[Gezi Yazısı] Yol, Amerika ve ‘kırsaldan dünya şehirlerine çıkan patika’

[Gezi Yazısı] Yol, Amerika ve ‘kırsaldan dünya şehirlerine çıkan patika’

Biraz karmaşık bir başlık oldu farkındayım ancak Amerika’yı araba ile bir baştan bir başa geçmek de öyle sıradan duyguların harmanlandığı bir hal değil. Ekim ayının ikinci haftası Türkiye ve Fransa’dan gelen iki ağabeyim ile New Jersey’den yola koyulurken bizi bekleyen 4 bin millik (yaklaşık 6400 km) yolculuk bizi fazlasıyla heyecanlandırıyor, tarifsiz bir duygu ile yelkenimize rüzgar oluyor. ‘Yol’ üzerine onca enfes romanların, hikayelerin yazıldığı bu ülkede hayranlıkla okuduğum onca yaşanmışlıkların izine 80 numaralı otobanda tanıklık etmek içimize 18 yaşının gençlik duygularını salıveriyor.

New Jersey’den yola çıkıp önce Pennslyvania’nın ardından Ohio’nun yemyeşil vadileri arasında süzülürken aracımız, sonbaharın renk cümbüşleri ile yüreklerimize esenlik veriyordu. California eyaletinin en güneyinde yer alan San Diego şehrinde bitecek olan yolculuğumuzun ilk molasını Chicago’yu geçtikten hemen sonra Elgin denilen orta ölçekli bir yerleşim yerinde vermeye karar veriyoruz. Yaklaşık 14 saatlik yolculuktan sonra gece yarısı kendimizi atabildiğimiz otelde çalışan resepsiyon görevlisi halimizden durumu anlayarak, “Nereden böyle?” diye sormaktan kendini alamıyor. Henüz yirmili yaşların başında olduğu anlaşılan genç kızın sorusuna “New Jersey’den San Diego”ya diye cevap verince gözlerinin içi parlıyor ve “Bu ülkedeki herkesin hayalini yaşamaya çıktınız yani” diyerek ayrıcalıklı bir seyahat gerçekleştirdiğimize dikkat çekiyor. Evet, hemen her Amerikalının bir gün mutlaka yapmak istediği, ‘cross country’ (bir uçtan diğer uca ülkeyi araba ile geçmek) diye isimlendirilen yolculuğumuzun ilk iki gününde mümkün mertebe yol almak amacına binaen sabah erkenden yine yola koyulduk. 

Mississippi nehrini geçerken Arjantin’in dünyaya kazandırdığı müzisyen Mercedes Sosa’nın doyumsuz şarkıları bize eşlik ediyordu. Iowa, Minesota’yı geçtikten sonra Wisconsin’de öğle namazının abdestini almak için girdiğimiz McDonald’s’da seksenlerinde 4 meraklı ihtiyarın ilgisine mazhar oluyoruz. İçlerinden en girişkeni, “Sizin arabanın plakası sarı renkte. Nereden geliyorsunuz böyle?” diye soruyor. “New Jersey” diye cevap verince, gülüyorlar. Sonra, “Hangi rüzgara takılıp da geldiniz” diye bir başka merakının arıyor yaşlı adam. “Yolculuğumuz henüz yeni başladı, San Diego’ya kadar gitme amacındayız” deyince, “Bu harika bir fikir ama lütfen arabayı dikkatli kullanın’’ diye uyarıyor bizi. 

Wisconsin’de dikkatimizi en çok rüzgardan enerji elde eden yel değirmenleri çekiyor. Kilometreler boyunca yolun sağında, solunda mantar gibi türemiş bu dev rüzgar gülleri (değirmenleri), Don Kişot’un yokluğunda ve Başkan Barack Obama’nın liderliğinde bir hayli artmış. Yüzyılın en büyük sorunlarından biri olan çevre kirliliğine Amerikalıların duyarlılığı gelecek adına umut verici lakin bazı çevreciler bu rüzgar güllerinin de özellikle kuşlar için birer ölüm makinası olduğu konusunda itirazları yok değil.  

Amerika’nın orta eyaletlerine doğru ilerledikçe büyük şehirlerden bildiğimiz insan tipi yerine daha sakin, daha telaşsız, durgun bakışlı ancak daha anlayışlı insanlarla karşılaşıyoruz. Öyle ki, geceyi geçirdiğimiz, South Dakota (Güney Dakota) eyaleti ile Iowa’nın Sioux Falls şehri arasında yer alan Buffalo Ridge kasabasında yalnızca 500 kişi yaşıyordu. Sabah otelin kahvaltı salonuna girdiğimde yol arkadaşlarımın benden erken davrandıklarını gördüm. İki kişilik bir masada oturmuş kahvaltılarını ederken onlara uzaktan selam verip  kendime kahvaltı tabağı hazırlamaya koyuldum. Arkadaşlarımın yanlarına oturmak için gittiğimde benim için bir sandalyenin hazırlandığını görünce bu nezaket karşısında iki günlük yol yorgunluğumdan eser kalmadı. Bu jesti önce yol arkadaşlarımın yaptığını düşündüm ancak daha sonra öğrendiğim ki sandalyeyi bana o bölgenin insanı olduğu her halinden belli olan ve 55 yaşlarındaki yan masa komşumuz yapmıştı. Güney Dakota kırsalındaki bu kasabada böylesine insanlık görmek yolculuğumun en doyumsuz anlarından birini yaşamama neden oldu. Hanımefendiye teşekkür ettikten sonra kahvaltı keyfi tam anlamı ile dört dörtlük oldu. 


KAHVE 5 CENT OLUNCA TREN BİLE DURUYOR

Yolculuğumuzun üçüncü gününde hedefimiz önce yalnızca 5 cent’e kahve içebileceğimiz hediyelik eşya mağazası ‘Wall Drug’a uğramaktı. Kovboylar ve kızılderililere ait hediyelik eşyaların satıldığı bu mekan, bir alışveriş merkezinden çok adeta Hollywood filmlerinden çıkıp gelmiş bir eski zaman kasabasını andırıyordu. Kahvelerimizi 5 cente içtikten sonra dostlara ufak tefek hediyeler aldık. Wall Drug’ın müşterileri ülkenin hemen her yerindendi. Farklı ülkelerden gelen turistler yerine farklı eyaletlerden gelen Amerikalılar her köşeyi tutmuş bir anlamda geçmişlerine yolculuk ettiren bu mekanın keyfini çıkarıyordu. Tekrar otobana çıktığımızda yol kenarında başı sonu görünmeyen yük trenini görünce, ‘Bu tren bu ovanın ortasında neden durur?’ diye sormadan edemedim. Fransa’dan gelen yol arkadaşımız Hilmi Çalışkan, “Kahve 5 cent olunca tren de bizim gibi ucuz kahveye gelmiş” diye patlattı espriyi. 

Güney Dakota, öyle tanıdık geliyordu ki bize sanki İç Anadolu’da yol alıyorduk. Gözalabildiğine geniş buğuday tarlaları, bir anlamda uzun zamandır hasretini çektiğim memlekete götürüverdi beni.

Rapid City’yi (Güney Dakota’nın en büyük şehirlerinden) görünce uzaktan Anadolu’dan bir şehri anımsatıyor. Zira güney batısındaki Black Hills ormanlıkları dışında Rapid City’in çevresi tam anlamı ile bozkır. Onun dışında şehir bozkırın ortasına yayılmış, hem trenlerin hem de eyaletler arası 90 numaralı yolun geçtiği sevimli bir yerleşim yeri. Bu şehrin iklim yapısı da yazları Konya’ya kışlarıysa Sivas’a benziyor. Yazın şehir sıcaklığı 40 dereceyi görürken kışın eksi 20’lere kadar düşüyor. Yani tipik karasal iklime sahip. 

Rapid City’nin tipik halleri iklimi ile sınırlı değil. Bu şehir yine tipik bir orta Amerikan şehri. Nedeni ise çevresinin bozkırlığına inat kent merkezinin hem bakımlı hem de yemyeşil olması. Daha çok Kızılderililerin bir dönem mekanı olan bu yerlerin şimdiki sahibi klasik Amerikalılar. Şehirde göçmen ya da siyahi Amerikalı neredeyse yok gibi. 

DEVAM EDECEK…

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.