Tababet, Siyaset ve Diyanet

1961 doğumluyum.

Kütahya’nın, 20-30 bin nüfuslu, muhafazakar olarak tanımlanan Tavşanlı ilçesinde doğdum ve büyüdüm.

Tababet, siyaset ve diyanet konusunda herkesin her şeyi bildiği bir dünyaydı, yetiştiğim dünya.

İzah edeyim.

Önce tababet… Ülkemizin gelişmişlik düzeyini gösteren imkansızlıklar hayatımızın bir parçasıydı. Dişiniz ağrıyor diyelim. Gideceğiniz bir kaç kapı vardı: Berber Tevfik’in oğlu Dişçi İhsan veya diş teknisyeni Oğuz Abi ve kardeşi. Sünnet olacaksınız, adres belli; Berber Kaptan Rıza. Hiç bir tıbbi tecrübesi yok, o olmasın derseniz alternatifi sıhhiyeci Çukurköylü Ahmet Amca. Benim sünnetimi o yaptı mesela. Hastalandınız; kocakarı ilaçları ne güne duruyor?

Nasreddin Hoca misali, eşekten düşmüş herkes doktordu. Baş ağrısı, diz ağrısından bahsetmiyorum. Bunların dermanı belli zaten. Esmer Hafız’ın bakkal dükkanından alacağınız Gripin ve Aspirin ya da eczaneden basit bir ağrı kesici yeter de artar bile.

Kırık ve çıkığınız mı var? Bakırlı Hüseyin Amca’nın eşi var ya! Kalp hastalığı gibi ağır bir hastalığınız varsa, Dr. Sami, Dr. Turgut, Dr. Hasan var. Hepsi de pratisyen…

Eş dost tavsiyesi ilaç almak tam anlamıyla moda. Pekala ya reçete? Reçete hak getire. Boyacıların eczanesinden hepsini alabilirsin.

Komik gelebilir size ama ben böyle büyüdüm.

Buraya kadar anlattıklarım tababet.

Gelelim siyasete.

Değişmez aktörleri var siyasetin: Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş. Gerisi hikaye…

Bizim çevreler Tercüman gazetesi okur.

Nerede?

Efkar Hasan’ın kahvesinde.

Ergun Göze, Ahmet Kabaklı, Rauf Tamer, Yavuz Donat, Taha Akyol, Nazlı Ilıcak… Bazen ben okurum gazeteyi baştan sona dedem ve arkadaşlarına. Sonra şu soru ile başlar muhabbet: “Ne olacak bu memleketin hali?”

Hükümetler kurulur, ekonomi politikaları belirlenir, dış politikamız adına yorumlar yapılır. Atf-ı cürümler de olur. Siyasi sorumluluklar birbirlerinin üzerine yıkılır.

Neden?

Çünkü herkes bilir kimin kim olduğunu, hangi partiye oy verdiğini. Demirelci, Ecevitçi, Erbakancı, Turkeşçidir insanlar. Kıyasıya da tartışırlar ama kin, nefret, öfke, iğbirar yoktur aralarında. Siyasi görüş ayrılıkları arkadaşlıklarına, dostluklarına engel olmaz. Namazda yan yana, omuz omuza aynı safta yerlerini alırlar. Siyaset Berlin duvarı değildir insanımız arasında sizin anlayacağınız.

Bugünden geriye bakınca en çok taaccüp ettiğim şey, herkesin siyaseti ilgilendiren her meselede sanki uzmanmış gibi konuşmasıdır. Dedemin arkadaşları da öyleydi, babamın arkadaşları da. Herkes her şeyi bilirdi adeta.

Siyaseti de bitirdik; gelelim diyanete.

Kulak müftüsü namında biri vardı bizde. Hayatım boyunca ben onu minberin ve mihrabın önünde gördüm. Hiç bir vaazı kaçırmadığını söylerlerdi. 5 vakit namazını camide ve imamın hemen arkasında kılardı. Sahib-i tertipti literatürdeki adıyla. Ama bir derinliği var. Sahib-i tertip, 6 vakit namazı kazaya kalmayan insana denir. Bu zattaki derinlik ise 6 vakit namazını cemaatsiz kılmamış. Herkes her sorusunu ona sorardı. O da cevap verirdi.

Sadece ismini vermediğim bu merhum mübarek kişi mi yaşıyordu böyle? Hayır. Bu seviyede olmasa bile onlarcası vardı. Yine böyle kişilerden birisine –ki esnaftı ve dini eğitimi yoktu- İlahiyat Fakültesinde talebe olduğum yıllarda bir münasebetle Ebu Davud’da geçen bir hadisi söylemiştim. Aldığım cevap şok ediciydi. İhtimal hadis aklına yatmadı ya da ilk defa duydu: “Benim Peygamberim böyle bir şey buyurmaz.”

Allah rahmet eylesin. O da beş vakit namazını imamın arkasında kılanlardan birisiydi ve dini konularda müracaat kaynağıydı.

Düğün, sünnet, cenaze vb. vesilelerle kurulan meclislere çok katılmışımdır. Dini bir konu açılmaya görsün. “Şu namazı bozar mı, bu orucu bozar mı, bu caiz mi?” bir denilmesin. Hiç mübalağa etmiyorum, o mecliste bulunan herkes mutlaka bir şeyler söylerdi. Siz sanırsınız ki hepsi de allame. İçlerinden birisi de çıkıp bunu müftüye soralım demezdi. Aksine “Ben Sezai Hoca’dan, ben Taktak Hafız’dan, ben dedemden o da müftü Ali Rıza Efendiden duymuş” gibi cümlelerle desteklerlerdi sözlerini.

İlginçtir, çocukken ninem veya annemle katıldığım kadınlar oturumlarında da aynı manzaraya şahit olurdum. Ama erkekler kadar yoğun ve keskin değildi oradaki konuşmalar.

Her neyse.. Gelelim finale.

Tababet, siyaset ve diyanet. Benim çocukluğum ve gençliğime denk gelen dönemlerde bizim toplumumuzda bu üç konuda herkes uzmandı.

Şimdilerde nasıl?

16 yıl oldu ülkemden uzaklaşalı. Onu Türkiye’de yaşayanlara sormak lazım. Belki öyledir belki değildir.

Tababet konusunda öyle olmadığını tahmin ediyorum ama sadece tahmin. Fakat diğer iki konuda sanırım mevcut yapı devam ediyor. Nereden mi biliyorum? Sosyal medyadan.

Twitter ve Facebook üyeliğim var. Özellikle Twitter’a günde bir kaç defa bakıyorum mesai durumuma göre. Gördüğüm manzara şu: Siyaseti bilmeyen yok. İç siyaset, dış siyaset, ekonomi, Suriye, Irak vs vs.

Diyanet de hakeza… Maşallah herkesin bir fikri var. Bilmediğimiz mevzu yok elhamdülillah.

Elhamdülillah denir mi bu hale?

Kararı siz verin.

Write a comment

1 Comment

  1. Sami April 11, 16:50

    Tıp yorumu yapılırken hepsi pratisyen yazmışsınız. Bunun doğru bir ifade olduğunu biraz aşağılayıcı bir üslupla yazılmış olabileceğini düşünüyorum. Bu üslubu doğru bulmuyorum.Pratisyen demrk tip biliminin bütün temel dallarıyla ilgili yeterli ve gerekli bilgiye sahip meslek sahibi hekim demek.Ve bu eğitimin seviyesi doktora. !!!!!!!@!!@@@!

Only registered users can comment.