CNN – “Doğu Akdeniz için yeni bir çağ mı başlıyor?”
On yıldır Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olarak görev yapan Recep Tayyip Erdoğan, 2011 yılı seçimlerinin ardından yapmış olduğu zafer konuşması esnasında, Orta Doğu’da yeni ortaya çıkan siyasi aktörlerin Ankara’yı lider olarak göreceğini ifade etmiş, bu bağlamda ülkesini bölgedeki en güçlü ülke hâline getirme gayesini ortaya koymuştu. Türkiye bu amaca ulaşmak şöyle dursun, Suriye ve Irak sınırlarında yaşanan olayları kontrol altına alamamasından dolayı giderek daha büyük ayrışmalar yaşıyor.
Öte yandan Suriye’de yaşanan kriz ikinci yılına girmişken Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Alevi rejim destekçilerini, giderek artan Sünni direnişe katılmaya davet etti ve ülke içi anlaşmazlıkların ve şiddet olaylarının artması sebebiyle Türkiye’de de ciddi alarm zilleri çalmaya başladı. Türkiye, ardı ardına gerçekleşen Suriye hava saldırılarından korunmak için sınırı geçen yaklaşık 200.000 mülteciye ev sahipliği yapmak zorunda kaldı.
Erdoğan’ın sessiz bir şekilde siyasi reform çağrısında bulunarak Esad’ı ilk başta destekleme girişimleri yalnızca göz ardı edilmekle kalmadı, Suriye’nin Birleşmiş Milletlerde Rusya’nın diplomatik korumasına güvenmesi ve buna müteakiben İran’dan yardım talep etmesi Türkiye için yeni sorunlar doğurdu. Türkiye şu an Orta Doğu’daki gelişmeleri etkilemek noktasında ne kadar sınırlı bir güce sahip olduğunu çok daha net bir şekilde gördü.
Suriye’de yaşanan kriz, Doğu Akdeniz’i tehlikeli bir duraklama dönemine getirirken, yaşanan gerginliklerin Türkiye, Irak ve Lübnan’daki mezhep çatışmalarını alevlendirmesi ve bunun sonucu olarak biyokimyasal silahların teröristlerin eline geçmesi ve İsrail’in hassas ve bir o kadar da tartışma konusu olan Golan Tepeleri sınırını tehlikeye düşürmesinden korkması sebebiyle Türkiye ile İsrail’in uzlaşmaya varması için ciddi girişimler söz konusudur. Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, kısa bir süre önce Suriye’yi, “komşu ülkeler için bir risk” olarak tanımladı.
–2013’te Türkiye–
Suriye’de barış ve istikrarın yeniden sağlanması noktasında birleşen çıkarlar bir yana, İsrail ile Türkiye istikrarsızlık ve çalkantıların hüküm sürdüğü bir bölgede hem siyasi istikrara sahip olmanın avantajını yaşıyor hem de bu ülkelerin liderleri Suriye halkının tam desteğini arkalarına alıyor. Olayların bütünüyle seyrini değiştiremese de Türkiye ve İsrail ilişkilerinde yaşanacak yeni bir dönem, Suriye’ye politik bir çözüm getirmek için Arap Birliği önderliğinde bölgesel girişimlerin güçlendirilmesiyle Esad’ın istifa etmesine yönelik baskıyı şüphesiz ki artıracaktır. Hem Erdoğan’ın hem de Netanyahu’nun artan ilişkilerden yeni beklentileri olsa da stratejik meseleler ile ilgili ortak bir bakış açısının, İsrailli komandoların 2010 yılında yaşanan Mavi Marmara olayında dokuz Türk’ü öldürmesiyle son derece gerilen bağları yeniden inşa etmek için yeterli olması pek muhtemel görünmüyor.
Dahası, yalnızca Suriye krizine odaklanan yakınlaşma çalışmaları, çok uzun yıllardır süregelen Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıs çatışmalarına sahne olan Doğu Akdeniz’deki siyasi atmosferi pozitif yönde değiştirme gücüne sahip iki bölgesel güç olan Türkiye ve İsrail için stratejik bir hata olacaktır.
Arap baharının tetiklediği bölgesel istikrarsızlığın altında, büyük doğal gaz yataklarının keşfi yatıyor. Bu keşif, yeni gerginlikler doğururken eski anlaşmazlıkları da alevlendiriyor. Şu anki hesaplamalara göre Doğu Akdeniz’de kabaca 1,7 milyar varil üretilebilir petrol ile 3,45 trilyon metreküp üretilebilir doğal gaz bulunuyor. İlk hesaplamalara göre, İsrail sularındaki 0,45 trilyon metreküplük doğal gaz, bu ülkenin doğal gaz ihtiyacını onlarca yıl boyunca karşılama potansiyeline sahip. Yunanistan, Kıbrıs ve Lübnan da geniş yataklara sahip durumda.
Ancak bu zengin yataklardan büyük faydalar elde etmek o kadar da kolay değil. Ankara, Lefkoşa’nın, Kıbrıslı Türklere adil bir pay vermeden, Ada’nın enerji kaynaklarını tek başına yönetme hakkının olmadığında ısrarcı. İsrail ve Lübnan ise 850 kilometrekarelik tartışmalı deniz hududu konusunda kavga ediyor. Ayrıca İsrail, Türkiye ile ilişkileri kötüleşince stratejik bir değişikliğe giderek Kıbrıs ve Yunanistan ile stratejik bir ittifak kurdu. Böylece, Türkiye’yi Avrupa’ya doğal gaz naklinde ana transit yolu hâline getirmek için bu ülke ile yaptığı iş birliğine son vermiş oldu. İsrail’in yeni yönelimi göz önüne alındığında Türkiye’nin İsrail’in doğal gaz keşiflerini sadece kaçan bir ekonomik fırsat olarak değil, aynı zamanda stratejik bir tehdit olarak gördüğü söylenebilir.
Mevcut gerilimler, iki ülkenin bu yeni zengin kaynağı değerlendirmede iş birliği yaparlarsa elde edebilecekleri faydanın boyutunu görmeyi engelliyor. Avrupa’nın artan ihtiyacını Rusya denetimi dışında olan kaynaklardan karşılamak için en basit yol, yeni doğal gaz yataklarından gelecek bir hat olacaktır ancak Türk suları dışında böyle bir boru hattı inşa etmek en iyimser ifadeyle “zor”dur.
Tüm taraflara faydalı olacak bir “büyük tasarım”ın ana hatları kolayca belirlenebilir ancak bu doğrultuda harekete geçmek zor olacaktır. Türkiye-İsrail ilişkileri, bölgedeki istikrarın anahtarıdır. Bu iki ülke, ilişkilerini geliştirmenin öneminin farkında ve bu yönde küçük adımlar da attılar. Ancak uzlaşma yoluyla çözüme ulaşılacaksa İsrail’in Mavi Marmara olayı yüzünden özür dilemesi gereklidir. Netanyahu’nun ülkedeki güçlü pozisyonu düşünüldüğünde bu mümkün olabilir. Türkiye de Yahudi Devleti’ne karşı kamuoyunda sürdürdüğü düşmanca tavrına son vererek karşılık verebilir.
Bu gelişmelerin ardından, Türkiye-Yunanistan, Türkiye-Kıbrıs ve İsrail-Lübnan tartışmalarına geçilebilir. Hizbullah dâhil Lübnan’daki güçler, İsrail ile yaşanan deniz sınırı tartışmalarını çözüme kavuşturmaya yanaşabilir ki ABD de bu yönde çeşitli tekliflerde bulundu. Ancak ABD ve bugüne kadar dikkat çekecek biçimde sessiz kalan AB daha büyük bir rol oynayabilir ve oynamalı da. AB, Türkiye’nin üyelik müzakerelerini canlandırma yönünde gösterdiği istekliliğin devamını getirmeli ve Kıbrıs meselesini çözüme kavuşturmak için etkin bir şekilde çalışmalıdır.
Doğu Akdeniz’de yeni bir dönemi hayal etmek mümkün olsa da mevcut gerilimler ve bölgenin geçmişi böyle bir senaryonun gerçekleşmesi yönünde olumlu işaretler vermiyor. Ancak Türkiye ve özellikle de İsrail için büyük bir ekonomik kazanç ve karşılıklı fayda sağlayabilecek stratejik bir altyapı için fırsatlar mevcut. Bir anlaşmaya varılması durumunda, bu iki ülke Doğu Akdeniz ve ötesindeki gelişmelere etki edebilecek daha iyi bir konuma gelecekler.
Doğu Akdeniz’i istikrara kavuşturma konusuna odaklanılarak Erdoğan’ın sıfır sorun hedefine ulaşılabilir. Netanyahu’nun Erdoğan ile ilişkilerini geliştirmesi ve İsrail’in Gazze ambargosunu hafifletmesi de Yahudi Devleti’ni diplomatik tecritten kurtarmaya yardımcı olabilir. Ancak bölgedeki ve bölge dışındaki liderlerin bu şansı yakalayacak akılları, sebatları ve kabiliyetlerinin olup olmadığını ileride göreceğiz.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment