Almanların en itibarlı gazetelerinden FAZ Hocaefendi’yi kaleme aldı
Almanya’nın en tanınmış gazetesi olan Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ), Fethullah Gülen Hocaefendi’yi kaleme aldı. Yılların deneyimli gazetecisi Von Rainer Hermann tarafından yapılan değerlendirme oldukça ilginç tanımlamalar ve izlenimler var. Hermann’ın makalesi şöyle;
Türk vaiz Fethullah Gülen 13 yıldır ABD’de yaşıyor. Takipçileri orada da onun adına dallanıp budaklanan bir ağ oluşturuyor.
Yol ayrımına ve dar tarla yoluna işaret eden bir tabela yok. Bu yol sisli ve güz rengine bürünmüş ormanın içinden kıvrılarak içinde sekiz ev bulunan bir çiftliğe götürüyor. Türk İslamının en etkili vaizi Fethullah Gülen bundan 13 yıl önce kendini işte buraya çekmişti. O zamanlar iktidarı elinde bulunduran ordu onu Türkiye’den sürmüştü. Hastalıklarından mustarip bir şekilde Amerikan hastanelerinde ameliyat olan Gülen, o gün bugündür de çiftliği terk etmedi. Zira ABD ona vize ve dolayısıyla oturma hakkı verdi. 74 yaşındaki Gülen’in sesi uzaktan bile tıpkı eskisi gibi gür duyuluyor. O ses ki, geçtiğimiz on yıllar içinde Anadolu’nun Müslümanlarından dinamik bir orta sınıf oluşturdu. Gülen işte bu “zenci Türkler”in sesi.
Kemal Atatürk’ün takipcisi olan “Beyaz Türkler”, İstanbul’un, daha sonra Ankara’nın şehirli, eğitimli ve laik üst tabakasının ideolojisi olan Kemalizmin savunucularıdır. Bu kesim Türkiye’ye hükmetmişti ve eğitimsiz ve taşralı, fakir ve dindar gördükleri Anadoluluları hakir görüyordu. Gülen, Kemalist elit çevreyi etkin bir biçimde sorgulayabildiği için onu devlet düşmanı ilan ettiler. Çatışma ortamından çekinen Gülen, düşmanlıkları körükleyebileceği düşüncesiyle geri dönmeyerek Pennsylvania’daki Saylorsburg’da kalmaya devam ediyor.
Saylorsburg’daki 5,5 hektar büyüklüğündeki bu çiftlik bir parça Gülen’in memleketini hatırlatıyor. Kendisi 1938 yılında Doğu Anadolu’nun uzak bir köşesinde, Erzurum yakınlarında doğmuş. Burası tabiatın hakim olduğu bir yer, bazen ayıların görüldüğü de olur. Yakında Erzurum’daki kış gibi burada da kar üst üste yığılacak. Altın Nesil Vakfı’nda buluşan girişimciler bu yeri 1993 yılında 175 bin Dolar’a satın aldıklarında ormanların içinde sadece bir kaç ahşap kulübe mevcuttu. Daha sonra vakıf sekiz taş ev yapıp bir park ekledi ve 1999 yılında Gülen’i buraya yerleşmek için davet etti.
Aşağıda, daha diplerde bulunan gölün etrafında misafirlerin çocukları futbol oynuyor. Öğle vakti güneş ışığı ormanın içine dolunca herkes Osmanlıların yeşillik alanda yemek yedikleri gibi bahçe kulübesine benzer bir köşkte toplanıyor. Menüde geleneksel Türk mutfağı var: Mercimek çorbası, zeytin yağlı sebze, pilavlı köfte, küçük ince belli bardaklarda çay. Gülen artık, bu bahçe kulübesine giden kısa yolu yürüyemiyor. Çok sayıda bypass ameliyatından sonra dizleri onu zorluyor. Bulunduğu evden çok nadir olarak çıkıyor. Genelde, yakında bulunan hastanede muayene ve tedavi olmak için çıkıyor. Gülen insanlardan uzak bir hayat sürüyor, fakat mesajı milyonlara ulaşıyor.
