Kabe’de siyasi miting

Medyaya servis edilen görüntüler çok net. Başbakan Ahmet Davutoğlu kendisine ıslık, alkış ve tekbirlerle tezahürat yapanlara ellerini sallayarak karşılık veriyor. Bu kadar.

Tam anlamıyla siyasi bir miting görünümü. Çünkü siyasi mitinglerde şimdiye kadar gördüğümüz manzaralardan zerre kadar farkı yok. Fakat ya mekan? İşte problem burada başlıyor. Mekan Kazlıçeşme, Taksim veya sıradan bir vilayetin geniş kalabalıkları içine alan bir meydanı değil. Ya neresi? Allah’ın Kur’an’da “Evim” dediği Kabe-i Muazzama.

Tarihte bir örneği var mıdır bilmiyorum, belki Emeviler döneminin zalim Mekke valisi Haccac b. Yusuf zamanında olmuştur ama bu manzaraları görüp de şaşırmamak elde değil. Nitekim söz konusu kareler medyaya düşer düşmez haber sitelerinde, sosyal medyada, tartışma programlarında ve ertesi gün gazetelerin manşet ve köşe yazılarında kendine yer buldu.

Görüntüleri dikkatlice incelediğiniz zaman karşımıza iki şey çıkıyor. Birincisi tavaf, sa’y, namaz, Kur’an tilaveti gibi sadece ibadet amacıyla orada bulunan insanların çokluğu ve Başbakan’ı gördükleri an gür bir sesle başlayan tekbirler, alkışlar, ıslıklar. Benim yorumum bunun spontane gelişmiş bir vakıa olmadığı istikametinde. Yani Başbakan takım elbiseleriyle namaz kılmaya, nafile tavaf etmeye veya Kur’an okumaya gelmiş, bir grup insan onu görmüş, alkışa başlamış, sonra birden ve aniden benim kalabalık dediğim büyük çoğunluktaki insan bu kervana katılmış ve görüntülerde izlediğimiz vakıa cereyan etmiş. Hakikati sadece Allah bilir ama hadisenin spontane geliştiği türünden izahlar çok inandırıcı gelmiyor bana. Vakıa öyle izah yapanlara da rastlamadım. Siyasi mitinglerin vazgeçilmez özelliği olan “bindirilmiş kalabalıklar” demesem de sanki daha önceden planlı, programlı bir düzenleme olduğu daha büyük bir ihtimal. Bu bakış açısıyla görüntüleri bir daha izleyin, aynı kanaate sahip olacağınızı zannediyorum.

İkincisi; Başbakan’ın tavrı. Hani denir ya; “ben onun yerine olsaydım”, evet ben onun yerine olsaydım, ibadet kastıyla gittiğim Kabe’de beni alkışlayan, ıslık çalan, tekbirler getiren kişilere miting meydanlarında olduğu gibi ellerimi kaldırıp sallamaz, selam vermez, gülücükler dağıtmaz, bir kenara çekilip oraya geliş gayeme göre ibadetime yönelirdim. Hatta böyle bir tezahüratın yanlış olduğunu etrafımdakilere duyurur, bunun son bulması için yetkililerin devreye girmesini isterdim. Fakat görüntülerden izlediğimiz kadarıyla Başbakan tam tersi bir tavır içinde. Bu da onu kamuoyunda var olan haklı tepkilerde pay sahibi yapmaya yetiyor.

Gelelim meselenin yansımalarına. Görüntüler medyaya düşer düşmez bir takım kişiler, sosyal medyada ciddi tepkiler koydu. Bunlardan bir tanesi de bendim. Kabe’nin miting alanı haline getirilmesinin Kabe şeklinde yaş pasta yapmanın çok ötesinde bir yanlış olduğunu ve yetkililerin açıklama yapması gerektiğini yazdım. Fakat sadre şifa verici hiç bir açıklama yapılmadı. Açıklamanın yapılmaması kutuplaşmanın had safhada olduğu ülkemizde eleştirilerin dozunun artmasına vesile oldu ve konu ile alakalı olduklarını düşündükleri ayet bile dolaşıma girdi.

İmdi, Kabe’nin kısa süreli de olsa siyasi miting alanı haline getirilmesinin dini, ahlaki, siyasi hangi açıdan bakarsanız bakın savunulacak, meşru gösterilecek hiç ama hiç bir yanı yok. Kabe Allah’ın evidir. Orada sadece ve sadece O’na ibadet edilir. Bunun haricinde hiç bir amaç için orası kullanılamaz. Dolayısıyla o süreçte yer alan herkes bu bağlamda yanlış yapmıştır ve bu yanlışın bir daha asla ve kata tekrarlanmaması lazım. Yarın başka İslam ülkelerinin liderlerinin de bu türlü şeylere tevessül ettiğini düşünün, Kabe ne hale gelir? İstihbarat ve güvenlik önlemlerindeki başarı ve takipleriyle tanıdığımız Suud yetkililerinin neden böyle bir şeyi haber alamadıkları, aldılarsa neden önlem almadıkları ya da neden izin verdikleri bu açıdan cevaplanması gereken bir soru olarak ortada duruyor. Ayrıca bu sorumsuz davranışların İslam dünyası nezdinde Türkiye’ye ye kredi kaybettirdiğini bir kenara kaydetmek lazım.

Dolaşıma sokulan ayete gelince, Enfal süresi 35. ayet. Meali şu: “Onların Mescid-i Haramdaki duaları ise ıslık çalıp el çırpmaktan başka bir şey değil!” Gördüğümüz manzara ile ayetin resmettiği manzara ciddi anlamda benzerlik arz ediyor: Kabe, ıslık, el çırpma. Ama burada unutulan üç şey var. Birincisi; ayette bahsedilen “onlar” kim? İkincisi ayetin açık ifadesiyle ıslık ve alkışın dua kastıyla yapılması. Üçüncüsü ise ayetin devamı. Üçüncüsünden başlayayım; ayeti önceki ayetlerle bütünlük içinde ele alındığında gördüğümüz şey, söz konusu kişilerin müşrikler olduğu gerçeğidir. Nitekim ayetin devamı da bunu ifade ediyor: “Öyleyse küfür ve küfranınızdan dolayı tadın bakalım azabı!” İsterseniz meal verirken cümlenin başına muhatapları okuyucuya yeniden hatırlatmak için “Ey Müşrikler” ilavesini yapabilirsiniz. Zaten bir çok Kur’an meali bunu yapmış durumda.

İkincisi; ıslık ve alkışın dua ve ibadet kastıyla yapılması. İşte burada bir benzerlikten söz edilemeyeceği açıktır. Onun için sosyal medya paylaşımlarında bu hususa dikkat çekerek Başbakan’ı alkışlayan kişilerin yaptıkları yanlış olmakla beraber ibadet kastıyla bunu yaptıklarını zannetmiyorum dedim. Birinci sorumuz “onlar”ın kim olduğuydu. Onu da cevaplamış olduk: müşrikler.

Yalnız tam da burada bir gerçeğe temas etmek isterim. 17-25 Aralık’tan bu yana kaleme aldığım toplamı iki kitabı edecek yazılarımın hemen hepsinde iktidar partisinin temel hak ve özgürlükleri hiçe sayan ve zulüm kelimesinin bile anlam çerçevesini aşan uygulamalarının “İslamcı, dindar, muhafazakar” kimlik iddialarından dolayı dine mal edildiğini ve sonuçta kaybedenin dindar değil din olup dinin içinin boşaltıldığına temas ettim. “Yolsuzluk hırsızlık değildir” den tutun memur tasfiyelerini meşrulaştırmak için müracaat edilen “Zarar-ı âmmı def için  söz konusu olduğunda zarar-ı hâs ihtiyar olunur.” Mecelle kaidesine, fani bir insana uluhiyet isnadı diyebileceğimiz beyanlardan “bakara-makara” sözleriyle Kur’an’la dalga geçmeye kadar uzanan beyanlar son tahlilde dinin içini boşaltı. Kabe’deki bu siyasi miting manzarası bütün bunların üzerine tüy dikti, hatta  insana ‘dahası olmaz’ dedirten talihsiz bir hadise oldu.

Dahası olmaz dedim ama sanırım aynı gece bir TV programında, yakınlarda ölmüş ve muhalif gördüğü herkese yalan ve iftiralar eşliğinde kişilik haklarına saldırarak açıkça küfür eden birisinin küfürlerini hasenata tebdil edilme duasını duyunca, bu düşüncemin isabetsizliği kendiliğinden ortaya çıktı.

Yazıyı dikkatlice mütalaa ederseniz objektif bir şekilde meselenin değerlendirmesini yapmaya çalıştım. Yapılan yanlışlığı ifade ederken, alkış, ıslık ve tekbirlerle yapılan tezahüratların ibadet kastıyla yapılmamış olacağı hüsnü zannımı ifade ettim. Ama şunu unutmamak lazım; din siyaset üzerinden okunamaz. Okunursa işin nerelere geldiğini Türkiye’de son yıllarda yaşadığımız olaylarla gördük ve hala görmeye devam ediyoruz. Ama bunun Kabe’ye kadar uzanacağını ve orasının miting alanı haline getirileceğine hiç ihtimal vermemiştik. Rahmetli ninem böylesi durumlarda ‘Allah beterinden korusun’ derdi. Evet, Allah beterinden korusun.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.