Bir madenci oluyor yüreğim

Kömür karası asilliğinde bir madenci oluyor yüreğim. Hafızamın en tozlu raflarında ‘Şu Sobaya Biraz Daha Kömür At, Üşüdük Hanım’ cümlesi.  Bu içi boş cümleyi o tozlu raftan alıp tozlarını bir bir siliyorum ve şimdi daha iyi anlıyorum kömürün o dondurucu soğuklarda içimi neden bu kadar huzurla ısıttığını.

Bu eskimiş cümlenin yanına 300 ölü madenciyi koyup aklımın en acımasız sahalarına varıyorum.

Karmaşık duygularla uyurken gece aniden kalkıp haberlere bakıyorum içimde titrek bir ümit… Bir ümit diyor oğlunu maden kapısında bekleyen beli bükük gözü yaşlı baba.  Ve sonra rakamlar beliriyor artarak 276, 284, 298 …… ve gittikçe daha çok parçaya bölünüyor kalbim. Her biri için ayrı ayrı yas tutuyor, evlerine gidip birer parça oluyorum onlardan. Bir çocukları oluyorum,  bir anaları ne oyuncaklar teselli ediyor beni ne fotoğraflar…

Göçük altında kalmış kömür karası bahtınıza bakıyorum,  gazeteciler acımasızca fotoğraflarken ölü bedenlerinizi. Hikayeler çıkıyor her madencinin kara bahtının arkasından. Sayıya indirgemek ne acımasızlık biliyorum. Biriniz bile ölmeye fazlayken 300’ünüz birden. Kardeş kardeşe, baba oğula, arkadaş arkadaşa kader birliği etmişçesine.

Sonra birden halka karışıyorum. Tekmeler uçuşuyor kafamda, en yakın markete dalıp yumruk yiyor ve yediğim her yumrukta biraz daha kendime geliyorum. Avazım çıktığı kadar bağırmak, o madene girip talihsiz bedenleri çıkarmak istiyorum. Kulaklarımda ‘Çizmemi Çıkarıyım mı’ sorusu yankılanıyor, bu soru değil, tüm insanlığa bir ders biliyorum.

Yerin yüzlerce metre altına girip, son gücümle kazma sallıyorum, çocuklarım ve eşim geçiyor gözlerimin önünden. Ve son bir kez karbonmonoksit soluyorum.

Makam araçları geliyor  kırmızıya çalan plakalarla, içinde madencilerin verdikleri oylar sayesinde  oturdukları deri koltuklarda, gözlerini halktan kaçıran  yetkililer. Boyunlarında  kravatlar, yanlarında korumalar, en güçlü sanırsınız onlar, devletin simgesi sözüm ona güçlü adamlar. Kömürün karası ise yok hiçbir yanlarında.

Basit bir bilim kurgu yaşıyorum  2015’e girerken. 2014’ün en talihsiz olayları sıralanıyor haber bültenlerinde. Türkiye’yi ve dünyayı sarsan ölü madenci haberleri.  Hesaplar hala sorulmayı beklerken eşlerini arayan kadınların yakarışları en acıklı ağıtlarla bir fotoğraf oluveriyor artık dimağlarda. Birer simge haline dönüşüyor bazı cümleler acıtasyon yapan kanalların düzgün Türkçe konuşan spikerleri için. Ve en popüler kelime oluyor birden KÖMÜR. Yeraltındaki mahzeninden koparılıp ağıt yakan dillere yaralı bir serçe gibi konuyor.

Holding patronları aynı koltuğu mesken tutmuş, ağzındaki purolarla gücün kölesi olmaya devam ederken, kazandıkları her parada iç alemlerinin daha da kömürleştiğini bile farketmiyorlar. Söylenilenler birbiriyle çelişip, kötüler arasında kötüler çabucak kayboluyor.  Dev gibi çarklarını her daim döndüren kapitalizm,  en temiz çizmeli, son anlarında şehadet getirmeyi unutmayan madencileri bir bir kapmaya devam ediyor. Gidenlerin yerini , gelenler çoktan almış ‘napalım iş yok sesleri yankılanırken.’

Tüm kötülüklerden en çok payını alan analar ve çocuklar ekranlarda,  gözyaşları kaybettikleri madencilerinin çıkardıkları kömürlere karışıp,  katran karası sellere çevrilmiş… Bu maden hiç bu kadar beyaz olmamıştı diyorum ve koca maden kefen bezinin beyazına dönüşeveriyor aniden.

Hangi kömür ısıtabilir ki artık yetim kalan çocukların ıssız yüreklerini,  ve hangi maden silebilir anaların dinmeyen gözyaşlarını?

 

Bırak diyorum baba bırak, üşüyelim daha iyi. Kömür girmesin bu sobaya nolur, üşümek hiç bu kadar anlamlı olmamıştı emin ol ve hiç bu kadar huzurlu olmamıştım soğuktan titrerken ellerim…

 

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.