FOREING POLICY – “Yeni bir dönemde sıfır sorun”

FOREING POLICY – “Yeni bir dönemde sıfır sorun”

2002’deki seçim zaferinin ardından Türkiye’nin Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), hem iç hem de dış politikada azimli bir reform programına başladı. Orta Doğu, son on yıldır çarpıcı bir şekilde değişim gösteriyor ancak hükûmetimizin dış politika felsefesi hâlâ aynı. Özellikle “komşularla sıfır sorun” ilkemiz, canlı ve iyi bir şekilde devam ediyor ve bölgemizin karşı karşıya olduğu zorlukların çözümüyle her zamankinden daha ilgili.

AK Parti hükûmeti, kurulduğu andan itibaren büyük dış politika zorluklarıyla karşı karşıya kaldı. Bir yandan ABD’nin talihsiz Irak Savaşı tehdit oluştururken Türkiye, ani bir krizle karşılaştı. Diğer yandan ise Türkiye, neredeyse bütün komşularıyla kronik dış politika anlaşmazlıkları -bölgesel ilişkilerin normalleşmesine büyük engeller teşkil eden anlaşmazlıklar- yaşıyordu.

Türkiye’nin, bütün büyük siyasi gruplar arasında ara buluculuk yapmayı istediği Irak Savaşı sırasındaki ve sonrasındaki diplomasisi birçok yönden, biz AK Partinin, sonraki yıllarda üstleneceği girişimleri önceden haber veriyordu. Amacımız, Türkiye’yi komşu ülkelerle olan sorunlu ilişkilerden kurtarmak, bölgesel iş birliği yoluyla çevresindeki süregelen fay hatlarını ve gerilimleri ele almak ve tepkisel değil proaktif politikalarla desteklenen net bir dış politikayla hareket etmekti. Bu ileriye dönük dış politika, Türkiye’nin komşularına yönelik politikasının yeniden tanımlanmasına yol açtı.

Uluslararası ilişkiler alanında bir akademisyen olarak, uzun zamandır, Türkiye’nin komşularından görece uzaklaşmış olmasının en büyük nedeninin, onlarca yıldır Türk dış politika elitlerinin zihniyetine -Türkiye ve komşuları arasında fiziksel, zihinsel ve siyasi engeller oluşturan bir zihniyet- hâkim olan çerçeveyle ilgili olduğunu iddia ediyorum. Yeni AK Parti hükûmeti, Türkiye’yi çevresiyle yeniden bütünleştirmeyi umdu ve bu strateji, eski dış politika kültüründen büyük bir kopuşu gerektirdi. AK Parti, seçim platformunda, Türkiye’nin komşularıyla ilişkilerini geliştirmeye ve daha dinamik ve çok boyutlu bir dış politika izlemeye kararlıydı. Bu, akademi dünyasında savunmuş olduğum ve bu yüzden yeni yaklaşımın gerçekleşmesine kendi katkımı sağlamış olmaktan mutlu olduğum bir dış politika vizyonuydu.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Dış Politika Danışmanı olduğumda kendisine yalnızca Türkiye’nin dış ilişkilerinin yürütülmesiyle ilgili tavsiye vermek için çalışmadım aynı zamanda ülkemin dış politikasına yeni dönemde rehberlik edecek yeni fikirlerin ortaya konulması için de mücadele ettim. Dış politikamızın altı temel ilkeye dayanmasını önerdim: güvenlik ve özgürlük arasında bir denge, komşularla sıfır sorun, çok boyutlu bir dış politika, proaktif bir bölgesel dış politika, tamamıyla yeni bir diplomatik tarz ve uyumlu bir diplomasi.

Bu ilkeler değişmez olmasa da kurumsal dış politika yaklaşımımıza ilham kaynağı oldu. Hepsi birlikte, hem bölgesel krizlere yaklaşımımıza rehberlik eden hem de Türkiye’nin kendisini uluslararası sistemde önemli bir ülke olarak yeniden ortaya koymasına yardım eden, kendi içinde tutarlı bir ilkeler kümesi -bir bakıma ayrıntılı bir plan- oluşturdu.

Bu yeni ve yenilikçi düşünüş sayesinde AK Parti hükûmeti ayrıca içeride demokratik özgürlüklerin kapsamını genişletecek birçok reform da yaptı. Türkiye, kendi vatandaşlarının özgürlük taleplerini yerine getiren istikrarlı bir iç düzen olmadan dışarıda proaktif bir dış politika gündemi izleyemez.

Türkiye daha fazla iç huzur sağladıkça, ülkem, dış politika hedeflerini daha fazla gerçekleştirebilecek hâle geldi. Hükûmet, aralarında Kıbrıs meselesinin çözülmesi, Suriye ile düşmanlığın sona erdirilmesi ve Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesi çabalarının da bulunduğu ancak bunlarla sınırlı olmayan çığır açıcı birçok girişimde bulundu. Benzer bir şekilde çabalarımızı, Türkiye’nin Asya, Latin Amerika ve Afrika’da yeni ortaya çıkan aktörlerle ilişkilerini geliştirme yönünde de artırdık. Türkiye’nin yeni proaktif diplomasisinin köşe taşları hâline gelen ara buluculuktan kalkınma yardımına kadar değişen yeni dış politika araçlarını benimsedik.

Özellikle Dışişleri Bakanlığı görevine başlamamdan sonra, “komşularla sıfır sorun” Türkiye’nin en fazla tanınan dış politika ilkesi hâline geldi. Kelimenin tam anlamıyla bu, belli ki idealist bir modeldi ancak aynı zamanda Türk dış politikasındaki net bir zihniyet değişiminin de temsilcisiydi. Art arda gelen AK Parti hükûmetlerinin yönetiminde Balkanlar, Karadeniz bölgesi, Kafkaslar ve Orta Doğu ile yeniden bağlantı kurduk. Türkiye’nin dış politika gündeminde artık komşularıyla olan ve eskiden enerjisini bölgesel ve uluslararası ilişkilerde tüketen kronik anlaşmazlıklar egemen değil. Bu yüzden Türk halkı, çevresini sorun ve potansiyel tehdit kaynağı değil iş birliği ve ortaklık arenası olarak görmeye başladı.

Son zamanlardaki demokratik protesto dalgası Orta Doğu’yu sallamaya başladığında, yeni kavramsal çerçevemizin geçerliliği bir kez daha onaylandı. Bölgesel kargaşanın kökeni, Arap halkının sivil haklarına, onuruna ve bütünlüğüne saygı gösteren iyi bir yönetime ilişkin samimi talebiydi. Daha öncesinde AK Parti birçok durumda, bizim sürekli olarak ekonomimizi ve siyasal sistemimizi geliştirdiğimiz gibi, Orta Doğu’daki yöneticilerin de benzer iç reformlar yapmaya ihtiyaçları olduğunu iddia etmişti. Ne yazık ki vatandaşlarının taleplerini yerine getirmek için zamanında adım atamamaları, onları, yalnızca masum insanların ölümü ve ızdırabıyla sonuçlanmakla kalmayıp aynı zamanda bölgesel barış ve istikrara bir tehdit teşkil eden hızlı bir dönüşüme zorladı.

Böylece Arap baharı, hepimizi zor kararlar almaya mecbur bıraktı: Ya bu baskıcı yöneticilerle ilişkileri sürdürmeye devam edebilir ya da temel demokratik hakların güvenceye alınması için halk isyanlarını destekleyebilirdik. Daha da önemlisi, isyanlar, bizim yıllarca dikkatli bir şekilde geliştirdiğimiz yeni dış politikamızın fikrî temellerine de bir tehdit teşkil ediyordu. Türkiye doğal olarak Suriye konusunda ikinci seçeneği tercih ederek birçok analistin, “komşularla sıfır sorun” politikasını terk ettiğimizi veya bu politikanın başarısız olduğunu iddia etmelerine neden oldu. Dış politikamızı eleştirenlerin birçoğu, görünüşe göre, “sıfır sorun” ilkesini basit bir şekilde, sanki bu ideali her ne pahasına olursa devam ettireceğimiz ve masum insanlara uygulanan rejim kaynaklı şiddete göz yumacağımız anlamına geliyormuş gibi yorumlamış.

Ancak Türkiye’nin dış politikasını eleştirenler Arap baharına yönelik politikamızın nasıl şekillendiğini anlayamıyor. Dış politika ilkelerimizin dengeli düşünülmesi ve “komşularla sıfır sorun” politikasının yalnızca diğer ilkelerle birlikte düşünüldüğünde anlam kazandığı gerçeğinin kabul edilmesiyle şekillendi.

Türkiye açık biçimde, Arap baharındaki politikamızın temelini oluşturan özgürlük ve güvenlik arasında denge sağlama konusundaki inancımızla “sıfır sorun” ilkesini dengelemiştir. Temel ilkelerimiz “sıfır sorun” politikasıyla birlikte başarısız olmamıştır, ret de edilmemiştir. Aksine bu ilkeler komşularımıza yönelik dış politikamıza rehberlik etmeye devam etmektedir.

Dar şekilde “sıfır sorun” politikasına odaklananlar, Türkiye’nin daha geniş kapsamlı dış politika vizyonunu gözden kaçırmaktadır. Politikalarımızı Orta Doğu’daki yeni stratejik durum doğrultusunda yeniden belirlerken yeni inisiyatifleri de kucakladık. Türkiye en az gelişmiş ülkelerin sorunlarına da dikkat çekti, Somali’de kıtlık çekenlere yardım etmek için uluslararası toplumu harekete geçirmek üzere bir kampanyaya öncülük etti, Afganistan’ın yeniden inşasındaki desteğini sürdürdü ve AB üyeliği konusundaki girişimine yeniden ivme kazandırdı. Daha önemlisi Türkiye bu inisiyatifleri, Suriye ile olan sınırında yaşanan insanlık trajedisinin üzerine eğilmeye çalışırken ifa etti.

Orta Doğu’da devrim olayları başladığında pasif kalmamaya, bölgedeki bu tarihî dönüşüme etki eden aktif bir unsur olmaya kararlıydık. Bu nedenle hükûmetimiz daha Arap baharının ilk gününde bölge halkına desteğimizi artırmaya yönelik net bir karar verdi ve böylece onlar da dünyanın her yanındaki çağdaşları gibi evrensel olarak kabul görmüş haklara sahip olabileceklerdi. Türk halkının sahip olduğu temel demokratik haklara diğerlerinin şiddet ve baskı yoluyla erişmesi engellenirken bir şey yapmadan beklemeyi reddettik.

Bu sebeple barışçıl ve aşamalı siyasi dönüşüm çağrısı yaptık, bu şekilde bölgesel hükûmetler vatandaşlarının talepleri doğrultusunda şekillendirilebilecekti. Bazı Arap rejimleri bu çağrıları görmezden gelirken, biz halkın, siyasi otoritenin ve bölgesel istikrarın temeli olarak egemenliğe sahip olmaya yönelik meşru mücadelesini desteklemekten geri durmadık.

Komşularla sıfır sorun vurgumuz bizi ne bu cesur tutumu sürdürmekten alıkoydu ne de bölgeye yönelik dış politika planlarımızı izlemekten. “Sıfır sorun” politikasını başlattığımızda, bu politika, Türkiye’nin, değerleri olmayan reel politika gündeminin peşine düşeceği anlamı çıkarılacak bir seyirde değildi, yalnızca Türkiye’nin ekonomi ve güvenlik alanlarındaki çıkarlarına odaklanıyordu. Bu politika daha ziyade Türkiye’nin komşularıyla yeniden entegrasyon sağlaması önündeki engelleri, nereden kaynaklandıklarından bağımsız olarak kaldırmayı amaçlıyordu. Bizim asıl amacımız toplumlar arası kapsamlı bir iletişim sağlamaktı, bizim toplumumuzla bölge toplumları arasında; ki biz bunu “maksimum iş birliği” olarak adlandırdık.

Bugün “sıfır sorun” vizyonu, bizi bölge halkının gönlünden uzaklaştıracak kararlar alamayacağımız anlamı taşıyor. Bu barış vizyonu önündeki asıl zorluk halkın temel haklarını baskı araçlarıyla reddedenlerden geliyorsa buna sessiz kalamayız. Şayet bugün baskıya karşı koymazsak gelecek kuşaklarla onurlu biçimde yüzleşemeyiz. O zaman Türkiye ve bölge arasında yeni ve kalıcı bariyerler kurmuş oluruz ki bu yeniden entegrasyon çabalarımıza zarar verir.

“Sıfır sorun” ilkesi, bölgedeki devletlerle dostane ilişkilere sahip olma anlamında hâlen bölgedeki politikamızın temelini oluşturuyor. Hâlen halkının özgürlük taleplerine saygı gösteren, onlara güvenli ve istikrarlı bir yerel düzen sunan yöneticilerle kuvvetli ilişkiler sürdürüyoruz. Halk isyanlarından önce Orta Doğu’da yıllardır sürdürdüğümüz “sıfır sorun” inisiyatifimiz, bölgede yalnızca komşu rejimlerle değil aynı zamanda toplumsal aktörlerle de değerli ilişkiler geliştirmemizi sağladı. Bu süreç içerisinde edindiğimiz güç, şimdiki bölgesel dönüşümün önündeki zorlukların üzerine eğilmemiz için bizi daha iyi bir konuma getirdi.

“Sıfır sorun” ilkesi ile uygulanan iş birliği ve diyalog vizyonuna hâlen Orta Doğu’daki mevcut zorlukların üstesinden gelmek için acilen ihtiyaç duyuluyor. Bölgesel barış ve istikrarın geleceği, derin etnik ve mezhepsel çatışmaların tehdidi altındayken Türkiye yeni bir soğuk savaşa karşı uyarıda bulundu. Yeni engellerin toplumlarımızı ayırmasına izin vermemeliyiz, bu engeller iş birliği ve entegrasyon arayışımıza yönelik en büyük güçlüğü oluşturuyor. Bu fikri “Irak’a Komşu Ülkeler” inisiyatifimiz kanalıyla yaymaya çalışırken yine komşularımızı, ortak tarih ve değer yargılarımızdan ilham alan yeni bir kapsayıcı dili de kucaklamaya ikna etmeye çalışıyoruz.

Şimdiki bölgesel dönüşüm şüphesiz kötü sonlanmayacak. Ancak Türkiye çok boyutlu dış politikasını sürdürecek ve komşularının bu zor süreci atlatmalarına yardım etmek için yeni diplomatik edinimlerini kullanmaya devam edecektir. Bu rolü sürdürmek Türkiye için tarihî bir sorumluluktur: Bölgesel düzenin ancak halkların onur, özgürlük ve iyi yönetim taleplerinin siyasal sistemlerinde yer bulmasının ardından yeniden inşa edilebileceğine inanıyoruz.

Bölgesel dönüşüm tamamlandığında işimize “komşularla sıfır sorun” ilkesinin ruhuyla bölgesel entegrasyonu sağlamaya yönelik olarak devam edeceğiz. Bu ruh dış politikamızı uluslararası toplumun sorumlu bir üyesi olarak şekillendirecek ve aynı zamanda bölgesel entegrasyon ruhuna, yeni bir kolektif dayanışma bilincinin kanalize edilmesine rehberlik edecek.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.