12 Eylül 1980 - 12 Eylül 2014

Her eylül aklıma gelir…

Tam 34 yıl önceydi. O günden tam yedi sene sonra başlayacağım Hukuk Fakültesi’nin çömez bir öğrencisi olarak merak saikasıyla okuduğum ’12 Eylül Fatsa Davası’ iddianamesindeki saçmalıklarla gözüm henüz açılmamıştı, çocuktum.

Sadece evde bulunma ihtimalinin bile insanı titrettiği yasak yayınlar vardı o günlerde. Dr. Rıza Nur’un ‘Hayat ve Hatıratım’ gibi çok alakasız kitaplar bile ‘örgütsel döküman’ sayılabileceğinden, ortadan kaldırılması gerekiyordu.

Ama beni en fazla korkutan, bir kaç Cuma önce cami çıkışında hangi örgütün dağıttığını bile bilmediğim ve zorla elime sıkıştırılan tek yapraktan ibaret bir bildiriydi. Kimbilir nereye koymuştum?

O sıralar evden taşınacaktık ve evi görmeye gelenler vardı. Bense çocuk aklımla evin aranacağını zannetmiştim.

Eyvah ki ne eyvah! Ya o bildiri bulunursa?! Kimbilir neler yaparlardı.

Korku bedenimi sarmış ve heyecanla o bildiriyi aramaya başlamıştım. Bir süre aradıktan sonra nihayet bulmuştum bildiriyi ama bir problem vardı. Eve gelmişlerdi ve en uzak odadaki ben, gelenler odaya girmeden bu bildiriyi yok etmeliydim.

Bir süre önce kırılan pencere camının küçük bir çocuk eli girebilecek kenar boşluğundan dışarıya fırlattığım andaki heyecanımı şimdi ifade edemesem de, elimdeki cam kesiğinin o an gözüme hiç görünmediğini söyleyebilirim.

Neticede okuduğu bir kitap, hasbel kader eline tutuşturulan bir sayfalık bir bildiri insanın hayatını karartmaya yetiyordu ve gerçekten hayatı kararanlar vardı.

Yurt dışına kaçanlardan, yıllarca yurt içinde kaçak yaşayanlara, memleketin değişik yerlerindeki hapishanelerde işkence görenlerden, çalıştığı kurumlarla ilişiği kesilip bir anda ortada kalanlara kadar inanılmaz bir şekilde cadı avına tabii tutulanlar vardı.

Evet ülke çok zor zamanlardan geçmiş, kardeş kardeşin düşmanı olmuş, hemen hergün insanlar sokak ortasında öldürülür olmuştu. Fakat bütün bunların da aslında bir darbeye zemin hazırlamak adına göz yumulan şeyler olduğunu sonradan öğrendik. İnsanların çoğu, ya gençlik hevesi veya damarlarında hızla akan kanın heyecanı ile memlekete düzen verme sevdasına kapıldığı için bir yola sürüklenmişlerdi. Elbette samimi dava düşüncesinde olanlar da vardı. Ancak bir askeri darbeye zemin hazırlamak için önleri açılıp provoke edilen çoğu istikamet bilmeyen insanlar birbirlerine girmiş ve ortalık kan gölüne dönmüştü.

Sadece TRT’nin ve darbecilerin dikte ettirdiklerini yazmak zorunda olan gazetelerin yayınları insanların tek bilgi kaynağı idi. Ve müthiş bir algı operasyonu yapılıyordu.

Bir anda etraf süt liman olmuş, askerin gelişi ile o uzun kuyruklar ortadan kalkmıştı. Sokaklarda huzur ve güven hakimdi.

Kimse sorgulayamıyordu. Sokağa çıkmak yasaktı ve böyle olunca tabii olarak ortada kuyruk falan kalmamıştı. Her yerde asker dolaşıyordu ve sokaklar boştu, elbette huzur ve güven olacaktı.

Ancak sokaklar ne kadar güvenli ise insanlar da o kadar güvensiz hissediyordu kendilerini. Zira kurunun yanında yaşlar yanıyordu ama olsundu, değil mi ki güvendeydik o kadar olurdu!

Zindanlardaki işkenceden, beslenilmek yerine asılanlardan, yıkılan ailelerden, işsiz kalanlardan, kendi ülkesinde kaçak dolaşanlardan ve ülkesinden kaçanlardan haberimiz yoktu.

Müthiş bir perdeleme yapılıyordu ve kimse olan bitenin gerçekte ne olduğunu bilmiyordu. Bilenler ise konuşamıyordu. Adeta korku dağları bekliyordu.

Duvarlardaki sloganlar kireçle boyanmış, eski sloganlar yerlerini arananlar listelerine bırakmıştı. Neredeyse bütün işyerlerinin camları bu arananlar listeleri ile donatılmıştı.

Ama ‘huzur vardı’ (!) O halde ‘iktidarın yaptığı herşey mubah’tı (!)

Aradan 34 yıl geçmiş. Tam 34 yıl. Dile kolay neredeyse bir ömrün yarısı. Gel gör ki sen değişen hiç bir şey yok memleketimizde. Hatta geriye gittiğimiz bile söylenebilir.

Cadı avı bütün hızı ve dehşeti ile devam ediyor. Dar bir oligark azınlık tarafından rehin alınmış devlet mekanizması, muhalif her fert ve her şeyi yok etme makinası gibi çalıştırılıyor.

Özgürlükler her geçen gün daha da sınırlandırılıyor.

Sadece iktidar yandaşlarına yarayan düzenlemeler ardı ardına yapılıyor.

Yandaşa karşı kanunları uygulamaya kimse cesaret edemiyor. Hukuk ayaklar altında.

Muhaliflere ve özellikle Hizmet Hareketi’ne yakın olan, sempati duyan veya Hizmet’le doğrudan irtibatlı olduğu düşünülen herkese karşı ise hukuk ayaklar altına alınarak akıllara ziyan kanunsuz uygulamalarla sindirme hareketi uygulanıyor.

Yine bir 12 Eylül’de gerçekleşen 2010 referandumu ile, sağında solunda biraz iyileştirme yapılmaya çalışılan o darbe döneminin anayasası hala yürürlükte. İyileştirilen kısımlar da dar oligarklar tarafından hiçe sayılarak, anayasaya açıkça aykırı kanunlarla değiştirilip daha beter bir baskının aracı yapılıyor.

Ülke yandaş müteahhitten, yalaka işadamına her yeriyle ve her şeyiyle peşkeş çekiliyor.

Ekonomi her geçen gün kötüye giderken, sırf Hizmet’e yakın olduğu için bir banka devlet eliyle batırılmak için uğraşılıyor. Ekonomik göstergeler tehlike sinyalleri veriyor. Devlete ait ne var ne yok satılarak bu günlere kadar idare eden ekonomiyi şimdilerde her ay piyasaya pompaladıkları bir kaç milyar dolar kara para ile ayakta tutmaya çalışıyorlar.

Ülkeyi idare edenlerin açıkça nefret suçu işleyerek ortaya döktürdükleri ifadelerle millet tabanında öyle ayrılık ve fitne tohumları ekildi ki, aileler parçalanmaya, akrabalar ve komşular birbirleri ile konuşmamaya başladı.

Ve dünün “asmayalım da besleyelim mi?” diyen zalimlerinin yerini bugünün “size su bile yok” diyen Yezidvari tiranları aldı.

Ama havuza bağlanan kanalizasyon suyu ile beslenen gazete ve televizyonlarla öyle bir algı operasyonu devam ediyor ki, sanırsın herşey güllük güllistanlık. Başımızda bir dünya lideri var ve herkes bize hayran. Sadece bir grup iktidar karşıtı nadan(!) onlar da bitti bitecek!

Velhasıl, aradan 34 yıl geçti ama dün benim çocuk kalbimde pır pır atan korku, bugün bizim çocuklarımızın kalblerinde bir başka atıyor.

Ama dünkü karamsarlığa bedel bugün ümit cağlıyor.

Ey Mustaz’afların ve bütün mazlumların ümidi olarak geldik yalanıyla milleti kandıran zalimler; çocuklarımızın titrek kalplerindeki korkunun sizin kibirle bina ettiğiniz zulüm dağlarını yıkmasına az kaldı!

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.