konuşması, konu bütünlüğünü koruması ve ses tonundaki samimiyet herkesi etkiliyordu. Gezici vaiz olarak tek seferlik verdiği vaazlarda insanların yeni nesle sahip çıkmaları gerektiği üzerinde duruyordu. Seri vaazlarında ise iman ve İslâm esaslarının temellerini anlatıyordu. Onun bu vaazları 1980’deki 12 Eylül darbesine kadar devam etti. Darbeden sonra şartlar değişti ve İzmir’de görevini devam ettirebileceği müsait bir ortam kalmadı. Her ne kadar 25 Kasım 1980 tarihinde Çanakkale merkez vaizliğine tayini çıktıysa da içinde bulunduğu şartlar yeni görevine başlamasına elvermedi. Bu sebeple 20 Mart 1981’de vaizlik görevinden istifa etti ve 1986 yılına kadar çok sevdiği kürsülerden ve cemaatinden uzak kaldı.
12 Eylül – Sıkıyönetim – Gaybubet Yılları
Darbeden sonra İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı’nın çıkardığı yakalama kararı ile Hocaefendi’nin ismi de arananlar listesine eklendi ve onun için oldukça çileli ve ızdıraplı geçecek altı yıllık bir süreç de başlamış oldu. Hakkında somut bir suçlama olmadığı, hukuk askıya alındığı, yargılamaları siyasi düşünce yönlendirdiği ve darbecilerin niyeti bilinemediği için bu süreçte teslim olmak istemedi ve 14 Ocak 1986’da Burdur’da göz altına alınacağı âna kadar sürekli yer değiştirdi. Burdur’da yakalandıktan sonra İzmir’e getirildi. Fakat hakkında ne bir yakalama ne de tutuklama emri vardı. İzmir sıkıyönetim komutanının çıkardığı arama emrinin geçersiz olduğu da öğrenilince serbest bırakıldı.
Bu altı yıllık süre Hocaefendi açısından oldukça sıkıntılı geçti. Fakat o, bu dönemde bile tanıdığı kişilerle sık sık bir araya gelmeyi, onları moral ve motivasyon yönüyle takviye etmeyi, İzmir’e geldiği yıllarda başlayan ve yavaş yavaş büyüyen Hizmet faaliyetlerine destek vermeyi bırakmadı. Anadolu’yu dolaşma imkânı buldu; farklı yerlerde bir araya gelen sevenleriyle buluştu ve onlara sohbet etti. Türkiye’nin farklı illerinde askerlik yapan bazı arkadaşlarını ziyaret etti. 1979 yılında yayın hayatına başlayan Sızıntı dergisi için şartların zorluğuna aldırmadan yazılar yazmaya devam etti; hatta bir seferinde başyazıyı imkânsızlıktan dolayı bir çimento kâğıdına yazdı. Öğrencilerine ders okutmaktan hiçbir zaman kopmayan Hocaefendi bu dönemde de araba yolculuklarını bile değerlendirerek bu âdetini sürdürdü. 1985 yılında bir grup ilâhiyat fakültesi öğrenci ve mezunlarından teşekkül eden bir ders halkasına düzenli ve sistematik olarak ders okutmaya başladı.
Gaybubet Sonrası İlk Vaaz
Hocaefendi altı yıllık aradan sonra Miraç gecesine denk gelen 6 Nisan 1986 tarihinde Çamlıca Camiinde verdiği ilk vaazla yeniden kürsülere döndü ve 16 Haziran 1991 tarihinde yaptığı son vaazına kadar fahrî olarak vaizlik görevine devam etti. Bu dönemde 13 Ocak 1989 yılında Valide Sultan Camiinde Sonsuz Nur kitabının da oluşmasını sağlayan vaaz silsilesine başladı. 62 hafta süren bu cuma vaazlarında yeni ve farklı bir metot kullandı ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.s) hayatını sık sık günümüzle de ilişkilendirerek anlattı.
Bu yıllardaki vaazlarının önemli bir kısmı, İstanbul’daki Fatih, Süleymaniye ve Sultan Ahmet gibi selatin camilerinde, -daha önce mütevazi camilerde, mütevazi topluluklara yaptığı vaazlardan farklı olarak- büyük kalabalıklara yapıldı. Hocaefendi bu zaman zarfında sık sık İstanbul’a gidip gelmeye başladı ve bu vesileyle İzmir’den sonra İstanbul’da da onu seven ve takip eden ciddi bir kitle oluştu. 1986-87 yıllarından sonra yılın belli aylarında İstanbul’da ikamet etmeyi âdet edindi. 1995’ten, 1999’da Amerika’ya gideceği zamana kadar da İstanbul’u sürekli ikamet yeri hâline getirdi. Böylece Erzurum, Edirne ve İzmir’den sonra İstanbul yılları da başlamış oldu. 28 Haziran 1993 tarihinde, İzmir’de ikamet etmekte olan annesi Refia Gülen’i kaybetti.
Açılım ve Diyalog Günleri
Hocaefendi, doksanlı yılların ortalarında sık sık medyaya konu olmaya başladı, farklı televizyon kanallarına konuk edildi ve kendisiyle birçok röportaj yapıldı, ülke genelinde iyice tanınan ve bilinen bir şahsiyet hâline geldi. Tabii bir taraftan da bu yıllarda diyalog ve hoşgörü faaliyetleri adına başlatmış olduğu çalışmalar, Papa John Paul II ile görüşmesi, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit gibi siyasilerle yaptığı görüşmeler, yurt içi ve yurt dışında bulunan Hizmet hareketine bağlı eğitim müesseselerinin sayısının her geçen gün artması özellikle dine mesafeli bir kesimin eleştiri oklarını onun üzerine çekti.
Amerika Günleri
Fethullah Gülen 1999 yılında sağlık sorunlarından dolayı Amerika’ya gitti. O dönemde birçok medya organı tarafından ortaya atılan asılsız iddia ve iftiralarla aleyhinde ciddi bir karalama kampanyası başlatıldı ve kamuoyu yanlış yönlendirildi. Bu sebeple Hocaefendi de böyle bir ortamda Türkiye’ye dönmesinin doğru olmadığını düşünerek bir süre orada beklemeyi tercih etti. Fakat Türkiye’de belli kesimlerin kendisine ve Hizmet hareketine karşı sürekli alarmda olmaları ve bir türlü sağduyulu, insaflı ve hakperestçe bir yaklaşım ortaya koyamamaları sebebiyle Amerika’daki ikameti günümüze kadar uzadı.
Fethullah Gülen için hususiyle Amerika’ya ilk geldiği yıllar çok sıkıntılı geçer. Hiç şüphesiz bunun en büyük sebebi, hemen her gün medyada hakkında çıkan iftira dolu haberler ile Türkiye’de aleyhine açılan davadır. Fakat bunun yanı sıra çok sevdiği vatanını terk etmesi, samimi dost ve arkadaşlarını arkada bırakması ve Hizmet gönüllüleriyle ayrı düşmesi de onun hüznünü artıran diğer faktörlerdir. Ayrıca sohbet etme, talebelerine ders okutma, sevenleriyle hasbihâl etme, farklı yerlerden gelen ziyaretçilerinin sorularını cevaplama gibi oldukça yoğun geçen günlerinin ardından, etrafında sadece üç beş kişinin yer aldığı yeni bir mekânda yaşamaya başlaması da hiç şüphesiz onu ciddi etkilemiştir.
Bir kesim tarafından kasıtlı olarak sözlerinin farklı yerlere çekilmesi, en masumane hizmetlerin hiç olmayacak yorumlara tâbi tutulması ve tabiri caizse birilerinin sürekli “öküz altında buzağı arama” gayretleri de onun cebrî olarak başlayan bu yalnızlığını sonraki yıllarda iradî olarak devam ettirmesinde etkili olur. Amerika’daki “halvethane”sinde, özellikle ilk yıllarda, mecbur kalmadıkça bulunduğu binanın dışına çıkmaz, ziyaret tekliflerini genellikle geri çevirir ve bulunduğu mekânda tam bir inziva ve halvet hayatı yaşar.
Amerika’da kalışı uzadıkça vatan hasreti içini yaksa ve Türkiye’de olup bitenlere derinden üzülse de bu gidişinin üzerinden 2-3 yıl geçtikten sonra yavaş yavaş ziyaretçileri artmaya başlamış, en azından herkul.org sitesinden yayınlanan sohbetleri ve sevenleri tarafından buraya gönderilen mesajlarla teselli olmuş, ilâhiyatçı talebeleriyle İslâmî ilimlere dair ders müzakere etmeye kaldığı yerden devam etmiş ve her geçen gün bulunduğu mekânda yaşanan hayat canlanmaya başlamıştır.
Sonraki yıllarda ise Hocaefendi’nin yaşadığı mekân ciddi bir cazibe merkezi hâline gelir ve farklı yerlerden gelen ziyaretçilerinin manevî açıdan doyuma ulaşıp ayrıldıkları bir yer olur. Çünkü Hocaefendi gece kılınan teheccütlerle, namazlardan sonra yapılan tesbihatlarla, sabah-öğle arası müzakere edilen ilmî kitaplarla, ikindi sonrası yaptığı “bamteli” sohbetleriyle, akşam namazı öncesi birlikte yapılan dualarla ve diğer müsait vakitlerde ziyaretçileriyle yaptığı hasbihallerle bu mekânı manevî ve ruhî hayatın dolu dolu yaşandığı bir yer hâline getirir.
Hocaefendi’nin önceki yıllarda olduğu gibi Amerika günlerinde de oldukça disiplinli ve planlı bir hayatı vardır. Günün hangi saatinde ne iş ile meşgul olacağı az çok bellidir. Ezanı müteakip hemen kılınan namazların ve vakti sabit olan yemeklerin yanı sıra talebeleriyle yaptığı derslerin, bamteli sohbetlerinin, misafirlerine ayıracağı vaktin, dergilere yazacağı yazıların vs. her birinin belirli bir vakti vardır.
Hocaefendi -hususiyle kendisini tanıyıp sevenler açısından- yanına gelen misafirlerin de “Kamp”ın sabit programları dışında kalan zamanlarda aktüel konulara girmemelerini ve vakitlerini kitap okuyarak veya ibadet ü taatle meşgul olarak geçirmelerini ister. Hatta misafirlerin kaldığı yerlerin duvarlarına bu mealde bir tavsiye yazısı astırır. Burada misafir olarak kalan kişilerin malâniyata girmelerini ve güft u gûlarla meşgul olmalarını istemez. Bilakis bulunduğu mekânın ilimle meşgul olunan, Allah’a ibadet edilen ve manevî açıdan doyuma ulaşılan bir yer olmasını arzular. Oranın bu hususiyetinin farkında olan misafirler de bu konuda olabildiğince dikkatli olmaya çalışırlar.
Gülen 20 Ekim 2024’te ruhunun ufkuna yürüdü.