Obama hayatının kumarını mı oynadı?

Barack Obama’yı altı yıl önce ‘uluslararası diplomasiyi ve halklar arasında işbirliğini güçlendirdiği’ gerekçesiyle Nobel Barış Ödülü’ne layık gören komite, doğrusu biraz peşinci davranmıştı. Çiçeği burnunda ABD Başkanı’nın henüz bu yönde niyet beyanının ötesine geçen kaydadeğer bir icraatı yoktu. Artık var.

İnsan haklarını geri plana atma ve siyasi riskleri pahasına barış vizyonunu terk etmeyen Obama, Küba ve Myanmar gibi katı rejimlerle duvarları yıktı. En son ABD’nin terör sponsoru devletler kategorisindeki İran’la geçen hafta tarihi bir diplomatik açılım gerçekleştirdi. 1979 İslamcı devriminden sonra ABD’nin baş düşmanlarından biri haline gelen İran’ı nükleer silahlanma potasından büyük ölçüde çıkaran ve global sisteme entegre potansiyeli taşıyan bir uluslararası anlaşmaya önayak oldu. Hem de Ukrayna işgalinden dolayı kızdığı Rusya ve Çin gibi önde gelen rakipleriyle de mutabık kalarak.

İran, ABD öncülüğünde Batı ve Birleşmiş Milletler’ce uygulanan zorlayıcı ekonomik ve askeri ambargolardan azad olma karşılığında bu anlaşmaya imza attı. Peki Obama yönetiminin hedeflediği kazanımlar ve aldığı riskler neler?

UZATILAN ZEYTİN DALINA İCABET

Obama, 11 Eylül sendromu ve Irak savaşının ardından ABD’nin uluslararası arenada, hassaten Ortadoğu’da uğradığı zemin ve prestij kaybının üstesinden daha az müdahaleci ve konfrantasyonel, daha angajmancı bir dış politikayla gelinebileceğini düşünüyordu. Kahire ve Ankara konuşmalarıyla İslam dünyasına zeytin dalı uzatmıştı. O çağrılar, en azından şimdilik İran’da karşılığını bulmuşa benziyor.

Tahran rejiminin şahin unsurlarının nükleer anlaşmayı sadece bir al ver meselesiymiş gibi takdim etmesine bakmayın. ‘Büyük şeytan’ ABD ile perde arkasında zaten Afganistan, Irak ve IŞİD’le mücadele gibi alanlarda ıkına sıkıla süren pragmatik ilişkiler, bu aşamadan sonra daha da çeşitlenip derinleşecektir. Zira çok kritik bir psikolojik ve stratejik eşik aşıldı.

Her iki ülkenin dış politika ekipleri de yakınlaşmayı ulusal çıkarlarına uygun buluyor ve uzun süredir üzerinde çalışıyordu. İlk temaslar gizlice Hillary Clinton’ın bakanlığı döneminde başlamıştı. 2013’te İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile Obama’nın tarihi telefon konuşmasıyla niyetler iyice pekişmişti. İranlı Dışişleri Bakanı Cahid Zarif ile ABD müzakere heyetine başkanlık eden Dışişleri Bakanı John Kerry de bugünkü sonuca ulaşılmasında büyük katkıya sahip.

ORDU VE İSTİHBARAT ARKASINDA

İniş çıkışlara, iç ve dış tepkilere rağmen, Obama süreç boyunca geri adım atmadı. Amerikan ordusu ve istihbaratının tavsiyesi de o doğrultudaydı. Zira bu kurumlar ihtilaflara diplomatik çözüm bulunamayınca çıkan savaşlarda kabağın en çok kendi başlarına patlamasından şikayetçi. Ortadoğu’ya zaten gereğinden fazla Amerikan kanı ve kaynağı harcandığı kanaatindeler.

Pentagon, İran’ın nükleer zehrinin alınmasının o coğrafya için yaptıkları askeri planlamaları daha az kompleks ve masrafsız kılacağı beklentisi taşıyor. Ambargoların kalkmasıyla İran’ın savunmaya daha fazla kaynak ayırması da sillah sektöründeki Amerikan ve Avrupa firmalarını da mutlu eder. Çünkü İran’ın Suudi Arabistan gibi rakiplerinden siparişler artar. Sünni Arap rejimleri şu anda ne kadar kızıyor olsalar da, Amerika’dan kopma lüksüne sahip değiller. Hatta İran’ın konvansiyonel tehdidinden korunma karşılığında, Amerikalıları askeri üslerinden daha fazla faydalandırabilirler.

İran’la dans etmek şüphesiz kolay değil. Yeniden palazlandığında, tercihini uluslararası sistemde ve bölgesel ihtilaflarda yapıcı bir oyuncu olmaktan yana mı kullanacak? Yoksa arı kovanına soktuğu çomakları mı artıracak? Mesela Suriye’de Esed rejimini her ne pahasına olursa olsun desteklemeye devam mı edecek, yoksa tavizler vererek barış masasına oturmasını mı teşvik edecek? Obama nispeten ümitli ama tedbiri de elden bırakma niyetinde değil. İran rejimine kefil olmuyor, sadece barışa ve normalleşmeye şans verilmesinden yana. Washington yönetimi, diğer kötü huylarından vazgeçmese bile, İran’ın nükleer güce dönüşmesinin önüne geçilmesinin başlı başına bir zafer olduğu kanaatinde.

İRAN MUHALİFLERİ KIZGIN

İran’ın İsrail ve Suudi Arabistan gibi bölgesel hasımları, Amerikalıların naif davrandığı kanaatinde. Başını sağcı İsrail lobisi, bir kısım neoconlar ve şahin Cumhuriyetçilerin çektiği yerli muhalifler de Obama’ya kızgın. Anlaşmayı iki ay inceledikten sonra son sözü söyleyecek Kongre’den onay çıkmaması yönünde gayret sarf ediyorlar. 2016 başkanlık ve genel seçim kampanyalarının başlamış olması da işi iyice kızıştırıyor. Ancak Kongre’de Obama’nın veto tehdidini aşabilecek üçte iki çoğunluğa ulaşacak sayıda Demokrat Partili ayartmaları o kadar kolay olmayabilir. Beyaz Saray’ın anlaşmanın alternatifinin savaş olduğu argümanıyla Kongre’yi dizginleme ve kamuoyunu ikna şansı daha yüksek gibi.

Muhaliflerine sorarsanız İran’la anlaşmanın kazanımları az, riskleri çok. O nedenle ortalığı velveleye veriyorlar. ABD ise İran’ı da masaya oturtarak Ortadoğu’da yeni bir denge kurmak, çatışan ve rekabet eden tarafları birbirleriyle konuşmaya alıştırmak, sonra da aradan çekilerek Asya Pasifik’e biraz daha yoğunlaşmak istiyor. Bölgedeki mevcut siyasi kültür, mezhepçi ve milliyetçi eğilimler, global ve bölgesel güçlerin çatışan çıkarları, barışçı çözümlere ne ölçüde imkan verir, bilinmez. Ama bir yerden başlamak gerekiyordu. Obama, başlama vuruşunu yaparak belki de dış politikada hayatının kumarını oynadı. Kendinden sonra gelecek başkanlara ve liderlere iddia ettiği gibi daha güvenli bir dünya bırakıp bırakmadığını zaman gösterecek.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.