Mütevazı-zarif bir Osmanlı evini andıran ve asgari düzeyde mobilya ile yetinilen evin birinci katına asansör çıkıyor. Bu katta, takipçilerinin saygı ifadesi olarak isimlendirdikleri Hocaefendi kalıyor ve etkisini gösteriyor. Özel doktoru ve kendisiyle yakından ilgilenenler sürekli etrafında. Çok nadiren röportaj veriyor. Her gün olduğu gibi öğleden önce iki yıl süren bir eğitimle kendisine talebe olmaları için yetiştirdiği genç ilahiyatçılara özel ders veriyor. Haftada iki kez bir vaazını kayda alıyor ve televizyon kanallarının ulaşabilmesi için www. herkul. org internet adresine yüklüyorlar.
Mülakat için öğle namazından sonrasına anlaşıyoruz. Gülen misafirlerini namazdan sonra karşılıyor. Onlara somut biçimde dışarıdaki dünyada neler olup bittiğini ısrarla, tekrar tekrar soruyor. Sonra yine okuyacak, yazacak ve ibadet edecek. Çok az uykuyla yetinmesi ise bir efsane. Her günü inceden inceye planlı. Takipçilerine sahip oldukları zamanı iyi değerlendirmelerini va’z ediyor ve kendisi de strese düşmeden buna uyuyor. Takipçileri onun tevazu ile karizmayı birleştirdiğini söylüyor. Arkasındaki saatin sessiz tik takları duyuluyor. Saat hiç bir zaman yaz saatine ayarlanmıyormuş. “Zaman her zaman aynıdır” diyor Gülen.
Kaligrafiler, coşkun çizgileriyle duvarları süslüyor. Sanki Gülen’in kullandığı dilde devamlarını buluyorlar. Gülen yavan modern Türkçeyle konuşmuyor. Onu Osmanlılar da anlayabilirdi. Bir Türk için bile bugün onu takip etmek başlı başına bir sınav. Uzun cümleler içinde Kur’an’dan ayetleri, Peygamberin hadislerini ve tasavvuf ehlinin tecrübelerini modern dünyanın ihtiyaçlarıyla birleştiriyor, inanç dünyası ile hayatın hakikatlerini birbirine kavuşturuyor. Eğitimin ve girişimcilikte başarının anlamını, İslam’ın modernite ve demokrasi ile bağdaşabileceğini ancak şiddetle bağdaşamayacağını anlatıyor. Takipçilerinden kendi elleriyle ortaya koydukları çalışmadan belli bir refah oluşturmalarını ve bunu ihtiyaç sahipleri arasında paylaştırmayı unutmamalarını istiyor.
Amerika’nın Pennsylvania eyaleti, nabzı hızlı atan şehirlerin uzağında dinini yaşamak isteyen insanları çekmiş kendine hep. Bir zamanlar Pennsylvania’nın verimli topraklarına yerleşen insanlar dindar göçmenler olmalı. Philadelphia’dan yola çıkıp Batıya, Saylorsburg’a gidenler, Quakertown ve Emmaus’un içinden geçerler. Yol ayrımlarında tabelalar Hamburg, Lübnan ve New Tripoli’yi gösterir. Ancak Saylorsburg yolu Bethlehem ve Nazareth’in içinden geçiriyor.
Manhattan ile Saylorsburg arasında arabayla bir kaç saatlik yol var. Ama ikisinin arasında dünyalar kadar fark söz konusu. Alp Aslandoğan altıncı kattan 5th Avenue’deki taş bina denizine bakıyor. Kendisi 1991 yılında Türkiye’den New York’a bilgisayar alanında doktora yapmak için gelmiş. Bugün halen bir üniversitede ders veriyor. Bunun yanı sıra da saatlerce gönüllü olarak Gülen’in takipçilerinin ‘hizmet’ adını verdiği harekette çalışıyor. Almanya’da Gülen hareketi olaraka bilinen hareket Almanya’da da ABD’de de büyüyor. Gülen’e yakın yatırımcıların desteğiyle Almanya ve Amerika dahil 130 ülkede binden fazla eğitim kurumları kuruldu. Aslandoğan da bu saikle 1993 yılında öğrenci iken hafta sonlarında Türk göçmenlerin çocuklarının okullarında başarılı olmalarına yardım etmek için küçük Samanyolu Vakfı’nı kuranlar arasında yer almış. Vakıf 1999 yılında özel okula dönüştürülmüş.
“Ne baskın kültürü kopyalama ne de kendi kökenimizi koruma adına onu reddetme niyetimiz vardı” diyor Aslandoğan. “Velilerin Amerikan kültürünü anlamalarına ve çocukların da anne-babalarının sahip olduğu değerleri korumalarına ama aynı zamanda da bu ülkenin üretken vatandaşları olmalarına yardımcı olmak istiyorduk. ” Bütün bu çalışmalar neticesinde yirmi yıl içinde New York’da çok çeşitli faaliyetlerden oluşan geniş bir ağ oluştu. Manhattan’da‚ ‘Turkish Cultural Center’ ve ‘Peace Islands Institute’ bunun örnekleri.
Bu kültür merkezi, İngilizce ve Türkçe dil kursları organize ediyor, çocukları sınavlara hazırlıyor, yetişkinlere kendini seçmen olarak kaydetme ve mesleğinde başarılı olma konusunda yardım ediyor. Kuruluş, İsrail’de vuku bulan büyük bir orman yangınından sonra yanan alanı tekrar ormanlaştırmış, Haiti’deki depremden sonra yeni bir okul yapmış. 11 Eylül terör saldırılarından sonra diyalog platformu olarak “Pacific Islands Institute” kurulmuş. Amerikalı siyasiler ve yabancı büyükelçiler, hahamlar ve Budist rahipler konuşuyor; Müslüman aileler gayrimüslim aileleri davet ediyor.
Kültür Merkezi ve “Pacific Islands Institute” ABD’de Gülen’e yakın olan ve 2010 yılının mayıs ayında “Türkish American Alliance” adlı çatı kuruluşunun altında buluşan 218 sivil toplum örgütünden ikisini teşkil ediyor. Merkezi Washington D. C. ’de Capitol Hill ile CNN stüdyolarının arasında bir yerde. New York bürolarında olduğu gibi burada da Atatürk’ün şahıs kültüne yer yok, cumhuriyetin kurucusunun sonsuza dek gülümseyen kabartması duvarlarda asılı değil. Dekorasyona Türkiye’den fotoğraflar ve sanat değeri olan eşyalar hizmet ediyor.
Çatı kuruluşunun ne kadar önemli olduğunu yedi senatör ve 53 milletvekilinin şeref verdiği gala akşamı göstermiş. ABD’deki tek Türk think-tank kuruluşu olan ‘Rethink’ de bu çatı kuruluşunun bir üyesi. Pittsburgh Üniversitesi’nin eski profesörlerinden olan 38 yaşındaki siyaset bilimci Fevzi Bilgin Amerikan siyaset işletmesine ve düşünce kuruluşlarına buradan Türkiye ve Orta Doğu’ya dair güncel araştırmalarıyla katkıda bulunuyor.
Gülen’in Amerika’daki güçlü hatlarından birini de Türk kökenli bir Avustralyalı olan bilgisayar mühendisi Emre Çelik oluşturuyor. O da yirmi sene Sydney’de önce garajlarda Türk gençlerine matematik, fizik ve kimya derslerinde belli bir seviyeye gelmeleri için yardım etmiş. Bugün Beyaz Saray’a bir taş atımlık mesafede ismini bir Türk mutasavvıftan alan ‘Rumi Forum’u yönetiyor. Yönetim kurulunda Yahudiler ve seküler Amerikalılar var, genellikle önde gelen siyasi ve diplomatların konuştuğu öğle yemekleri dört televizyon kanalı tarafından canlı olarak yayınlanıyor.
Çelik kendini bir ‘ana akım Müslümanı’ olarak görüyor. Bu İslam’ı da Amerika’nın çoğulcu toplumunda güçlendirmek istiyor. Avustralya’da onu ilk önce Gülen’in manevi rehberi Said Nursi (1876-1960) kendine celb etmiş. Nursi, Batı medeniyetinde iyi olanı görmeyi ve onu almayı öğretmiş, üç temel baş belası olan zaruret, ihtilaf ve cehaletin aşılmasını istemiş. “Nursi’nin teorik olarak formüle ettiğini Gülen bugün hayata tatbik ediyor” diyor Çelik. Gülen’in en belirleyici katkısının Allah Rızası konsepti olduğunu söyleyen Çelik, “Böylelikle Gülen insanları ahirette kazanımlar elde etmeleri için bu dünyada faaliyet içinde olmaya özendiriyor” şeklinde konuşuyor.
Gülen, hareketin iki kesim tarafından saldırıya maruz kaldığını söylüyor. “Hizmet”in faaliyetlerini “İslamcılık”la eş tutan kesimi görmezden gelmekle suçlayan Gülen, diğer kesim konusunda sadece başını iki yana sallıyor. Onlar da onu “İslam’a ihanet etmek, ABD ve İsrail’e kölelik etmek ve Hıristiyanlık ve Yahudilik propagandası yapmak”la suçluyor. Bir Türk savcı onu bir defasında Papa’nın hizmetinde olan gizli bir kardinal olarak dahi resmedebilmişti. Hareket hakkında yapılan en büyük itham ise, hareketin gizlice islamcı bir elit yetiştirerek mesela Türkiye’de bir devrim gerçekleştirmek istediğidir. Ayrıca hareketin şeffaf olmadığı ve gizli bir örgüt gibi çalıştığı iddiası var.
Bu tarz tenkitçiler harekette olmayan hiyerarşik bir yapıyı arıyorlar. Gülenin kendisinin de geldiği İslam tasavvufunda bu tarz bir yapılanma bulunmuyor. Ayrıca Generallerin hükmettiği dönemlerde bu tarz bir yapılanmayı göstermek de tehlikeli olabilirdi. “Hayatım ve eserlerim herkese açık” diyor Gülen. “Gizli hiç birşey yok. ” “Hizmet”in faaliyetlerinin halkın gözü önünde, hayatın her alanından, her milletten, her dinden insanlarla birlikte gerçekleştiğini söyleyen Gülen, bu faaliyetlerin devlet makamlarının izni ve kontrolüyle vuku bulduğunu dile getiriyor. “Bunlarda şeffaf olmayan nedir bilmek isterdim. ”
İnsanın ailesine, topluma ve insanlığa yapıcı katkıda bulunmasının yolunun eğitim ve okuldan geçtiğini ifade eden Gülen şöyle diyor: “Ayrıca Allah’ın kulları olarak sadece dünyevi ve manevi eğitimle ferdi kemale erebileceğimiz inancını taşıyorum. ” O, bütün hayatı boyunca bu fikirleri va’z etti, okul yapma çağrısında bulundu. Bu okullar Gülen’den esinlendiğini söyleyen girişimciler tarafından inşa ediliyor. Kendisi hiç birinde kurucu üye veya yönetim kurulunda üye değil.
Sürekli ‘yatırımcı’ kelimesinin zikredilmesi meselenin sadece para ile alakalı olduğunu göstermez. Gülen takipçilerine müteşebbis olarak başarılı olmayı da va’z ediyor ve bunda başarılı. Büyük bir Türk girişimciler birliği onun fikirlerine dayanarak hareket ediyor, Anadolu’nun kalkınması onun adıyla birlikte anılıyor. “Her zaman dürüst müteşebbis ruhuna sahip olma çağrısında bulundum” diyor Gülen. İşadamlarına ölçülü bir şekilde riske girmeyi tavsiye edip yatırım yapma ve yurt dışında büyüme konusunda onları cesaretlendirdiğini belirten Gülen, “Onlara sürekli olarak sosyal sorumluluklarını hatırlatıyorum” şeklinde konuşuyor. Ve müteşebbisleri şu ahlaki prensiplere uymaları için de uyarıyor: “Dolandırıcılıktan, spekülasyondan ve karaborsa ticaretinden uzak durmak, güven ve emniyet vermek, işçilerin haklarına saygı duymak, içinde yaşadığı toplumun da kârlardan payını almasını unutmamak ve en nihayetinde her şeyin Allah’tan geldiği bilinciyle yaşamak. ”
Tevfik Emre Aksoy bu müteşebbislerden biri. O da Gülen’in Allah Rızası konseptine göre hareket ediyor ve bu yolla New York’un Brooklyn semtinde inşaat girişimcisi olarak varlık edinmiş. Onun gibi başarılı işadamları gelirlerinin ciddi bir kısmını ‘Hizmet Hareketi’ne bağışlayarak onu finanse ediyor. Kendisi dört işadamı ile birlikte Brooklyn’deki Amity School’un yönetim kurulunda bulunuyor. Okul ücretleri bütçenin bir kısmını karşılarken, geri kalanı ve bilhassa yürüyen yatırımları Aksoy gibi bağışçılar üstleniyor.
Hayır sahipleri okul müdürü Cengiz Karabekmez’in günlük işlerine karışmıyor. 1999 yılında kurulan okula 300 öğrenci geliyor, içlerinden yüzü okula bağlı yurtta yaşıyor. Çocuklar 17 milletten ve beş dinden, Türkiye kökenli çocukların sayısı ise orantısız. Okul bununla tanıtımını da yapıyor ve yıllardır bütün mezunlar kendine üniversitede yer buluyor. En iyileri Harvard, Columbia ve Yale’e gidiyor. Bununla da bitmiyor: “Geçen sene mezun olan 25 öğrenci 4 milyon dolar tutarında burs topladı” diyor Karabekmez gururla.
“Gülen Okulları” olarak tanınan okulların tamamında ağırlık olarak fen bilimleri öğretiliyor. “Belli bir inancı zorla sunmuyoruz” vurgusunda bulunuyor okul müdürü. “Biz dini bir okul değiliz ki. ” Din dersi yerine de saygı, yekdiğerini sevme ve çalışma ahlakı gibi evrensel değerleri öğreten ‘karakter eğitimi’ dersi sunuluyor. 36 öğretmenin çoğu Amerika vatandaşı. “Dil problemleri?” Andrea gülüyor. Evet, elbette bazı velilerin İngilizcesi azmış diyor bir öğretmen. “Okuldaki birlik, herkesin birinci sınıftan itibaren iyi derecede İngilizce konuşmasını sağlıyor. ”
İngilizce öğretmeni Adamir Almanya’yı da tanıyor, ABD’yi de – fakat Gülen’in kim olduğunu bilmiyor. Adamir’in anne-babası Balkanlardaki savaştan önce çocuklarıyla birlikte önce Almanya’ya kaçmış, 12 yıl önce New York’a yerleşmişler. ‘Hizmet Hareketi’ ismini de hiçbir yerde duymamış. Amity Okulu onun için doğru bir seçimdi, çünkü diğer okullara kıyasla bu okulda öğretmen olarak daha çok söz sahibi olabiliyor. Allah Rızası kendini zorunlu kılmıyor. “Allah her insanı sever” diyor yatırımcı ve destekleyici olan Aksoy. “Ama Allah bilhassa da insanın iyi amellerini sever. ”
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment