‘Paralel paranoyası’ ekonomiyi batırıyor
Bir ekonominin işlerliği ve bu işlerliğin sürdürülmesi için kurallar bellidir aslında. Mevcut hükümet ilk dönemlerinde bu kuralı iyi okudu ve uygulamaya koydu.
Ekonominin o dönemde dibe vurmuş olması, uluslararası arenada yaşanan krizlerden sığınacak liman arayışındaki sermayeye güven veren duruş ve ülkenin sosyal, ekonomik ve doğal kaynaklarını eşgüdümlü bir şekilde harekete geçirme kabiliyeti ekonomide sıçrayışı sağladı. Başta kötü duruşa son vermek ve siyasi istikrarın sağlanmış olması bile ekonomide işlerin iyi gittiği algısını oluşturmaya yetti. Üstüne üstlük hükümet bu dönemde kendisine yetişmiş bir işgücü bulma şansını da elde etti. Hükümetle uyumla çalışan ve kendi menfaatlerinden çok ülkelerinin menfaatlerini önceleyen bu kadrolarla birçok kurumda ciddi reformlar yapıldı. Bu kadrolarda yer alan insanlar; siyasi tercih olarak AKP’yi kendilerine yakın buldukları gibi, çocuklarının eğitiminden seyahatlerini planlamaya, tatillerini geçirecekleri yerden inançları gereği yapacakları yardım ve sadakalara kadar her alanda güven duydukları kişi, kurum ve cemaatlere yöneldi. Mesela bugün paralel ilan edilen ve operasyonlara maruz kalan kadroların neredeyse tamamı yakın zamana kadar AKP’li olarak bilindiği için taraflı davranmakla eleştiriliyordu. Sadece çocuklarını güvenli buldukları okullara kaydettikleri veya kurbanlarını yurtdışında kesilmek üzere belirli kuruluşlara bağışladıkları için fişlenen ve tasfiye edilen bu insanlar tüm ülkenin kaybıdır.
İnsan kaynaklarında yaşanan bu kayba ilave olarak ekonominin can damarını oluşturan firmalara yönelik de büyük bir taarruz başlatıldı. Nitekim Vergi Denetim Kurulu Başkanı bu görevi kimseye teslim edemeyecek kadar önemli bulmuş olacak ki; mevcut incelemelerin hangi safahatta bulunduğunu bizzat görmek için geçtiğimiz hafta İstanbul’a geldi. Toplantılarda üstü kapalı olarak bu incelemelerin titizlikle yapılması, baştan savma incelemeler yapılmaması ve incelemelerin acilen bitirilmesi istendi. Teşvik ve destek verilmesi gereken firmalar böylesi taraflı ve kasıtlı incelemelere, denetimlere maruz kalınca mecburen küçülmeye, yatırımları ertelemeye başladılar. Ekonominin büyümesiyle yeni istihdam alanları açmak bir yana mevcut istihdam edilenler bile işten çıkarılmaya başlandı. Bugün hedefte TUSKON üyesi sayıları 100 bini bulan firmalar yer alıyorsa da kısa zamanda ibrenin kendilerine döneceğini düşünen diğer firmalar da temkinli hareket etmeye, yeni yatırımlardan uzak durmaya gayret sarf ediyor. Hemen her gün firmalar bize yabancı ülkelerde şirket kurmanın avantaj ve prosedürünü sormaya geliyor. İşin garibi eskiden güvensiz bulunan ve insanların gitmeye cesaret edemediği Afrika ülkeleri bile Türkiye’den daha cazip hale geldi. Çünkü ülkemizde yürütme ve yasamadan sonra HSYK vasıtasıyla yargı erki de AKP tarafından ele geçirilmiş durumda. Bütün bu gelişmeler yabancı sermayeye; ülkede tek adam yönetiminin yaşandığı görüntüsü veriyor ve bu da istihdam sağlayacak müteşebbisi ürkütüyor.
Bütün bunlardan başka Cumhuriyet tarihinde ekonomik realitelerden dolayı nerdeyse her iki yılda bir çıkarılan vergi ve SGK prim alacaklarının yeniden yapılandırılmasına yönelik çalışma, fişlenmiş, kara listeye alınmış bu 100 bin firmanın getirilecek kolaylıklardan faydalanabileceği düşünülerek budandı. Büyük gürültü ve reklamlarla çıkarılan ve devletin 200 milyarlık alacağının yapılandırılmasını sağlayacak bu vergi affı da tarihin en güdük affı olarak çıkarılmış oldu. Bütçenin gelire ihtiyacının olduğu bu atmosferde, konuştuğum mali müşavirler ve işadamları bu çalışmayla daha önceki 5811 ve 6111 sayılı kanunlarla sağlanan sinerjinin elde edilmesinin mümkün olmadığını söylüyorlar. Çünkü hükümet, borçların faizinden vazgeçmediği gibi cezaları da silmiyor. Matrah artırımı, inceleme ve yargı aşamasındaki işlerle ilgili de bir düzenleme yok. Olan havuz medyası ve kanun dışı ilişkilerin finansmanında kullanılan haram paraların/kasaların affı ve böylece kayıtların sıfırlanması.
Bunca tasfiye kul hakkı değil midir?
Tasfiyelerin bir diğer sebebi de AKP’nin kendi kadrolarını kurmaya çalışmasıdır. Bu geçiş aşamasında iş bilmeyen kabiliyetsiz ve yetersiz idareciler yüzünden idarelerde büyük boşluklar yaşanıyor. 6-7 Ekim Kobani eylemlerinde görülen zafiyet, insanları artık can güvenliği korkusu duymaya itti. Yaklaşık on yıldır başarı ile çalışan ve ülkede yaşanan istikrarda ciddi katkıları olan kadrolar, paralel paranoyasıyla görevlerinden alınıyor. Mesleklerinin en verimli yıllarında göstermelik gerekçelerle bir kenara alınan ve memlekete hizmetten alıkonulan bu insanların ahı bu dünyada da ahirette de bu işin sorumluluğunu yüklenen idarecilerden çıkacaktır.
Bank Asya örneğinde görüldüğü üzere bir ülkenin ekonomisinde önemli bir enstrüman olan finans sektörünü riske atma pahasına, koca banka batırılmaya çalışıldı. Geçerli mevzuata göre herhangi bir risk unsuru barındırmamasına rağmen Bank Asya üzerinde bunca spekülasyonun yapılması ne kadar kanunsuz hareket edildiğini gözler önüne seriyor. Banka yöneticilerinin, yabancı ortak bulmak hatta bankayı tamamen satmak üzere başlattıkları çare arayışı da BDDK tarafından engellendi. Tarassut ve baskıların devam etmesi üzerine küçülme kararı veren bankanın yaklaşık yüz şubesi kapandı. Binden fazla çalışan işinden oldu. Oysa hükümetin engellediği Katarlı ortak, finans kurumuna ilave sermaye getirecekti. Ve bu da şube kapatıp çalışan insanların işine son vermek yerine yeni şubelerin açılması ve vatandaşa yeni iş imkânları anlamına geliyordu. Bu küçük örnekte bile ülkeye sermaye girmesi ve yeni istihdam sağlanması yerine hâlihazırda çalışanların bile işinden nasıl çıkarılarak işsiz hale getirildiği görülüyor.
Bütün bunlar yaşanırken Başbakan Davutoğlu’nun ekonomi yönetimine destek olmak, haksız ve taraflı uygulamalara son vermek, yatırım ve destek programları çıkarmak gibi piyasaya güven verici eylemlerde bulunmak yerine paralel paranoyasına destek vermesini, halefine öykünerek muhalefete çıkışlar yapmasını hayretle takip ediyorum. Kendi müsteşarını atayabilme yetkisini haiz olmayan Başbakan gibi diğer bakanlıklarda da bakanların halka ilişkilerden ve basından sorumlu yetkililer gibi hareket ettiklerini görüyorum. Bakanlıkları, dönemin başbakanın atadığı dar ve güvenlikçi bir ekip idare ediyor. Sayın Ali Babacan ve Sayın Mehmet Şimşek örneklerinden de gördüğümüz gibi bakanların kendi getirdikleri ve yetiştirdikleri bürokratlarının ve hatta özel kalemlerinin bile tasfiye edilmesi, yerlerine tek merkeze bağlı kişilerin yerleştirilmesi bunun göstergesi. Mesela Maliye Bakanlığı’nda bakanlık güç ve yetkisinin müsteşar Naci Ağbal’da olduğunu bilmeyen kalmadı.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment