Ayşe Göktürk Tunceroğlu’nun avucundaki dünyada neler var?

Ayşe Göktürk Tunceroğlu’nun avucundaki dünyada neler var?

29 yıldır ABD yaşayan gazeteci yazar Ayşe Göktürk Tunceroğlu ile son kitabı ‘Avucumdaki Dünya’, Türkçe, edebiyat ve Amerika’da yaşam üzerine konuştuk.

 

–      Yeni kitabınız ‘Avucumdaki Dünya’ ’yı merak edenler için nasıl tanımlarsınız?

Dünya yuvarlağı üzerine düşmüş insanoğlunun hikâyesi. Yedi milyar insanız. Yedi milyar ayrı hikâye. Aynı zamanda hepimizinki aynı hikâye. Balzac “İnsanlık Komedyası” diyor ya, komedi mi, trajedi mi emin değilim ama bir insanlık hikâyesi var yerkürede. Onu bir parça, bir ucundan yazmaya çalışıyorum.

 

–     Bir yazar olarak dünyayı avucunuzda hissediyor musunuz?

Bazen hissederim. Bazen o duygu gelir insana.

 

–       Sosyal medya sizi nasıl etkiledi/etkiliyor?

 

Sosyal medya günümüzün mühim bir realitesi. Fakat ben çok ortasında olduğumu söyleyemem. Kenarından köşesinden diyelim. Aslında internet denen “şey” dünyayı avucumuzun içine getirdi. İnternetin hayatımıza getirdikleri çok heyecan verici. Yalnız sosyal medyayı biraz gayri ciddi bulduğumu da söylemeliyim. Bu da tabiatının gereği. Kitlenin iletişim organı ve hemen hemen kontrolsüz.

 

ayse 2–      Bir önceki kitabınız “Gurbet Dediğin”de çeşitli yönleri ile gurbeti mercek altına almıştınız. Peki “Avucumdaki Dünya” neler anlatıyor?

 

Biraz önce de söylediğim gibi, dünyanın farklı yerlerinden insan hikâyeleri. Benim hayatımdan, çevremde tanıdığım insanların hayatından kesitler. Mekân olarak Amerika ağır basıyor. Amerika’da yaşayan, yahut Amerika’ya gelip giden, yahut bu ülkeyi bir parça tanıyanların kendinden birşeyler bulabileceği hikâyeler. Bu ülkeyi merak edenlere de bir pencere açabildiğimi sanıyorum. Gerçi içinde başka yerlerde geçen hikâyeler de var.

 

–      Sizi daha önce hiç okumamış olanlar için öykülerinizi nasıl tarif edersiniz? Neler anlatıyorsunuz?

 

Edebiyatın malzemesi insan. İnsanı anlatıyoruz. İnsanın hayalleri, hayal kırıklıkları, iç sıkıntıları, sevinçleri, dertleri, keyifleri, huzursuzlukları, çelişkileri… Yerinden yurdundan kopan insanların çalkantıları. Giden insanlar, arkada kalan insanlar… Gurbet ve sıla bende her zaman mühim bir yer tutuyor. Hatıraları, geçmiş zamanı da bolca kullanmayı severim hikâyelerimde. Geçmiş zaman bir sanat deposudur. Zaman hepimiz için bir muamma. Bu muammayı kurcalamayı severim. Hikâyelerim daha çok şiir ve masal kutbuna yakındır. Sürprizler yapmayı severim.

 

–      Yazmaya nasıl başladınız?

 

Ayse 3Onbir yaşımda başladım. Şiir yazarak. İlk şiirlerim o zaman Doğan Kardeş, Çocuk Bahçesi gibi dergilerde yayımlanmıştı. Ama daha sonra şiir yazmadım. Şiiri çok severim, yalnız kendim yazmak için düz yazıyı seçtim.

 

 

 

–   Günde kaç saat yazıyorsunuz?

 

 

Yazmaktan anladığımız, sadece, masa başına geçip kâğıt üzerine, yahut bilgisayar başında yazmaksa, bu hergün yapılmaz bence. Yazmak bir büro işi değil. Sabah 9, akşam 5… O şekilde çalışan yazarlar da olabilir tabiî. Ben onlardan değilim. Hergün şu kadar saat yazmalıyım diye şart koşamam kendime. Bence yazmak öncelikle bir zihin faaliyeti. Masa, kâğıt, kalem, bilgisayar şart değil. Ve bu mânâda her yerde yazabilirsiniz. Mutfakta çorba karıştırırken, ütü yaparken, direksiyon başında, yürürken, hatta başınızı yastığa koyduğunuzda… Yani uyumadığınız saatlerde “yazıyorsunuz” demektir. Zihin faaliyeti olarak yazma işinin ardından kâğıda dökmeye sıra gelir. Her gün masa başında geçirdiğim toplam süre yedi-sekiz saati bulur. Ama buna okuma, araştırma da dahil.

 

–   Yazmanın yanı sıra çeviri çalışmaları da yaptınız. Onlardan biraz bahsedebilir misiniz?

 

İstanbul’da bir yayınevi Michael Moore’un iki kitabını çevirmemi istemişti. Moore’un ABD’nde çok popüler olduğu yıllarda. Kitapları yeni çıkmıştı. “Aptal Beyaz Adamlar” ve “Ahbab, Memleketim Nerde?” isimleri ile iki çeviri yaptım Moore’dan. Sonra yine başka bir yayınevi Edward Taşçı’nın kitabını çevirmemi istedi. “Ermeni İddiaları, Gerçekler Söylenmelidir” adı ile onu da yayımladık. Edward Bey’i hatırlıyorsunuz tabiî. Ermeni asıllı bir Amerikalı’ydı, anne babası Osmanlı vatandaşı, sonra buraya göçmüşler. Amerika’daki Türk toplumunun sevdiği, saygı duyduğu bir isimdi. Ayrıca kızılderililerle ilgili iki kitap derledim İngilizce kaynaklardan: Kızılderili Hikmetleri ve Kızılderili Hikâyeleri.

 

–   En çok hangi kitabınızı seviyorsunuz? Niçin?

 

Kitaplar insanın çocukları gibi. Nasıl çocuklarınızı birbirinden ayıramazsanız kitaplarınızı da ayıramazsınız. Herbiri sizin kıymetlinizdir.

 

–   Seyahat etmeyi cok seviyorsunuz ve seyahat yazılarınız Türkiye gazetesindeki köşenizde yayınlandı. Şimdiye kadar nerelere gittiniz?

 

Evet, gazetede de yazdım seyahatlerimi, ama asıl seyahat yazılarımı Türk Edebiyatı Dergisi’nde yazarım. Bir gazete köşesi malûm, dardır! Dergi sayfalarında düşünce ve duygularımız daha serbestçe at koşturabiliyor. ABD’yi saymazsak, Avrupa ülkelerini gezdim, sonra Karayip adalarını… Bunu özellikle söylüyorum Karayipler’e Türk Adaları’na gitmek için gittim. Sonra Ekvador, yerkürenin ortası olduğu için oraya gittim. Sonra Azerbaycan, Balkan ülkeleri… Daha eksik çok!

 

–   Bundan sonra nereleri görmek istiyorsunuz?

 

Görmediğim her ülkeyi görmek isterim. Dünya görmeye değer diye düşünüyorum. Görmediğim her yeri merak ediyorum. Merak etmek, benim çok üzerinde durduğum, sevdiğim bir kelimedir. Merak etmeyen insan yerinde sayar.

–   Yeni bir seyahat planı var mı?

 

Evet, var. İspanya üzerinden Fas’a gitmek istiyorum. Yani Cebelitârık’tan geçmek. Bunu küçük oğlum yaptı, ballandıra ballandıra anlattı, ben henüz yapamadım. İnşallah ilk fırsatta niyetim, bu gezi.

 

–   Yeni bir seyahat kitabı projesi var mı?

 

Elbette. Söz ettiğim, bu İspanya üzerinden Fas gezisinden sonra şimdiye kadar gittiğim ülkelerle ilgili yazılarımı bir araya getirmek istiyorum. Kitabın adı da hazır!

 

– ABD’de yaşamak yazın hayatınızı nasıl etkiledi/etkiliyor?

 

Memleketten ayrılık kaleminize ister istemez tesir ediyor. Gurbet mürekkebe buruk bir tad katıyor galiba. Öte yandan dünyayı daha geniş bir perspektiften görmeye de başlıyorsunuz. İnsanın hikâyesinin her yerde birbirine çok benzediğini farkediyorsunuz. Bu önyargıları kırıyor, empati duygusunu, hoşgörüyü arttıyor.

 

–   Sizi en cok kimler okuyor?

 

Bilmem. Bunu bilebilir miyiz? Yirmibir yıl gazetede köşe yazdım. Ülkenin veya dünyanın her yerindeki vatandaşlarımdan mektuplar almışımdır. Genç, yaşlı, kadın, erkek, farklı mesleklerde okuyuculardan.

 

–   Siz en cok kimleri okuyorsunuz?

 

Yeni çıkan kitapları okumaya çalışırım. Hikâye, roman, deneme. Tarih okumayı severim. Biyografi okumayı severim. Bu ara İlber Ortaylı’yı okuyorum.

 

–   Hep yazmak istediginiz ama henüz yazamadığınız bir proje var mi aklınızda?

 

Evet var. Tezgâhta biraz önce söz ettiğim seyahat kitabı ile bir deneme kitabı var. Fakat bunun dışında başka birşey var ki yıllardır hayal ederim. Bu konuyu Türk Edebiyatı Dergisi’nde de yazdım, 2003 yılında Ankara’da katıldığım Türk Dünyası Kadınlar Kurultayı’na tebliğ olarak da sundum. İstanbul’da ilgilenen bir yayınevi de var ama sadece benim elimin altından çıkacak bir proje değil, bir takım çalışması olması gerekir diye düşünüyorum. Bu takım çalışması ortamını henüz gerçekleştiremedik. Bu kadar girizgâhtan sonra açıklayayım. An American Girl serisini bilirsiniz. ABD çocuk edebiyatında bir kitap serisi olmayı aşmış, bir sektör olmuştur. Kitapların dışında bebekleri, elbiseleri, aksesuarları, dergileri, kulüpleri… Farklı devirlerden ilkokul çağı kız çocukları ve onların hayatları etrafında ABD tarihi anlatılıyor. Her kız için altı adet kitap var. Bu seriyi Türk tarihine uyarlayacağız. An American Girl , bir kızılderili kızı Kaya ile başlar. Serinin birinci kitabı Kaya’nın hikâyesidir. Sonra Felicity, istiklâl savaşı öncesi, Koloni dönemi. Devam edip gider. Seri son kitabında İkinci Dünya Savaşı yıllarına gelir. Hatta son yıllarda yeni karakterler ilâve edildi, çünkü çok sevilen bir dizi. Ben de, hatta birinci kitabı yazdım. Müsvedde henüz. Ötüken ormanlarında Umay isminde bir kız. Umay’ın hikâyesi Ergenekon’dan çıkış ile biter. Sonra devam etmesi gerek. Selçuklular çağı, Malazgirt ile Anadolu’ya giriş, Osmanlı’nın kuruluşu, İlerleme Devri, Lâle Devri, Tanzimat, Meşrutiyet, Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet… Yani Türk tarihinden sekiz on devir seçilecek, o devirlerde ilkokul çağında bir kız çocuğunun hayatı, ailesi, çevresi, onun gözünden dünya, olup bitenler, zamanın âdetleri… Bu proje beni anlatırken bile heyecanlandırıyor. Tarih eğitiminin çok zevkli ve etkileyici bir yolu diye düşünüyorum. Ama dediğim gibi tarihçisi, ressamı, psikoloğu ile takım çalışması gerektiren bir iş. Ekibin önce An American Girl serisini incelemesi gerekir. Baştan savma olmamalı, ciddiye alınmalı. Bakalım belki birgün gerçekleştirebiliriz.

 

 

 

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.