ABD’de Davutoğlu’na ilgi neden büyük?

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Washington ziyaretinin zamanlaması çok iyi.

ABD ile Türkiye’nin şu günlerde birinci dış politika gündemi Suriye. Ziyaret, BM Güvenlik Konseyi’ndeki Suriye karar tasarısının Rusya ve Çin tarafından veto edilmesinin hemen sonrasına denk geldi. Bu da Türkiye’nin uluslararası camiadaki çözüm arayışlarında en aktif oyunculardan biri olarak konumunu pekiştirdi.

Eskiden bölgemizde ciddi bir sorun olsa İngiltere, Fransa gibi Batılı ülkelerin liderleri bir koşu Washington’a gelip istişare ederdi. Bölgeden de Mübarek rejimi gibi gedikliler daha ön planda olurdu. Masada vazo gibiydik. Varlığımızla yokluğumuz neredeyse birdi. Şimdi ise bir sandalyemiz var. Hem de baş köşede. ABD’nin dikkatleri de tabiatıyla Türkiye’de. Ne dediğimiz, ne yapacağımız buralarda ziyadesiyle önemseniyor. Washington ziyaretinde Bakan Davutoğlu’na (onun şahsında da AK Parti hükümetine ve Türkiye’ye) açık-kapalı, sivil-resmî platformlarda yoğun ilgi gösterilmesinin temel sebebi bu. Davutoğlu, perşembeden bu yana ABD başkentinde farklı profillerdeki üç ayrı açık platformda sunum yaptı. Biri akademi (George Washington Üniversitesi), diğeri düşünce kuruluşu

(CSIS), sonuncusu ise ticari ortamdı (Türk Amerikan Konseyi). Hepsinde de salonlar tıklım tıklım doluydu. İzleyenlerin çoğunluğu Türk değil, Amerikalı idi. Davutoğlu, dostlarımızın göğüslerini kabarttı, bizi az bilenlerde saygı ve sempati uyandırdı, hasımlara bile şapka çıkarttırdı. Sağlam mantıki, entelektüel ve tecrübi temellere oturtulmuş tahlilleri ve reçeteleri, her zamanki gibi etkileyici idi. Etkileyici olmasaydı, mesela Kongre’de en üst düzeylerde görüşmeler yapabilir miydi? Daha kısa süre önce Münih’teki Güvenlik Konferansı’nda görüştüğü kodaman senatörler kendisiyle Washington’da tekrar buluşmak ister miydi? Üstelik bunlar arasında ideolojik açıdan Türkiye’deki AK Parti karşıtı kampa daha yakın olan John McCain ve Joe Liberman da var. ABD başkentinde çoklarıyla bir kez görüşebilirsiniz. Ama asıl önemli ve zor olan, ikinci randevuyu alabilmektir.

Bakan Bey’in Kongre’deki ev sahipleri, görüşmeyle de yetinmediler. Pek az kimseye yaptıkları bir jestle, bizzat Kongre binasını gezdirdiler. Türkiye’nin İsrail’le arası bu denli bozuk iken, İsrail lobisinin Amerika’daki kalesi olan Kongre’de bir Türk Dışişleri Bakanı’na böylesine ilgi ve saygı gösterilebiliyor olması çok manidar. Bunda şüphesiz sadece Davutoğlu’nun şahsı değil, temsil ettiği ülkenin dünyada parlayan yıldızı ve artan ağırlığı büyük rol oynuyor.

Tarihî olarak Türkiye’yle ilişkileri daha sorunlu olan Kongre’de bile vaziyet böyleyse, daha yakın çalışma yürüttüğümüz yönetim kanadını varın siz tasavvur edin. Nitekim Davutoğlu bugün başkan ve yardımcısından sonra dış politikada en etkili üç kabine üyesiyle birden görüşecek: Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Beyaz Saray Milli Güvenlik Başdanışmanı Tom Donilon ve Savunma Bakanı Leon Panetta. Baş gündem maddesinin Suriye olacağı ise sır değil.

Gördüğüm kadarıyla Türk ve Amerikan hükümetlerinin kısa ve orta vadeli gündeminde askerî operasyon bulunmuyor. Ancak bu arada her iki ülke de, farklı ihtimalleri göz önünde bulunduran ‘contingency’ planları yapmayı ihtimal etmiyor. Günün öncelikli konusu, Suriye’ye insani yardım için uluslararası camianın harekete geçirilmesi. Ve hukuki meşruiyet için BM Güvenlik Konseyi’ne muhtaç kalmayacak şekilde, tercihan askerî müdahale dışı metotlarla Esed rejimi üzerindeki baskının artırılması. ABD, Türkiye’nin bayraktarlığını yaptığı yeni uluslararası platform inisiyatifine sıcak bakıyor.

Kimileri, ‘Türkiye, bölgesel sorunlara uluslararası aktörlerin burnunu fazla sokmasını istemiyordu. Buyursun Suriye’yi de çözsün o halde. Şimdi niye başta ABD, büyük güçleri ve uluslararası kurumları işin içine çekmeye çalışıyor?’ diye soruyor. Bu çok adil bir eleştiri değil. Türkiye sorunun çözümü için önce bölgesel seviyeden başlayan kademeli bir diplomatik güzergâh izledi. İsrail hariç, bölgenin önemli güçleriyle (başta İran, Suudi Arabistan ve Mısır) mümkün mertebe angajman halinde oldu. Arap Ligi ve İslam Konferansı Teşkilatı, her zaman denklemin önemli bir unsuru idi. Şimdi bölgesel inisiyatifleri takviye noktasında meseleyi uluslararası boyuta taşıyor. Tıkanıklıkları aşmaya çalışıyor. İstikbalde mecbur kalınırsa daha aktif müdahale senaryolarına hukuki ve siyasi zemin hazırlıyor.

Peki Washington ile yoğun istişare ve işbirliğine rağmen, bölge kamuoyunda Türkiye neden ABD’nin kuklası gibi görülmüyor? Çünkü hükümet gerektiğinde Washington’a hayır diyebileceğini, adil olmayan icraatlarına karşı durabileceğini gösterdi. Bölge insanının güvenini ve hayranlığını kazandı. Bunda özellikle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın mert ve samimi üslubu çok etkili oldu. Böyle giderse, toz duman ortadan kalktığında, Türkiye bölgesinin en itibarlı ülkesi konumunu muhafaza edecektir. Zira Türk dış politikası, Bakan Davutoğlu’nun sıkça vurguladığı gibi ‘tarihin doğru tarafında’ yer alıyor. Maceraperestlik ifratı ile, pasiflik tefritine düşmeksizin; herkesle konuşarak, danışarak; sorun değil çözüm üretmeye çalışıyor. Statik değil, adaptasyon kabiliyeti yüksek.

Bana göre Ankara’nın büyük oranda isabetli son dönem dünya okumalarında -ki bunda Davutoğlu’nun büyük katkısı var- Soğuk Savaş gözlüğünü üzerinden atmasının çok faydası oldu. ABD de o gözlükten kurtulukça -ki Obama döneminde bu bir ölçüde gerçekleşti- Türkiye’nin çizgisine yaklaşıyor. Bu da ikili işbirliği ve uyumu artırıyor. Türk-Amerikan birlikteliğinin Suriye’de ortak bir yol haritası şeklinde tezahür edeceğine şüphem yok.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.