Mağlubiyeti Meşrulaştırma

Ortada bir savaş yok ki mağlûbiyet ve ardından o mağlubiyeti meşrulaştırma çabası olsun. Ama illâ bir şeyin varlığından söz edeceksek bir tarafta alabildiğine samimi, candan ve iyi niyetlerle başta ülkemiz insanı olmak üzere bütün insanlığa hizmet etmeyi hedefleyen masum insanlar, diğer tarafta bunları suç kategorisine koyup o insanlara zulmeden zalimler.

Bunu devlet ile özdeşleştirirseniz, faili devlet; devlet içinde karanlık emelleri olan dar ve oligark bir yapı diyerek ile tanımlamak isterseniz, yapan onlar. Hangi ismi verirseniz verin, hangi sıfat takarsanız takın netice değişmiyor, ezenler ve ezilenler; zulmedenler ve zulmedilenler.

Kur’anî terminolojiyi kullanacak olursak “Rabbim Allah” deyip, “Allah’ın rızasından başka her şeyi kendimize haram kılmışız” niyet ve hedefleri ile yola çıkan “Allah yolunda” insanlığa hizmet diyen kişiler burada ezilenleri, zulmedilenleri temsil ediyor. Tıpkı insanlığın makus tarihinde yerini alan diğer mazlumlar gibi. Peygamberler bu masumların ve mazlumların başında geliyor. Aynı türden sıkıntılara maruz kalmışlar hemen hepsi. İşte Efendimiz (sas). “Kavmin en şerlisi” diye anılan Ukbe b. Ebi Muayt, daha risalet vazifesinin ilk günlerinde Peygamber Efendimizi boynuna doladığı bir çaput parçası ile boğmaya çalışıyor. Hz. Ebu Bekir beliriyor orada ve Ukbe’ye bir omuz vurup yere düşürürken ağzından şu cümleler dökülüyor: “Rabbim Allah dediği için bir insani öldürecek misiniz?” Aslında bunu Firavun’un Hz. Musa’yı öldürmek istemesi karşısında sarayda yaşayan ve imanını gizleyen bir mümin söylüyor. Hem de Firavun’un yüzüne: “Ne o, siz bir insan “Rabbim Allah’tır!” dedi diye kalkıp onu öldürecek misiniz?”40/28. Gördüğünüz gibi değişen bir şey yok.

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin haftalık yayınlanan sohbetlerde ülkemizde yaşanan zulüm örneklerini öne çıkartarak yapmış olduğu yorumlara, izahlara ve göndermelere “mağlubiyetin meşrulaştırılması” denilmesi vesilesiyle bu girişi yaptım. Bu değerlendirmeyi yapanlar, bu hükmü verenler 3 yıldan beri örneklerini gördüğümüz ve neredeyse kanıksadığımız kara propagandanın ürünü olarak bir yerlerde üretilen şeyleri seslendiriyorlarsa zaten söylenecek söz yok. Bunlara karşı hükmü tarih verdi, veriyor ve verecek. Böylelerine karşı bu safhadan sonra bir şey demeyi hem kendime saygısızlık, hem de israf-i zaman ve kelam sayarım. Onun için onların kulaklarını sağır edecek sükutu tercih ediyorum. Sadece ahireti hatırlatırım böylelerine. Eğer mizanda hakkına girdikleri kullarla yüzleşme ve hesaplaşma sonucu Allah rahmeti ile devreye girmez ve adaleti ile muamelede bulunursa işlerinin kolay olduğu söylenemez.

Fakat mağlubiyeti meşrulaştırma argümanını seslendirenler, analitik düşünceden nasibi olmayan, etrafına muhit bir bakış acısı ile bakıp olan bitene anlam veremeyen muhakemesiz safderun kişilerse, onlara bir çift sözüm var: siz bu tespitin nereye gittiğini, nerelere kadar uzandığını bilmiyorsunuz.

Biliyorum, heder olan mallar, zayi olan emekler, boşa harcanan enerjiler, vakitsiz hastalık ve ölümlerle hastanelerde ve mezarlarda son bulan hayatlar ne olacak diyeceksiniz. Yukarıdaki misali işte bunun için verdim. İçinde bulunulan yolun ayrılmaz bir parçası olduğunu ifade etmek istedim. Her Müslümanın bildiği bir misal daha vereyim. Erken dönemlerde Mekke’de yapılan işkencelerden, eziyetlerden, sıkıntılardan iman eden herkes nasibini almıştı. Küfrün ve zulmün insaf tanımaz tutumu öyle seviyelere ulaşmıştı ki işkencelerden dolayı azalarını kaybedenler, hayatı fonksiyonlarını yitirenler hatta şehit edilenler bile vardı. Bir gün bu türlü zulümlere hem de akrabaların eliyle maruz kalan Habbab b. Eret Efendimize (sas) gelmiş ve “Ya Rasullah! Çektiğimiz şu sıkıntılardan dolayı bizim için Allah’a dua etmeyecek misin?” demişti. Efendimizin ona verdiği cevap şu: “Sizden önceki ümmetler arasında öyle kimseler vardı ki demir taraklarla etleri kemiklerinden ayrılırdı da yine de dinlerinden dönmezlerdi. Allah bu dini tamamlayacak ve bütün dinlerden üstün kılacaktır. Öyle ki, hayvanına binip San’a’dan Hadremut’a kadar tek başına giden bir kimse, Allah’tan başkasından korkmayacak, koyunları için de kurt saldırmasından başka bir şeyden endişe duymayacaktır. Fakat siz acele ediyorsunuz!”

Şimdi durun ve düşünün, Allah Resulü (sas) Habbab b. Eret’e bu sözleri “mağlubiyeti meşrulaştırmak” için mi söylemişti? Haşa ve kella! Kaldı ki ortada fiziki formda olmasa bile gerçekten bir savaş vardı. İman ile küfrün savaşıydı bu ve bu savaş başlasa da henüz sonuçlanmamıştı. Burada ise bir savaştan söz etmek mümkün değil. Olsa olsa siyasi bağlamda bir görüş ayrılığından söz edilebilir; ona da savaş denilemez. Kaldı ki bu görüş ayrılığı zaten şu an itibariyle toplumun tüm kesimlerini içine alacak ölçüde genişlemiş durumda.

Aslında aynı bakış açısı Kur’an için de geçerlidir. Meseleye böyle bakarsanız, peygamberlerin kavimleri karşısındaki almış olduğu yenilgileri anlatan kıssaları da böyle değerlendirmek ve haşa “Allah bu ayetlerle Peygamberlerinin yaşadığı veya onlara yaşattığı mağlubiyeti meşrulaştırıyor” demek zorunda kalırsınız. Evet, kalbim ürpererek, kalemim titreyerek söylüyor ve yazıyorum bu cümleleri; eğer bir fikir namusundan, bir metodolojik yaklaşımdan söz edecek olursak, o bakış açısı Kur’an’da sözünü ettiğim ayetler için de bunu söylemek zorunda kalır. Halbuki Allah yine Kur’an tabiriyle “sünnetullah” diyebileceğim ve peygamberleri için bile değiştirmediği tabii kanununu anlatıyor bu kıssalarda. Sözün nereye gittiğini bilmeyen safderunlar derken kastım buydu.

Alın size bir ayet: “Şurası bir gerçek ki Biz, onlardan önce yaşayan ve iman ikrarında bulunan herkesi denedik. Denedik ki Allah, ikrarında sadık olanları ortaya çıkardığı gibi, yalancı olanları da ortaya çıkarsın. Öte yandan, durmaksızın o kötülükleri işleyenler (ve mü’minlere her türlü işkenceyi reva görenler) de, (bir gün) kendilerini kıskıvrak yakalamamızdan ve haklarında vereceğimiz hükümden kaçıp kurtulabileceklerini mi sandılar? Ne de fena hükmediyorlar!” (29/3-4) Fazla söze hacet var mı?

Hayır ortada olmayan savaşın ne galibi ve mağlubundan ne de mağlubiyetin meşrulaştırılmasından söz edilebilir. O sohbetlerde kullanılan argümanlar, İslami referanslar, tarihi misaller, genel ya da özel değerlendirmeler iktidar zihniyetinin tatbikatına evet demeyen herkesin muhalif, hain, düşman ilan edildiği bir ülkede, yaptıkları zulümleri din ile meşrulaştırmaya çalışan bir zihniyete karşı çıkıştır. Hakkın ve hakikatin hatırı alidir deyip diklenmeden sergilenen bir duruş vardır orada. Hem de Allah karşısındaki kıyamı hatırlatan, kendinden emin olmanın göstergesi sayılan bir dik duruş. “Abdestinden şüphesi olmayanın namazından şüphesi olmaz.” mı demiştiniz? İşte bu sözün somut örneğidir bu.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.