Hangi Alimler Peygamber Varisidirler?

Efendimizin (sav) peygamber olarak gönderildiği döneme cahiliye dönemi deriz. Cahiliye dediğimiz devrin toplumu, okuma yazma bilmedikleri için cahil diye nitelendirilmez. Onlara cahil denmesinin sebebi değerlerin alt üst olduğu bir dönemi yaşıyor olmalarıdır. O dönem iyi olanın kötü, kötü olanın ise iyi kabul edildiği bir dönemdir. Sistem, parası ve makamı olanın haklı olması üzerine kurulmuştur.

Cahiliye insanı ateist değildir. Üstelik putperestlik adına oldukça dindardılar. Ama sahip oldukları dini anlayış, kurdukları sömürü sistemini bir perde olarak kullanmaktan ibarettir. Yani Mekke dini istismarın yaşandığı bir şehirdir. Kabile reisleri kabilesine olan hâkimiyetini kendisine verdiği dini kisve ile sağlamaktadır. Putların hamisi benim o yüzden ben diğerlerinden faziletliyim demektedirler. Attıkları her çarpık adımı sözde Allah adına attığına insanları inandırmaktadırlar. Din adına putları kendi nefsinin isteklerine göre konuştururlar. Hubel böyle istiyor, Lat kızıyor derler. Ama aslında isteyen de kızan da bizzat kendileridir.

İradelerine karşı gelene en ağır darbeyi vurmaktan çekinmeyen oligarşik bir kadro Mekke’ye hükmetmektedir. Bu kadro en çok istismarı ise adalet hususunda göstermektedir. Kendi akraba ve arkadaşlarına menfaat sağlarlar, diğer insanları ise faizle borçlandırırlar. Borçludan faizi alamazsa canı veya çocuğu dâhil olmak üzere her şeyini almaktan çekinmezler. Efendimiz (sav) bu anlayışın dip yaptığı dönemde peygamber olarak gönderilmiştir.

Efendimiz (sav) ve diğer peygamberlerin gönderilmesinin iki sebebi vardır:

  1. Kul ile Allah arasında olması gereken iletişimi tesis etmek.
  2. Kulun başta insan olmak üzere bütün varlık arasındaki iletişimi tanzim etmek.

Yani Efendimiz (sav)  Rabbim Allah’tır dedikten sonra, çalmayacaksın zulüm etmeyeceksin, öldürmeyeceksin de der. Hatta öyledir ki kendisine yapılan itirazın büyüklüğü kul ile Allah arasındaki iletişimi tesis etme gayretlerinden kaynaklanmaz. Çok yakınları dâhil olmak üzere Mekke’yi kendisine düşman eden şey özellikle insani iletişimi tanzim etme çabasıdır. Ebu Cehil arkadaşlarına  “O, (sav) bir esirin Efendisiyle eşit olduğunu söylüyor parayla aldığım Bilal, şimdi bana eşit mi oluyor?” demektedir. Dolayısıyla Hz Bilal’e yaptığı işkencenin tek sebebi de Hz Bilal’in Müslüman olması değildir. Efendimizin (sav) getirdiği hakikatlere olan muhalefetini göstermek istiyordur.

Efendimiz (sav) sadece inanç ve ibadet noktasında ısrarcı olsaydı Mekke kendisine böylesine bir direnç sergilemeyecekti. Biz de sizin gibi Kâbe’yi tavaf ediyoruz, kurban kesiyoruz, Hz İbrahim’i tanıyor ve seviyoruz, secde etmiyoruz ama rükûa benzer bir şeyler yapıyoruz, putlara taparken de göremediğimiz bir ilaha bizi yakınlaştırdığı için tapıyoruz. Sizin dininiz daha derli toplu bizde böyle ibadet edebiliriz diyebileceklerdi. En azından hiç ses çıkarmayacaklardı. Zira peygamberlik öncesi Mekke’de yaşayan Hanifler inandıkları değerler adına baskı görmüş değillerdi. Ama meselenin ikinci kısmı Mekke adına yenilir yutulur cinsten değildi. Onları can evinden vuruyordu.

İlk tepkileri doğrunun yaşanması konusunda sahip oldukları konum münasebetiyle kendilerinin istisna tutulması yönündeydi. Ebu Leheb, Ebu Talip’in vefatından sonra kabile reisi olmuş ve Efendimize (sav) gelmişti. Kendisine İslam bana ne vadediyor diye sordu. Efendimiz ‘’diğerlerine vadettiğini’’ diye karşılık verince ‘’beni diğerleri ile bir tutan bir dine girmem’’ diyerek çıktı gitti. Çalmayacaksın, zulüm etmeyeceksin, öldürmeyeceksin kısmı eğer sadece köleler için geçerli olsaydı Efendimizin (sav)  en ateşli taraftarları onlar olurlardı. Ama İslam şahsa özel muamele yapmıyordu. Bu yüzden Ebu Leheb ve arkadaşları bu yeni dinin mensuplarıyla ölümüne mücadele edeceklerdi.
Doğruyu söylemenin Elbette Bir Bedeli Olacak
Onların Müslümanlarla olan bu mücadelesi aslında doğru ile olan mücadeleden ibaretti. Bizim menfaatlerimize aykırı olan söylemleri terk etmezseniz sonunuz çok kötü olacak tehditleri bu yüzden savrulmaktaydı. Efendimiz “Bu insanlar öncesinde bana ‘El Emin’ diyecek kadar büyük muhabbet besliyordu. Bugün doğruyu söyleyerek neden onlarla aramı bozayım?” diye hiç düşünmedi. Sahabe-i kiram da bir mahalleye kapatılıp toplamda üç sene süren tecridi yaşarken herhangi bir şikâyette bulunmadı. Önemli olan Allah’ın emrettiği doğruların yaşanmasıydı. Mekke döneminde yaşanan acılar onların doğruyu söyleme hususunda gösterdikleri hassasiyet olarak kayda geçti. Efendimiz (sav) ve ashabı, ne pahasına olursa olsun doğruyu ifade ve yaşama uğrunda taviz vermediler.

“Âlimler peygamberlerin varisleridirler” hadisini bu bağlamda doğru anlamak lazım. Hakiki âlim harikulade kulluğuyla birlikte doğru olanı haykırma hususunda da peygamberane tavır sergileyebilendir. Doğrunun yaşanması konusunda istisna kabul etmeyen korkusuz bir duruşu vardır. Onlar haksızlık karşısında susarak asla dilsiz şeytan olmazlar. Mesela eğer söz konusu olan kul ve kamu hakkıysa hakiki bir âlimden bunlar az çalıyor, diğerleri daha çok çalıyordu gibi bir sözler sudur etmez. Doğruyu söylediğimde bana ve arkadaşlarıma zarar gelir, öncesinde beni çok seven, yere göğe sığdıramayan bu insanlar, konuşursam kınarlar korkusu da yaşamaz. Söz konusu olan ister beş lira olsun isterse koskoca bir milletin geleceği aynı hassas duruşu sergilemekten çekinmezler.

Ne dediğinizi duyar gibi oluyorum. Söz konusu olan beş lira olduğunda herkes aynı hassas duruşu sergiler diyorsunuz.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.