Senatör McCarthy’nin ayak izleri

Ülkeler geçmişte yaptığı hatalardan ders çıkarabilmeli. Üzerine ciltlerce kitap yazılan siyaset tarihi belki sadece bunun için var. Daha önemlisi, ülkeler başka ülkelerin hatalarından da ders çıkarabilmeli.

Yirminci yüzyılın ortaları Amerika Birleşik Devletleri için gururla anılacak yıllar değildi. Binlerce insana hayatı zindan eden meşhur ‘cadı avı’ sebepsiz yere aileleri böldü, nice kariyeri sonlandırdı, çok sayıda insanı ülkesinden etti. Dönemin baş aktörü, sürece adını veren Wisconsin senatörü Joseph McCarthy olsa da McCarthy sanıldığının aksine ‘düğmeye ilk basan’ değildi.

ABD Kongresi, 1938 yılında komünizm başta olmak üzere tüm ‘vatana ihanet’ ve ‘bölücü faaliyet’ iddialarını araştırmak üzere Amerika Karşıtı Faaliyetler Komitesi’ni kurdu. Komite, kurulur kurulmaz yayınladığı raporda komünizm sempatisinin Hollywood’da oldukça yaygın olduğunu açıkladı. Yaklaşık 2 sene sonra eski bir Komünist Parti üyesini sorguya çeken komite başkanı Martin Dies, sinema dünyasında 42 komünist ismin tespit edildiğini duyurdu. İsimler basına açıklanmasa da bir şekilde yayıldı, yayılması sağlandı.

Araya II. Dünya Savaşı girince Sovyetler Birliği’yle sağlanan geçici yakınlaşma, ülkeyi etkileyen ‘komünizm tehdidi’ algısını bir süreliğine kırdı. Savaş bitti, saflar yine ayrıldı. Tehlike algısı, saklandığı yerden çıktı ve bıraktığı yerden, Hollywood’dan, tekrar zihinlere korku salmaya başladı. 1946 yılının yaz aylarında Holloywood Reporter isimli bir gazete, komünizm sempatizanı oldukları iddiasıyla pek çok aktör, yönetmen ve senaristin ismini liste halinde yayınladı. Sonraki 10 yılı etkisi altına alacak ‘fişleme’ ateşinin fitili böylece yakılmış oldu. Benzeri listeler farklı gazetelerde, aşırı sağcı grupların basın açıklamalarında sıkça yer aldı. Başta Hollywood çalışanları olmak üzere çok sayıda insan işini kaybetti, haklarında hiç bir kanıt olmadan ifade vermeye çağrılanlardan bazıları bunu reddetti ve hapse atıldı. Charlie Chaplin gibi ünlü bir sanatçı bile yoğun baskı nedeniyle ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Çalışmaya devam edebilen oyuncuların, senaristlerin isimleri yıllarca film jeneriklerinde yer almadı. Hatta fişleme listelerini hazırlayanlar bir keresinde bir manifaturacının soyadını yazarken bir harfi yanlış yazınca hayatı boyu siyasetin yakınından geçmemiş bir senarist sehven girmiş oldu kara listeye. Çalıştığı şirket tarafından kontratı iptal edildi ve yıllarca iş bulamadı.

Birbiri ardına yaşanan uluslararası gelişmeler de Amerika’daki bu aç canavarı besledi. 1949 Ağustos’unda Sovyetler Birliği ilk başarılı nükleer testini gerçekleştirdi. Aynı yılın Ekim ayında Çin Komünist Devrimi yaşandı.

Tam bu noktada Wisconsin senatörü Joe McCarthy aldı sazı eline. 1950 yılının 9 Şubat’ında, West Virginia Cumhuriyetçi Kadınlar Kulübü tarafından düzenlenen bir toplantıda Dışişleri Bakanlığı’nın komunistler tarafından ele geçirildiğini savundu. 205 diplomatın Komunist Parti üyesi olduğunu söyleyen McCarthy, bu isimlerin bir liste halinde Dışişleri Bakanı’na sunulduğunu ve rağmen bakanlıkta çalışmaya devam ettiklerini söyledi. Böylece Amerika’da bir döneme damgasını vuran McCarthy’li yılların işaret fişeği atılmış oldu. Bu öyle bir dönemdi ki sonraki 7 yıl boyunca binlerce hayatı kararttı. Ülkenin üzerine bir kabus gibi çöken bu ruh hali nice dostlukları, komşulukları bitirdi, aileleri parçaladı. Humphrey Bogart gibi meşhur bir isme bile ‘Ne komünistim ne de komünizm sempatizanı’ temalı makaleler yazdıran bir dönemdi bu. En çok kamu çalışanlarını, sanatçıları, diplomatları vurdu. Fişlenenler, fişlemeleri eleştirenler işlerinden oldu.

Reklam gelirleri, gazetelerin, televizyon kanallarının üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallandı bu yıllarda. İşveren için çalışanların geçmişini detaylı olarak soruşturan özel araştırma şirketleri ortaya çıktı. Fişlenmiş isimlere iş veren, onları ekrana çıkaran, yazdıkları senaryoları yayınlayan televizyonlardan reklamlar geri çekildi, kanallar iflasa sürüklendi.

Bu hafakan dönemi 1950 yılında çalışanlarına tek tek ‘Komünizm sempatizanı değilim’ yazılı beyanname imzalatan CBS’in 1956’da ‘artık yeter’ dediği ana kadar devam etti. CBS, 1956 yılında cesur bir kararla Alfred Hitchcock’un kara listeye alınmış bir aktörü işe almasına izin verdi. Kanal bunun hemen ardından ‘adı çıkmış’ bir senaristin hikayesini dizileştirdi. Başka bir programda ‘fişlenmiş’ bir müzisyen çalıştırdı. Surda ilk gedik açılmıştı, arkası geldi. McCarthy de artık duraklama dönemini geçmiş, gerileme potasına girmişti. Özel bir araştırma şirketi tarafından fişlenen, bu yüzden işinden olan radyocu John Henry Faulk’un ilgili şirkete açtığı dava sonun başlangıcı oldu. Yaklaşık 5 yıl süren dava sonunda mahkeme Faulk’u haklı buldu.

Senatör McCarthy ise 1962 yılında alınan bu karardan 5 yıl önce zaten kendi kendini bitirmişti. Agresif senatör, komunizm sempatizanlarının Hava Kuvvetleri’ne de sızdığını iddia edince zaten azalmakta olan inanılırlığı sıfırlandı. McCarthy’nin Dışişleri Bakanlığı’na yaptığı siyasi saldırıyla parlayan yıldızı, Hava Kuvvetleri atışıyla sönmüş oldu. Arada geçen yıllar, yüzlerce insanı hapse, binlercesini bir nevi sürgüne gönderdi. Nice kariyer, aile ve gelecek bu yolda heba oldu. Senatör McCarthy ise hayatını adadığı cadı avında devlet kademelerine sızdığını iddia ettiği tek bir komünist bile yakalayamadı. Kendisinden geriye yalnızca adıyla anılan utanç dolu bir cadı avı kaldı. Wikipedia şöyle tarif ediyor o cadı avı zihniyetini:


“McCarthy’cilik elde herhangi bir geçerli kanıt olmadan insanları vatana ihanetle suçlama halidir. Aynı zamanda muhalif sesleri sınırlamak ve siyasi eleştiriyi kısıtlamak için haksız suçlamalar yapma, polis soruşturmasını adil olmayan bir şekilde kullanma anlamına da gelen McCarthycilik, siyasi karşıtların vatanperverliği ya da karakteri üzerine yapılan demagojik saldırı halidir.”

Tanıdık geldi mi? Bana gelmedi. Ya da gelmeseydi keşke… 

Senatör McCarthy’nin ve tüm uygulamalarının tarihin karanlık sayfaları arasında sonsuza dek gömülü kalması, ayak izlerinin dünyanın hiç bir ülkesinde takip edilmemesi dileğiyle hükümet sözcüsü Bülent Arınç’ın 2010 yılında yaptığı bir konuşmada söylediklerini gönülden tekrarlıyorum: Fişleme kepazeliği artık son bulmalı.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.