Bir mürşidim olmalı mı?
Bir mürşide bağlanmak zorunlu mudur? Mürşid-i kâmilin diğer insanlardan farkı ne ve bu fark nereden geliyor? Bir insanın Allah dostu ve hakiki bir mürşid olduğunu nereden anlarız? Hal diliyle bunları görebilmek mümkün mü? Bu sorular ‘ben Müslüman’ım’ diyen her beşerin aklında bir yere tekabül eder.
Allah’a bir vesile arayın.” Maide Sûresi’nde böyle buyuruyor Cenab-ı Hakk. Âlemlerin Sahibi’ne ulaştıracak her şey yine Kendisinin rahmetine bir vesiledir. İslam tarihi boyunca gelmiş geçmiş yüzlerce mürşid de mü’min ile Yüce Mevla arasında bir vesile oldu. Allah dostlarının meclisine giren, onların yüzünü gören ve sözünü işiten kimseler tüm benliklerince Allah’ı (cc) hatırladı ve mürşidlerin aracılığıyla kalpler O’na (cc) bağlandı. Onlar, Hakk’ın yolunda rehberlik yaptı ve Allah’ın (cc) inayetiyle zayıflamış imanları kuvvetlendirdiler.
Ne demek mürşid?
İman edenler arasında her kişi aynı seviyede değil hiç şüphesiz. Allah (cc) beşeriyetin içinden bazılarını seçmiş ve onları farklı meziyetlerle süslemiş. Kimilerine ilim kimilerine de mal, mülk ve zenginlik vermiş. Mürşid ise insanı eğri yollardan sakındırıp O’na doğru yolu gösteren, gönülleri Hakk’a uyaran, muhatabın aklını, hissini, gözünü, kulağını bazı hakikatlere açan ve böylece onu kalb ve ruh ufkuna yönlendiren insan demek.
Mürşidliğin ölçüsü ne?
İnananlar arasında ilim, marifet ve takva sahipleri, diğer müminlerden ileride bulunuyor. İleride bulunanlar ise malumat sahibi değil, marifet sahibi kişiler. Marifet, Allah’ı (cc) yettiğince tanımak manasına geliyor. O’nu (cc) yettiğince tanıyan ise alimlik mertebesine doğru yol almış oluyor. İslâm’ı ehil olanlardan tevarüs etmiş mürşidler, diğer müminlerle iman paydasında buluşur fakat ilim, edep ve Allah aşkı konularında üstün derecelere sahiptirler. Gerçek mürşidin görevi Hakk’ı tarif etmek. Gönlünü Allah’a vermek ve ömrünü O’nun yolunda harcamak.
Mürşidi olmayanın mürşidi şeytan mıdır?
Bazı insanlar bir mürşide bağlanmayı zorunlu görür ve ondan el almadan kurtulmanın mümkün olamayacağını iddia eder. Bazıları ise kendi akıllarının kendilerine yeteceğini, bunun haricinde bir üst akla ihtiyacı olmadıklarını dile getirir. Peki işin aslı ne? İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. İsmail Köksal’a göre, her insanın bir mürşidi olması gerektiğine dair kesin bir hüküm olduğunu söylemek doğru olmaz. Fakat Kur’an-ı Kerim’de ‘bilmiyorsanız bilen insanlara sorun’ şeklinde ayetler de bulunuyor: “Bilmeyen biri ne yapar? Bir bilene sorar. Anlamadığını, bilenden öğrenir. Bir de, ‘Âlimler, peygamberlerin vârisleridir’ şeklinde bir hadis-i şerif var. Dolayısıyla nasıl Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde bilmeyenler ona sorular soruyorsa ondan sonraki dönemlerde de âlim kişilere sorular sorulur ve onlar da insanları yönlendirir. Bu, İslamî bir ahlâktır. İslamiyet, birlik ve beraberlik dinidir. Öyleyse tek kalmamak lazım gelir. Nasıl camide beş vakitte mümin kardeşlerimizle buluşuyorsak, şeytanla ve nefsimizle baş başa kalmamak için bir cemaat halinde olunması makbuldür. Burayı ise bir üst akıl yönlendirebilir.”
Hakim et-Tirmizî Hazretleri, irşad ile görevli olan mürşidlerden şöyle bahseder:
“Ehlullahın bir kısmı, en yüksek velâyet derecesine sahip olur. Bu kimse, Allahu Tealâ’nın kendisini özel dostluğuna seçtiği ve bu yolda kullandığı bir kuldur. O devamlı Allah ile beraberdir, O’nun himayesinde hareket eder. Allah ile konuşur, Allah ile görür, Allah ile alır, Allah ile verir. Allahu Tealâ onunla kullarını terbiye eder. Onun nazarı ile ölü kalpleri diriltir, onu vesile ederek halkı kendi yoluna çevirir. Onunla ilâhi ahlâkı ve adaleti ayakta tutar. Bu kimse devamlı Yüce Rabb’ini sena ve yüceltmekle meşgul olur. Resûlullah (aleyhissalatü vesselam) onunla Allah’ın huzurunda övünür, sevinir. Allah onu nefsini görmekten ve kendisine güvenmekten korur. Bu haliyle onun sözü kalpleri Allah’a bağlar. Görülmesi nefislere şifa verir. Onun bir insana teveccühü ve yakınlığı kötü huyları temizler. O herkese fayda veren bir rahmet bulutudur. Hak ile batılın arasını ayırt eder. O sıddıktır, hak adamıdır. Allah’ın has dostudur, ariftir. İlhama mazhardır.”
‘Şeyhim beni kurtarır’ düşüncesi yanlış
Bir mürşide bağlı olmak güzel sayılmakla birlikte bu bağlılığın ‘şeyhim beni kurtarır’ şeklinde bir tembelliğe dönüşmesi de sıkıntılı sonuçlar doğuruyor. Bizlere cevabı ise yine tarih veriyor. Peygamber hanımı olmak Hz. Nuh (aleyhisselam) ve Hz. Lut’un (aleyhisselam) eşlerine yetmemiş, aynı şekilde Hz. Nuh’un oğlu olmak da onu kurtaramamış. Bu minvalde Resul-i Zişan Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) kızı Fatıma’ya söylemiş olduğu “Ey Fatıma, amelinle kendini ateşten kurtar. Yoksa ben de seni kurtaramam.” sözleri de bu işin iman ve inanç işi olduğunu gözler önüne seriyor. Bir gün Beyazid-i Bistami’ye müridlerinden biri, “Kürkünüzden bir parça verseniz de, teberrüken üzerimde taşısam.” diye bir söz söyler. Bistami Hazretlerinin cevabı ise şöyle olur: “Evladım, sen adam olmazsan, değil Beyazid’in kürkü, belki derisini yüzüp de içerisine girsen yine fayda etmez.”
Bir kişi, imkân dâhilinde mürşidinde şu özellikleri arar:
-Mürşidin her fiili, kavli ve ameli Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatı gibi olup, buna asla aykırı harekette bulunmaz ve kabul dahi etmez.
-Huzuruna varıldığı zaman bütün gamı, kederi gider. İnsanın içinde bir ferahlık ve muhabbet uyanır.
-Meclisinden ayrılmak istemezsin. Bir inci tanesi gibi söylediği her sözden, şevk ve muhabbetin artar.
-Ziyaretine gelen herkes, büyük-küçük, genç-ihtiyar, hatta devlet reisi bile olsa elini öpmeye mecbur ve hayır duasını niyaz ile mesrur olurlar.
-Dünya, makam ve koltuk sevgisine iltifat etmezler.
-Mürşid, insanlardan alan değil, onlara sürekli olarak veren kişidir. “Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun. Onlar hidayete ermiş kimselerdir.” (Yasin, 36/21)
-Mürşidin bulunduğu mahalde muhabbet, tevhid, sevgi ve kardeşlik etrafı kuşatmıştır.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment