“Hak ve hürriyetler pazarlık konusu olamaz”
Erbil’de Kürtçe yayımlanan Rudaw Gazetesi’nden Rebwar Kerim’in barış süreci, Ortadoğu’daki gelişmeler ve bölgedeki hizmet faaliyetleri hakkındaki sorularına cevap veren Fethullah Gülen, “Türk ve Kürt olmak irademiz dışındayken bunları ayrım sebebi yapmak garabet.” diye konuştu.
“Çözümün anahtarı, kendimiz için istediğimizi başkası için de istemekte.” diyen Gülen, anadilde eğitimin ilke planında kabul edilmesinin, devletin vatandaşlarına karşı adil olmasının gereği olduğunu, bunu kabul ettikten sonra pratikte karşılaşılabilecek problemlerin ayrıca ele alınabileceğini belirtti. Kürtlerin dünyaya açılmasında Türkiye’nin bir kapı olması gerektiğini ifade eden Gülen, “Türkler, Kürtlerden önce Kürt meselesine sahip çıkmalıdır.” dedi.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin röportajdaki ifadeleri şöyle:
“Yıllardan beri bölgede akmakta olan kan ve gözyaşının dinmesine yönelik faaliyetleri desteklememek mümkün değil. Geçmiş acıların geleceğimize set olmasına engel olmak, ufka bakıp yapıcı faaliyetler ortaya koymak esastır. Samimiyet, karşılıklı saygı, bir hadis-i şerifte ifade buyrulduğu gibi, kendimiz için istediğimizi başkaları için de istemek, kendimiz için istemediğimizi başkaları için de istememek, hattâ bunun da ötesinde Kur’ân-ı Kerim’de övülen ve Medine’de Ensar’ın çok önemli bir vasfı olarak zikredilen karşımızdakini kendimize tercih temellerinde davranmak, problemlerin kökünü kesecek ve onları kurumaya, bitmeye mahkûm hale getirecektir inancındayım. Türk ve Kürt sivil toplum kuruluşları, bu temellerde bir zeminin hazırlanması, insanların bu temeller üzerinde kaynaşması, hatta âdeta fertlerin görünmediği kurşundan bir bina gibi bir birlik meydana getirilmesi istikametinde gayret göstermelidir. Ayrıca, söz ve tavırlarda asla incitici olmama, herkesi kucaklayıcı ve sabırlı davranabilme de çok önemlidir. Herkesin çok dikkatli ve temkinli olması, kışkırtmalara gelmemesi lazımdır. Bağırıp çağırmalarla ve sloganlarla problemler çözülmez. Meselenin üzerine bağırıp çağırarak, yakıp yıkarak ve öldürerek değil, akıl, feraset ve şefkatle gidilmelidir.
TARAFLAR, BİRBİRLERİNİN HİSSİYATINA SAYGI GÖSTERMELİ
Güvenlik ortamının da peyderpey tesis edilmesinden azami ölçüde istifade ederek; başta eğitim olmak üzere, her türlü ekonomik, sosyal, kültürel ve manevi münasebetleri geliştirmek gerekir. Bu maksada yönelik olarak, ma’şeri vicdanın Gönül Köprüleri adını verdiği, Batı’dan Doğu’ya, Doğu’dan Batı’ya ortak projeler hayata geçirilmeli; mevcutların kapasite ve hedefleri geliştirilmelidir. Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerin de birer cazibe merkezine dönüştürülmesi, özellikle de eğitimin cazip hale getirilmesi çok önemlidir. Zira, mevcut eğitim problemleri çözüldüğü zaman pek çok mesele de çözülmüş olacaktır. Dünden bugüne işsiz, güçsüz, okuyamamış insanlar büyük ölçüde kendilerini itilmiş, ikinci sınıf gibi görmüşlerdir. Halbuki bölgenin insanları, geçmişte önemli medeniyetlere beşiklik yapmış çok zeki insanlardır. O psikolojik havadan ve bazıları itibarıyla içine düştükleri kompleksten de onları kurtarmak lazımdır. Bu yapılırken de, kardeşlik ve eşitlik prensiplerinin gereği olarak; taraflar birbirlerinin hissiyatlarını rencide edici davranışlardan uzak durmalıdır.
İNSAN HAKLARI ALLAH’IN HEPİMİZE BAHŞETTİĞİ HAKLARDIR
Etnik ve mezhep temellerinde ve başkaları aleyhine her türlü ileri faaliyet veya yayılma gayretinden, kışkırtmaya, kavgaya, mücadeleye ve çatışmaya zemin hazırlamaktan, alet olmaktan ve girmekten şiddetle sarf-ı nazar edilmesi gerekiyor. Hem ülkeler içinde, hem bölgemizde daha fazla ayrılık ve fitne tohumlarının ekilmemesi ve yeşertilmemesi konusunda da a’zamî dikkat gösterilmesi icap ediyor. Modern dönemde yaşananların tersine, Ortadoğu halklarının beraberce, sulh içinde yaşamaya dair güçlü tarihî ve geleneksel değerleri vardır. Kürt, Türk, Arap, Hıristiyan, Müslüman ve Musevîler beraber yaşama kültürüne sahiptirler. Bu kültürel değerleri yeniden keşfedecek, onları yeniden hayata geçirecek “eğitim modellerine ve sivil toplum kuruluşlarına” ihtiyaç vardır.
Bu noktada çok mühim bir husus da şudur: İnsanların hakları ve hürriyetleri, kimsenin, hiçbir gücün onlara bahşedeceği ve dolayısıyla başkalarından beklenecek şeyler değildir. Bunlar, yaratanımız ve yaşatanımız olan Cenab-ı Allah’ın insan olarak hepimize bahşettiği haklardır, özgürlüklerdir. Peygamber de olsa, insan ve yaratılmış olma konusunda herkes, ama herkes, birbirine eşittir. Bu eşitliği baştan tanımadan adalet de, hukuk da olmaz. O bakımdan, söz, tavır ve davranışlarımızda lûtfedici imajı uyarmaktan uzak durmak; bu temel hak ve hürriyetleri başka değerler karşısında pazarlık unsuru olarak görmemek ve kullanmamak, diğer taraftan da, meşru olmayan, evrensel hukuk sınırlarının dışında ve bilhassa şiddet ihtiva eden yollardan her ne maksatla olursa olsun kaçınmak elzemdir.
Sadece Türkiye, Kürt kardeşlerimiz ve Irak Kürdistanı olarak değil, bütün bir âlem-i İslâm olarak belki birkaç asırdır en ızdıraplı ve acı dönemlerimizi yaşıyoruz. Problemlerimiz, her tarafta aynı: cehalet, fakirlik ve tefrika. Bu problemlerle birlikte ümitsizlik; hile, aldatma ve karşılıklı güvensizlik; karşılıklı düşmanlık ve aleyhtarlık; düşüncede, içtimaî, iktisadî ve siyasî hayatta baskı, istibdat ve zulümler, dolayısıyla fikrî, ilmî, içtimaî, iktisadî ve siyasî terakkinin önünün tıkanması, ferdî inkişaflara imkân tanınmaması ve şahsî menfaatlerin önde tutulması, kaç asırlık acınası halimizin diğer veya yan sebepleri olarak varlığını koruyor. Bu problemler, bu dünyanın ayağa kalkmasını istemeyenler, kendi menfaatleri uğruna birbirleriyle boğuşmasını arzu edenler tarafından da sürekli körükleniyor. Arap’ı, Türk’ü, Kürt’ü, Acem’i olarak problemlerimizin, bunların sebeplerinin ve çözüm yollarının ne kadar farkında olduğumuz da sorgulanabilir bir husustur.
İDEOLOJİK PROPAGANDA BİZİM DÜNYAMIZDA YER ALMAZ
Tarih boyunca insanlığa faydalı olmak adına yapılan yardımseverlik faaliyetleri hemen her zaman belirli bir dünya görüşünü empoze etmekle suçlanmıştır. Çalışkanlık, dürüstlük, diğergamlık gibi hemen herkesin olumlu göreceği hasletlere vurgu yapan çalışmalar, projeler bile bir kesim tarafından endoktrinasyon olarak adlandırılmıştır. Ortada aykırı bir ideoloji ve bu ideolojinin propagandası bahis mevzuu olmuş olsaydı, böylesine hassas şartlarda, fertlerin bile mahremlerine kadar gözlenip takip edilebildiği bir dünyada, istihbarat servislerinin her türlü gözleme ve takip imkânına sahip bulunduğu bir zeminde bunun gizli kalabilmesi mümkün olabilir miydi ve mümkün müdür? Yarım asrı aşkın bir süredir böylesi ithamları haklı çıkaracak tek bir emare ortaya konamamışsa, bu ithamların hâlâ ne ifade ettiğine yüksek idrak ve insaflarınızı rahatlıkla hakem kabul ediyor; hükmü ve kararı gönül rahatlığı içinde yüksek idrak ve insaflarınıza bırakıyorum.
Kaldı ki “ideolojik propaganda” ifadesinin bizim ıstılâhımızda olmadığını da hatırlamak gerekir. Hizmet hareketi ahlâki gelişim, sulhun yayılması ve gelişmiş dünyayı yakalayabilecek kaliteli bir eğitimin, yerel değerlere ve hukuka saygı içerisinde verilmesi gibi gâyelere sahiptir. Irak’ta da gâye aynıdır. İdeolojik propaganda bizim ait olmadığımız bir düşünce dünyasından gelir. Biz onu bilmeyiz. Çatışma çözümünün, diyalog ve konsensüsün, cehaletle mücadelenin; ilmî ve teknolojik gelişmeler için uygun ortam hazırlamanın, huzur, emniyet ve barışın yanında olmanın ideolojik propagandayla telif edilmesi mümkün değildir.
Takip edebildiğim kadarıyla, Kuzey Irak’taki okullar dünya ile entegrasyonun yanında yerel kültürün yaşaması felsefesi ile hareket etmektedir. Bu meyanda bu okulların düzenlediği Kürtçe şöleni gibi aktivitelerde gösteriyor ki ideolojik ya da başka tür başkalaştırma faaliyetleri bu okulların açılış felsefesinden fersah fersah uzaktır. İşin doğrusu, bölgedeki dost ve kardeşlerimizin basireti de geçen yirmi yılda, bu okulların bölgede sahiplenilmesinde çok önemli bir faktör olmuştur. Tarih boyunca inanç ve dert ortağı olduğumuz Kürtler, güftugulara hiç aldırmadan, Anadolu’nun temiz sinesinden süzülerek gelen ve Kürt coğrafyasına yeşeren bu okullara daima gönülden sahip çıkarak tarihsel kardeşliğimizi bir kez daha göstermişlerdir.
HALEPÇE VE ENFAL İÇİN ÇOK GÖZYAŞI DÖKTÜM
Büyük bir köyü andıran bir dünyada, asırlarca birbirleriyle savaşmış Avrupa devletlerinin beraberlik, hattâ siyasî birlik peşinde olduğu bir dünyada, (Kürt veya Türk olmak elimizde ve bizim tercihimize bağlı değilken, anadil olarak Türkçe veya Kürtçeye sahip bulunmak elimizde, tercihimiz ve irademiz dahilinde gerçekleşmemişken) Türk veya Kürt olmayı, Türkçe veya Kürtçe konuşuyor olmayı bir ayrım sebebi yapmak, garabetten ve hepimizin zararına olmaktan başka ne manâya gelir? Bu coğrafya tarih boyunca farklı din ve kültürlerin barış içerisinde yaşayabildiği bir coğrafya olmuştur. Türkler ve Kürtler tarihî süreç içinde birbiriyle kaynaşmış ve ortak sevinç, üzüntü ve tarihi yaşamışlardır. Ahmed-i Hani, Molla Cezeri, Fakih-i Tayrani, Molla Halid-i Bağdadi, Selahattin Eyyubi ve Bediüzzaman Said-i Nursi gibi ışık şahsiyetler daima Kürtlerin, Türklerin, Arapların ve diğer unsurların birlikte yaşamasına katkı sağlamış ortak değerlerimizdir.
İki halk arasındaki ilişkiler son 100-150 yıldır yara alsa da tarihi bağlarından dolayı kolay kolay koparılamayacak kadar güçlüdür. Nitekim, büyük halk ve peşmerge göçünde Anadolu insanının Kürtlere sinesini açması ilişkilerin normalleşmesinde önemli bir ivme olmuştur. Fakir, Halepçe ve Enfal için çok gözyaşı döktüğü gibi, hemen bütün Anadolu insanının da bu acı hadiseler karşısında bağrı yanmıştır.
İlişkilerin yeniden güçlenmeye başladığı günümüzde sadece güvenlik merkezli mevcut sorunların giderilmesi değil, kültürel ve tarihî bağların da yeniden kuvvetlendirilerek tekrar kopmaz hale getirilmesi gerekir. Burada Türkiye’ye düşen kendi Kürt vatandaşlarına gerekli hak ve özgürlükleri tanıması kadar dünyanın diğer bölgelerinde de sıkıntı çeken Kürtlere yardım elini uzatması; siyasî, dinî, etnik sebeplerle sıkıntıya maruz kalan Kürtlerin haklarını başta BM olmak üzere uluslararası organizasyonlarda koruması ve hakkaniyet adına onların da temsilcisi olmasıdır. Evet, aramızda ayrılıklara asla yer vermemek ve tek bir bütün teşkil edebilmek için ne yapsak değer. Şu kadar var ki, mesele sadece siyasî açıdan ele alınmak ve değerlendirilmekle de kalmamalı; sadece devlet yetkililerine bırakılmamalı; STK’lar, işadamları, muallimler, kanaat önderleri, Diyanet teşkilatı, öğrenciler, kısaca toplumun hemen bütün kesimleri birliğimizin pekiştirilmesi için ellerinden geleni yapmalı; aramızda daima gönül köprüleri kurulmalı; düşmanlığa düşman olunmalı; her türlü iftirak faktörlerinden uzak durulmalıdır. Kürtlerin meselelerine onlardan önce Türkler sahip çıkmalı; Türklerin yanında da Türklerden önce Kürtler bulunmalıdır. Gelecekte, eğitim ile başlayan ilişkiler akademik, kültürel ve ekonomik alanlarda yapılacak çalışmalarla geliştirilebilir. Türkiye bu noktada Kürtler için dünyaya açılan kapı olabilir.
ANADİLDE EĞİTİM, ADİL OLMANIN GEREĞİ
Anadilde eğitimin ilke planında kabul edilmesi devletin vatandaşlarına karşı adil olmasının gereğidir. Ancak pratikte karşılaşılabilecek problemler ayrı değerlendirilmelidir. Mesela, anadilde eğitim için o dilde eğitim verebilecek yetkin ve yeterli öğretmenler yetiştirilmelidir. Zira, öğretmen kadrosu anadilde eğitim vermeye yetersiz ise iyi niyetli çabalar geri teper ve yapılmak istenenin tersi bir sonuç verir. Öte yandan Kürt anne-babaların da evlatlarına Türkçe öğretmek konusunda hassas olmaları gerektiğini vurgulamak ihtiyacı hissediyorum. Dünyanın birçok ülkesinde ülkenin resmi dilini akıcı bir şekilde konuşamayan topluluklar vardır ancak bunlar önemli sıkıntılar yaşamaktadırlar. Genel olarak sosyoekonomik seviyeleri gerilerde kalmaktadır. Almancayı iyi konuşamayan Almanya’daki ilk kuşak Türkler, İngilizceyi iyi konuşamayan ABD’deki Hispanikler gibi. Kürt vatandaşlarımızın evlatlarına değil Türkçeyi, İngilizceyi, Arapçayı da öğretmeleri, onların istikballeri adına çok faydalı olacaktır.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment