Paranoyaklaştırabildiklerimizden misiniz?

Bir kaç yıl önce Türkiye’de yaşayan yeğenim bizi ziyarete geldi. O zaman 15 yaşındaydı. İngilizcesini ilerletletmesi için onu bir yaz kampına yazdırdık. Kampta çok iyi vakit geçirdiğini ve burada olmaktan büyük mutluluk duyduğunu anlattıklarından anlıyordum. Bir şeyini kaybetse kayıp eşya bürosuna teslim edilip daha akşam olmadan ona geri dönüyor; bir konuda bocalasa akranları ya da danışmanları hemen ona yardımcı oluyordu. Yine de genel olarak o denli şüphe doluydu ki, kimi zaman onunla konuşurken çok endişeleniyordum:

“Bekle seni buradan alacaklar.”
“Ya gelmezlerse!”
“Arkadaşım bu kahvaltı barını tavsiye etti ama acaba sağlıklı mı?”
“İçeriğini oku.”
“Ya doğru yazılmadıysa!”
***

Örnekler çok yerimiz dar ama herhalde kandırılmaya karşı nasıl zırhlanmış olduğunu anlatabilmişimdir. Bense o gencecik belleğin bu denli örselenmiş olmasına üzülüyor ne yapacağımı kestiremiyordum!

Ancak son yıllarda ne zaman Türkiye’ye gitsem ona hak vermiyor değilim çünkü sürekli tembihleniyorum:
“Cüzdanını çekiverirler o çantanın ağzını kapat hemen!”
“Taksiye binince ‘E5’ten gidelim ‘de yoksa sana şehir turu attırır.”
“Erken gitme nasılsa herkes geç gelir!” Daha neler neler!…

Geçenlerde bir okur bana sitem etmiş . “AKP Hükümeti’ni ve Erdoğan’ın Türkiyesi’ni niçin bu kadar eleştiriyorsun?” ve sormuş. “ABD’de olup da Türkiye’de olmayan bir şey söyleyebilir misin?”

 “Bir” demese iş kolay ama herşeyi bire indirgemek zor!…Yorumu sosyal medada paylaştım, çok da güzel cevaplar yazıldı ancak tam ben yazıma koyulacaktım ki, Başbakan Recep Tayyip  Erdoğan ve oğlu Bilal Erdoğan arasında olduğu iddia edilen telefon kaydı çıktı piyasaya. Ortalık toz duman oldu…Ve, ben o hengamenin içinde ABD’de olup Türkiye’de olmayan en önemli şeyi buldum: “güven kavramı”

Eskilerin ‘itimat’ da dediği ‘güven’ artık toplum olarak bizim için içi boşalmış anlamsız bir kelimeden ötesi değil. Hele ki, bugünlerde kimsenin kimseye güveni yok. Herkes kendi penceresinden kendi gerçeğini yorumluyor. Kendini temize çıkarmak için sana bir isim takıveriyor. Algı, gerçeği gölgede bırakıyor ama bundan karşı taraftan olduğumuz kadar şikayetçi değiliz! Herkes sorgusuz sualsiz kendi kaynağının doğruluğuna inanıyor diğer tarafa metelik bile vermiyor!

Öylesine hile hurda ve sahtecilik hakim ki, dürüst insanlara şüphecilikleri konusunda hak vermiyor değilim! Öte yandan, ‘kişi kendinden bilir işi’ misali sahtecileri de anlıyorum:  “Ben kandırıyorsam o da kandırır” diyor olmalılar!

Orhan Pamuk, “Masumiyet Müzesi” adlı romanına “hayatımın en mutlu anıymış bilmiyordum.” cümlesiyle başlar. Bu cümle bize  roman kahramanının geçmişte yaşadıklarını gözden geçirdiğini ve hayatının bir anının zamanında kıymetini bilemediğini anlatır. Biz de bugünlerde bir kez daha anlıyoruz ki, toplum olarak konu komşu güven ve mutluluk içinde yaşadığımız en mutlu masumane günlerin kıymetini bilememişiz! Ne yazık ki, bütün bu olanlar biz nerede duruyor olursak olalım hepimizi kirletiyor. Masumiyetimizi tehdit ediyor. Bugünün belleklerde bıraktığı izleri yarın nasıl temizleriz kestirmek zor. Ama eminim, gelecek nesil, yeğenimin jenerasyonundan daha şüphe dolu olacak. Şu yaşadığımız günlerde bir etrafınıza bakın; herkes birbirine tereddütle bakar oldu. Siz ne deseniz karşınızdaki anlamak istediğini çıkarıyor. Size aklında bir rol biçip sizi ona göre duyuyor! Vicdanlar suskun mu yoksa biz mi çok yüksek sesle konuşuyoruz da duyulmuyor bilinmez! Her yeni çıkan ses kaydıyla, her yeni açıklama ya da yorumla biraz daha yitiriyoruz masumiyetimizi, her biri yeni bir darbe insanlığımıza…   

Öte yandan, bu toplumsal cinnet hallerine ve paranoyaya siyasilerin özellikle sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın katkısı tartışılmaz. Sağolsun, sürekli komplo teorileri üretmekle meşgul. Gerçi toplum olarak dış mihraklar, Türk’e Türk’ten başka dost millet yok falan gibi söylemlere alışkınız ancak geçen Mayıs ayında başlayan Gezi sürecinden bu yana artık komplo teorisi dağarcığımız, hayal dünyasında sınır tanımaz bir hal aldı: “Operasyonlar,” “darbe” girişimleri, “faiz lobisi,” “Yahudi” lobisi, ” ananas devleti “ve en son olarak  “robot lobisi!” Şaka gibi! Bu iddiaların hiçbir kanıtı olmamasına rağmen Erdoğan taraftarları ona inanıyorlar.  “Destekçileri” diyemiyorum çünkü fanatik futbol taraftarlarından beterler ve adeta Erdoğan’ı bir idol gibi görüyorlar.

Telefon konuşmaları için yazılıp çizilen ortada. Anlatmayacağım çünkü anlayan anladı artık. Zaten inanamayan da inanmıyor. Görünen o ki, sayın başbakan mikrofonu eline alıp “evet biz yolsuzluğa bulaştık” dese inanamayacak çok kişi var.

Yalan ve gerçek arasında gidip geliyoruz yalan dünyanın aldatmacasını bir yana atarak… Yaşadıklarımızın ne kadarı doğru, ne kadarı eğri, ne kadarı algı, ne kadarı gerçek?…

 “Bu da geçer, ya hu” diyorlar.

Geçer tabi. İş, biz insanlığımızdan geçmeyelim! Adımlarımızı dikkatli atalım. Bugünlerin sonunda hepimizi ciddi bir vicdan muhabesi bekliyor. Hazır mıyız?

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.