NY TIMES – ‘Türkiye’nin insan hakları iki yüzlülüğü’
Ortadoğu’da yeni bir siyasi düzen kuruluyor, ve Türkiye, otoriter rejimlere karşı durarak bu yeni düzenin lideri olmayı arzuluyor. Hafta başında Suriye devletinin sivillere yönelik katliamlarını kınayan Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, bu muameleyi “soykırım girişimi” olarak nitelendirmeye kadar gitti.
Türkiye’nin bölgede insan haklarını korumaya çalışması makbul bir gelişme olsa da, Erdoğan’ın Suriye’ye yönelik kınaması büyük bir iki yüzlülük. Zira, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1900’lerin başında Türk olmayan nüfusa karşı işlediği suçları inkar etmeye devam ettiği sürece, Türkiye’nin özgürlük, adalet ve insani değerleri korumaya yönelik çağrıları inandırıcı olmayacaktır.
Geçmişte Hristiyanlara karşı uygulanan soykırım ve etnik temizlik ile, Arap ve Kürt halklarının maruz bırakıldığı terör mirası, Türkiye’nin yaratmak istediği küresel Müslüman hakları savunuculuğu imajına zarar veriyor. Bu suçlar, eski Osmanlı topraklarının hafızalarında hala canlı. Türkiye’nin demokratik bir model olması, modern Türk devletinin temellerinin şiddet, insafsız nüfus mübadeleleri ve soykırım üzerine kurulduğunu kabul etmediği sürece mümkün değil.
İstanbul’daki Osmanlı devlet arşivinde çoğu zamanında “çok gizli” damgası taşıyan belgeleri kullanarak, Türkiye’nin yüzyıllık inkarı üzerindeki perdeyi aralamaya çalıştım. Bu belgeler, 1913-1918 yılları arasında Osmanlı demografik siyasetinin soykırımsal olduğunu net bir şekilde gösteriyor. Gerçekten de, “insanlığa karşı suçlar” ifadesi, hukuksal bir terim olarak ilk defa 24 Mayıs 1915 tarihinde, Ermeniler ve diğer Hristiyan sivillere yapılan soykırımı tanımlamaya yönelik olarak kullanılmıştı.
İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlılar tarafından işlenen suçları ilk önce “Hristiyanlığa karşı suçlar” olarak adlandırmışlarsa da, daha sonra, sömürgelerindeki Müslümanlardan gelebilecek ters tepkileri göz önünde bulundurarak, ifadeyi “insanlığa karşı suçlar” olarak değiştirmişlerdir.
Bugün Erdoğan İslami değerlerin küresel sözcüsü olmaya çalışıyor. 12 Haziran 2011’de partisi AKP’nin (Adalet ve Kalkınma Partisi) büyük bir çoğunlukla kazandığı seçim sonuçlarını kutlayan binlere şöyle seslendi: “…bugün İstanbul kadar, Saraybosna kazanmıştır; İzmir kadar Beyrut kazanmıştır; Ankara kadar Şam kazanmıştır; Diyarbakır kadar Ramallah, Nablus, Cenin, Batı Şeria, Kudüs ve Gazze kazanmıştır.”
Mazlum Müslümanları destekler konuşmaları kendisine popülerlik kazandırdı. Fakat Erdoğan bölgede özgürlük ve demokrasiyi korumayı gerçekten arzu ediyorsa, Ortadoğulu Hristiyanların meşru korkularına da kulak vermeli. 1915’te Avrupalı güçlerin “insanlığa karşı suçlar”ı kınayarak evrenselciliği seçtiği gibi, Erdoğan da “Müslümanlara karşı suçlar” odağının ötesine geçmeli. Zira, her mazlum halk korunmayı hak ediyor.
Suriye’de birçok Hristiyanın ve diğer başka azınlıkların Beşar Esad yönetimindeki Baas Partisi’ni desteklemesi tesadüf değil; çünkü güvenlik için özgürlüklerini feda etmeye hazırlar. Türk söylemi Suriye’deki Sünni Müslüman çoğunluğun özgürlük talebiyle uyuşsa da, Suriyeli Hristiyanların geleceğe dair korkularını gidermiyor. Aksine, Erdoğan ve onun inkârcı söylemi Suriye Hristiyanlarına 1915’i hatırlatıyor; ve bu, Türkiye’yi büyük ölçüde bir tehdit olarak görmelerine sebep oluyor.
Ortadoğu’da güvenlik, demokrasi ve geçmişle yüzleşme arasında güçlü bir ilişki var. Tarihte yaşanmış adaletsizliklerin sürekli inkârı demokratikleşmeye sekte vurduğu gibi, farklı dini ve etnik gruplar arasında sağlam ilişkiler kurulmasını da engelliyor. Bu özellikle günümüz aktörlerinin birbirlerini hâlâ atalarının kıyafetleri içinde gördükleri eski Osmanlı topraklarında geçerli. Ermeni soykırımının günümüzdeki yansımalarına ek olarak, Türkiye’de Kürtler ve Alevilere karşı işlenen kitlesel suçlar, Irak’ta Kürtler ve Araplara karşı uygulanan şiddet ile Suriye ve Lübnan’da Hristiyanlarla Müslümanlar arasında cereyan eden gerginlik günümüz siyasetini zehirlemeye devam ediyor.
AKP’nin Türkiye ve Müslüman dünyasındaki popülaritesi, Erdoğan’a bir hoşgörü döneminin öncülüğünü yapma fırsatı veriyor. Türkler, Hristiyanlara yapılan soykırımı ve diğer gruplara karşı işlenen suçları tanıyarak, insan hakları alanında lider olabilirler. Fakat, Osmanlı’nın hataları telafi edilmediği sürece, Türkiye’nin örnek bir özgürlük ve demokrasi ülkesi olma çabaları sonuçsuz kalacak. Püriten ahlakçılar ve inatçı realistler, yanlış bir biçimde, adaleti sağlamakla ulusal menfaatleri korumanın birbirine ters düştüğüne inanıyorlar. Oysa tarihteki hataları kabul etmek sadece tek tarafın kazançlı çıkacağı bir oyun değildir.
Ortadoğu’da geçmiş zaman, şimdiki zamandır. Hakikat ve [onun ekseninde] uzlaşma insan hakları ve onuruna saygılı yeni ve istikrarlı bölgesel bir düzenin kurulması için elzemdir. Türkiye davranışlarıyla örnek olmalı.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment