NYT- “Mükemmel bir mülteci kampı”
Dünyadaki birçok mülteci sefaletiyle göze çarpan şartlarda yaşıyor. Fakat Kilis’te şaşırtıcı olan şey buranın hayalimizdeki mülteci kamplarına ne kadar az benzediği. Burası düzenli, hem de aykırı şekilde düzenli. Buranın sakinleri, giriş için metal detektörlerden geçmeden ve eşyalarını X-ray cihazından geçirmeden önce üzerinde parmak izlerinin bulunduğu bir kart kullanıyor. 2.053 tane birbirinin aynısı olan konteyner düzgün bir sıra içinde alana yayılmış. Çadır yok. Genellikle insan kalabalığıyla ve alt yapı eksikliğiyle beraber gelen sorunların hiçbiri yok.
Dünyadaki birçok mülteci sefaletiyle göze çarpan şartlarda yaşıyor, fakat Kilis’te şaşırtıcı olan şey buranın hayalimizdeki mülteci kamplarına ne kadar az benzediği. Burası düzenli, hem de aykırı şekilde düzenli. Buranın sakinleri, giriş için metal detektörlerden geçmeden ve eşyalarını X-ray cihazından geçirmeden önce üzerinde parmak izlerinin bulunduğu bir kart kullanıyor. 2.053 tane birbirinin aynısı olan konteyner düzgün bir sıra içinde alana yayılmış. Çadır yok. Genellikle insan kalabalığıyla ve altyapı eksikliğiyle beraber gelen çöp kokusu veya arıtılmamış lağım kokusu; bunların hiçbiri yok.
29 Nisan 2011’de ülkelerindeki sivil savaştan kaçan 263 Suriyeli sınırdan Türkiye’ye geçti. Türk hükûmeti bu kişiler için 24 saat içinde Hatay ilinde acil çadır kampı kurdu. Hükûmet, üç yıldan kısa bir süre içinde, çoğunluğu yaklaşık 800 kilometrelik Suriye sınırındaki şehirlerde bulunan ve 210 bin mülteciye hizmet veren 22 kampı idare ediyordu. 2012 yılında açılan Kilis kampı, gelen mültecilere daha iyi standartlarda bir barınak sunmayı hedefleyen altı konteyner kentten biriydi.
Kampa girdiğimizde, kendisi de Suriyeli bir mülteci olan ve Gaziantep yakınlarında bir apartman dairesinde yaşayan çevirmenim Ahmet Ajouz, kendi kendine, “Çok temiz.” dedi. Titizlikle döşenmiş yepyeni taş yollardan çöp avlayan Türk işçiler, yol yıkama araçlarının ardından yalnızca bakım yapıyorlardı.
Başka lüks şeyler de vardı: Elektrik hatları ve en azından banliyödeki nezih bir mahallede bulabileceğiniz kadar sokak lambası, McDonald’s oyun alanına benzeyen bir sürü oyun alanı, elektrik ve tesisat sorunlarını çözebilen bakım onarımcıların bulunduğu konteynerler ve yangın muslukları.
Bir sürü geniş yapı kampın okulları olarak kullanılıyordu. Burada, Suriyelilerin talebiyle kız ve erkeklerin ayrıldığı sınıflarda 2.225 öğrenci okula gidiyor. Suriyeli bir öğretmen, mülteci kampı okulunun ülkesindeki devlet okullarından çok daha iyi olduğunu itiraf etti.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), akademisyenler ve hatta mülteciler de içinde olmak üzere konuştuğum herkes buradaki yaşam şartlarının istisnai şekilde yüksek olduğunu kabul ediyor.
Gerçek şu ki -sadece kamplar olağanın dışında iyi donanımlı olduğu için değil, ayrıca Türkiye uzun süre önce kendisini cevap verme mecburiyetinden muaf tutmuş olduğu için de- teknik olarak Kilis’teki 14 bin sakin, mülteci değil, Türkiye’nin “misafiri”. Bu yalnızca anlamsal değil. 1951 yılında imzalanan Mülteci Statüsü Anlaşması, devletlerin mültecileri sınır dışı ederek tehlikeye atmasını engelliyor ve çalışma, barınma, seyahat ve kamusal yardım haklarını garanti altına alıyor. Türkiye anlaşmayı imzaladı, fakat yalnızca “coğrafi bir kısıtlamayla”: Şartlar yalnızca Avrupa’dan gelen mültecilere uygulanıyor.
Türkiye’nin etnik ve kültürel bağları olan mültecileri kucakladığı kayda geçmiştir; 1989 yılında Bulgaristan’dan 300 binin üzerinde, 90’lı yıllarda ise Bosna’dan 25 bin mülteciyi ağırlamıştır. Sebep her neyse Türkiye, savaş mağduru Suriyeli komşularına da kollarını açmaya karar verdi.
Neden Türkiye mültecilere ev sahipliği yapmaya bu kadar istekli -hem de masrafları kendi karşılarken-? Dünyadaki diğer bütün mülteci kamplarının aksine Kilis, Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği tarafından idare edilmiyor. Bunun yerine Türkiye Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), UNHCR’den kampın ana hatlarını isteyerek kendi kampını dizayn etti. Kamplarda Türk devlet görevlileri çalıştırılırken, yalnızca destek rolleri vermek suretiyle birkaç sivil toplum örgütüne de izin verdi. Görece daha az uluslararası bağışın dışında, finansal ve tüm yönetimsel sorumluluk sadece Türkiye’nin.
UNHCR Türkiye Temsilcisi Carol Batchelor, “Kamplarda Türkiye başrolde ve çok tutarlılar.” Türk hükûmetinin bakanları çalışan idari kişileri atıyor. Kamp yönetimi doğrudan bölgenin valisine rapor veriyor. Bu modeliyle Türkiye, Vandallık, hırsızlık, cinsel istismar, malzemelerin yanlış yere gitmesi gibi mülteci kamplarıyla ilgili başlıca tehlikelerin bazılarının önüne geçti. Batchelor, “14 bin insanın bu büyüklükte yaşadığı bir yerde birçok zorluk vardır. Diğer kamplarda yer alan bu tür sorunlar burada çok daha az görülüyor.” diye ekledi.
Ekim ayındaki toplantısında BM Mülteciler Yüksek Komiserliği dördüncü kalıcı teklifini yaptı: Ev sahibi topluluklara daha fazla destek verilmesi -Türkiye, Ürdün ve Lübnan’ın ani çatışmalarda bazı yollardan ayakta kalabilecek şekilde donanması, kaynaklar ve istihdam konusunda yerliler ile mülteciler arasındaki rekabetin azaltılması için alt yapının geliştirilerek yeni iş imkânlarının yaratılması gibi-. Bu teklif, şimdiye kadar aralarında kamp sistemine para pompalayan ülkeler de dâhil kimseyi heyecanlandırmadı.
Sınırda yığılmış Suriyeliler artık giriş için daha fazla süre beklese de, ekim ayında bir Türk yetkili bana, sayıları ne olursa olsun kendilerine ulaşan Suriyelilere kapılarını açacakları konusunda teminat verdi. “Biz onları dışarı atmayacağız. Bu küresel bir sorumluluktur. Eğer savaş yarın bitmiş olsa bile onlar iki üç yıl daha burada kalacaklar, çünkü evlerinde hiçbir alt yapı yok. Biz onların daha uzun süre kalmaları konusunda hazırlıklıyız.” şeklinde konuştu.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment