Son deliği ayağı ile kapattı

Bir menkıbe gibi ele alsak bile anlatıldığına göre: Hz. Ebu Bekirin (R.A.) hicret sırasında sığındıkları mağaranın her deliğini, zararlı hayvanlardan ve haşerattan Peygamber Efendimizi (S.A.S.) korumak için elbisesinin parçalarından bi rşeylerle kapattıktan sonra bakıyor ki, son bir delik kalmış onun üstüne de ayak tabanını bir tıkaç gibi koyuyor. Bir yılanın can yakıcı davranış ve ısrarlarına karşı ayağını çekmek istemiyor…

Asırlar sonra şimdi de böyle çok sıkıntılı bir dönem yaşıyoruz… Tenkil edici, kökten kazıyıcı, zalim, kahhar ve cebbar bir muamele ile karşı karşıyayız. Milletin ve Devletin gücünü ve imkanlarını, kendi şahsi çıkarları ve özel garazları için üzerimize saldırtıyorlar. İslamiyetin “Hiç kimse bir başkasının günahını ve suçunu yüklenmez” hükmüne ve bütün adaletli kanunların “Suç şahsidir” demelerine rağmen, hiç alakasız bir sürü insan normal insanlık haklarından mahrum ediliyor, hapse atılıyor hatta işkence altına alınıyor.

Böyle bir durumda imkanı olan herkese büyük vazifeler ve yükümlülükler düşüyor.

Hicret etme durumunda kalmış, eğitim gönüllüsü ve destekçisi adanmış ruhların, yani hizmetin ruhu ve özü hükmündeki Muhammed Aleyhisselam’ın getirdiği İslami güzelliklerin temsili ve tebliği için bütün cihanda koşuşturma halinde olanların korunup muhafaza edilebilmeleri için şimdi Hz. Ebu Bekir Efendimiz gibi gerekirse vücudumuzun bir parçası ile zalimlerin açtıkları delikleri ve kanayan yaraları kapatmamız gerekiyor. Evet bazı dönemler fedakarlık ve cefakarlığın çok üst seviyelerde olması gerekiyor. O zaman ihlaslı müminler “(Hatta kendileri ihtiyaç duysalar bile işar ruhu ile) kardeşlerine öncelik verir, imkanların onlara verilmesini tercih ederler.” (Hasır Süresi 59/9) Hem de şu Hadis-i Şerifin tehdidinden korkarlar: “Hiçbiriniz kendisi için istediğini, kardeşi için istemedikçe, gerçekten iman etmiş olamaz. (Buhari, iman, 7: Müslim, iman 71)

Mazlum, mağdur ve muhtaçları; Efendimizin yolundaki rehberler; hep Efendimizin (S.A.S.) misafirleri saymışlardır: Berlin’de emlakçı bir ağabeyimiz var. Bir gece rüyasında, evinin bahçesinde büyüğümüzle beraber düzenleme yapıyorlar. Ona diyor ki ‘Buraya benim misafirlerim gelecek. Bu hazırlığı onlar için yapıyoruz.” Ramazan ayı gelince, bu emlakçı ağabeyimiz Suriyeli mülteci kardeşlerimizden misafirleri alıp burada iftarlar veriyor. Bir iftarda bir Suriyeli kadının diğer hanımlara, “Ben Suriye’de herşeyimi kaybettim, burada da hiç kimsem yok. Artık çok bunalmıştım ve bugün intiharı düşünüyordum. Siz beni buraya davet ettiniz, çok yakınlık ve dostluk gösterdiniz. Artık benim de kimim-kimsem var diye içime güzel bir duygu geldi ve sayenizde intihardan vazgeçtim” diyor. “Bir insanı ihya, bütün insanları ihya gibidir” Bunu duyan ağabeyimiz o hanım kardeşimize, “Sen hocaefendinin misafirisin.” diye gördüğü rüyayı anlatıyor.

Sahabe efendilerimize benzemeye çalışalım da hiçbir zaman onlara yetişemeyeceğimizi de bilelim.

Azerbeycan’a giden kardeşlerimizden birisinin bir zaman içine, “Biz de hicret ettik, biz de fedakarlık yaptık ve cefalar çektik” gibi bir duygu geliyor. Rüyasında arabasında Efendimiz’i (S.A.S.) gezdiriyor. Biryere geliyorlar araba uçuruma doğru kaymaya başlayınca, büyük büyük taşlar bulup tekerlerin önüne koyayım diye inince birde bakıyor iki tane Sahabe Efendimiz zaten hemen kafalarını tekerlerin altına koyup Peygamber Efendimiz’i (S.A.S.) korumaya çalışıyorlar!.. Heyecanla uyanıyor ve “Biz kim? Onlar kim? Bizle asla onlara ulaşamayız!” diye konuşuyor.

Doğru ama bizim ölçümüz onlar gibi olmaya çalışmak ve hedefimiz de onların yolunda imkanımız nisbetinde yürüyüp gitmek olmalıdır… Hasta bir asırda bizim gibi yara bere içinde olanlara ancak bu düşer.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.