FP- “Ortadoğu’da kriz yaşanırken ABD ile Türkiye müttefikliğini derinleştirmeli”

FP- “Ortadoğu’da kriz yaşanırken ABD ile Türkiye müttefikliğini derinleştirmeli”

Gelecek hafta Washington’u ziyaret etmeye hazırlanırken ABD ile Orta Doğulu müttefiklerinin birbirlerinden giderek daha fazla ayrı düştüğü yönündeki algıya katılmıyorum. Türkiye’nin durumuna gelince gerçek şu ki bu iki ülke uzun süredir yakın müttefikler ve ileride de ortak kalmayı sürdüreceklerdir. Bugünün her zamankinden karmaşık ve değişken uluslararası ortamında -Suriye krizde ve Orta Doğu’nun büyük bölümü değişim hâlindeyken- ABD-Türkiye ilişkileri sürdürülebilir bir bölgesel ve küresel düzen için hayati önem taşımaya devam ediyor.

Türkiye ile ABD arasındaki ortaklık, temel haklar ve demokratik normlara dair evrensel ilkeler üzerine inşa edilmiş değerlere dayalı bir ortaklıktır. Türkiye, yakın çevresinde bu değerleri teşvik ediyor ve Batılı ortaklarına da bunları desteklemeleri çağrısında bulunuyor. Arap baharı gibi kriz dönemlerinde, Batı ile uyumluluk, dış politikamızın oluşumunda bu tür ortak değerlerin ne kadar derin yer kapladığının bir göstergesidir. Bu nedenle Türkiye ile ABD’nin birbirine karşı soğuk veya mesafeli olma lüksü yoktur; ortak çalışmamızın,bölgesel güvenlik ve istikrar için bir zorunluluk olduğu kanıtlanmış durumdadır. Bunun sonucunda ABD ile iş birliğimizi, terörle mücadele ve kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesinden savunma iş birliği, enerji güvenliği, teknik bilgi transferi ve daha fazlasına kadar uzanan alanlarda çeşitlendirdik.

Türkiye’nin transatlantik kurumlardaki öncü rolü, dış politikasının temel direğidir. Avro krizi, yerini ekonomik canlanma ve sağlamlaşmaya bırakırken Türkiye’nin, Avrupa’nın geleceğini şekillendirmede daha yapıcı bir rol oynayabileceğine inanıyoruz. Yakın zaman önce yaşanan bazı gelişmelerin yanı sıra bir müzakere faslının da açılmasıyla Türkiye’nin, AB üyelik süreci yeniden enerji kazandı ve AB ülkelerine seyahat eden Türk vatandaşlarına yönelik vize uygulamasının serbestleştirilmesi yolunda ilerleme kaydedildiğine dair işaretler bulunuyor. Ayrıca NATO da Türkiye’nin güvenlik politikasının temel taşını oluşturuyor ve güvenlik iş birliğimiz -Balkanlar’dan Orta Asya’ya kadar- daha geniş bölgedeki istikrarsızlığa karşı bir siper oluşturmaya devam ediyor. Yine de kurulması önerilen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı’ndan başka hiçbir şey, Türkiye’yi Avrupa’ya bu kadar sıkı bağlayamayacaktır. Bu ortaklık, Türkiye’nin katılımıyla büyük ölçüde zenginleşecek bir girişimdir.

Hem Türkiye hem de ABD, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da giderek daha karmaşık hâle gelen bir jeopolitik ortamla karşı karşıya kalmaktadır. Bu bölgede tanık olduğumuz -büyük oranda insani acılar, siyasi ve mezhepsel ihtilaflar ile küresel düzene yönelik tehditlerle tanımlanan- gerilimler başlarda haysiyet, meşruiyet ve refah için düzenlenen halk ayaklanmalarından kaynaklandı. Sonuç itibarıyla bunlar, kaçınılmaz bir normalleşmenin doğum sancıları olarak da görülmelidir. Sokaklardaki insanlar, kuvvetli bir dönüşüm sürecini harekete geçirdi. Eski bölgesel düzene dönüş artık hayal edilemez ve değişime direnmeye çalışanlar ileride kendilerini tarihin yanlış tarafında bulacaklardır.

Bölgenin geleceği, diktatör görünümlü güçlü adamlar tarafından değil meşru ve vizyon sahibi liderler tarafından şekillenecektir. İnsanların saygın bir yaşam sürdürme hakkına sahip oldukları inancını paylaşan Ankara ile Washington, konu Orta Doğu ile ilişki kurulmasına geldiğinde aynı hedefleri benimsemektedir. Bizler, bölgedeki yeni müşterek bilinçten yanayız. Bu bilinç, otoriterliğe karşı verilen mücadelede iyi yönetimi ön sıraya koymaktadır.

ABD Başkanı Barack Obama’nın çok taraflı diplomasi yaklaşımının kuvvetli bir destekçisi olan Türkiye, Obama’nın İran ile son dönemde kurduğu ilişkiyi memnuniyetle karşılıyor. İran’ın nükleer programıyla ilgili meselede diplomatik bir çözüm sağlanması olasılığı, bölgedeki huzur ve istikrara dair umutları artırıyor.Türkiye bu rotayı aktif bir şekilde izleyen birkaç ülke arasında yer alırken bu önemli girişimi savunmaya devam edecektir. Filistin-İsrail barış sürecinin yeniden canlanması, bölgesel düzenin meşruluğunun ve sürdürülebilirliğinin yenilenmesine yardımcı olacaktır.

Suriye’de, Beşar Esad’ın kimyasal silahlarının imhası yönünde kaydedilen ilerleme, doğru istikamette atılmış bir adımdır ancak daha yapılması gereken çok şey bulunuyor. Türkiye, siyasi bir geçiş yaşanıncaya ve zalim diktatörlüğün egemenliği sona erinceye kadar Suriye halkına verdiği tam desteği devam ettirecektir. Suriye halkının meşru direnişini, terörün karanlık güçleriyle bir tutmaya çalışan psikolojik savaşın mağduru olmayacağız.

Türkiye’nin, Suriye muhalefetinin radikalleşmesi konusundaki erken birçok uyarısına rağmen uluslararası toplum şu ana kadar doğru ve kararlı bir çözüm getirme konusunda başarısız oldu. Yine de aşırılıkçıların, yaşanan siyasi boşlukta iktidara gelmek için yaptıkları birçok girişime rağmen Suriye ve ülke halkı için en büyük tehdit Esad ve onun anakronik yönetimidir. Şunu unutmayalım ki yaşanan sorunu tetikleyen ilk unsur, bu rejimin zalim diktatörlüğüdür.

Komşu ülkelerde siyasi dönüşüm yaşanırken gelecek yıllarda ortaya çıkacak asıl zorluk istikrarlı bir bölge düzeninin kurulması olacaktır. Türkiye ile ABD geçmişte kritik dönemeçlerde birlikte çalıştı. Soğuk savaşın bitimini takip eden yıllarda; Bosna Hersek, Somali, Kosova, Afganistan, Irak ve Lübnan gibi sıcak bölgelerin istikrarına bizler katkı sağladık. Bugün, dünyanın bize ait bölümünde, iyi yönetim ve demokratik sorumluluk için yeni bir ortak bilinci paylaşıyoruz. Bizler, küresel dönüşüm çağının aciliyet gerektiren zorluklarıyla mücadele ederken bu bilinç, güçlü bir ABD-Türkiye ortaklığının temelini oluşturmalıdır.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.