Hz. Hasan-Muaviye ve anlamlı bir soru: Değişen ne?

Medine valisi olduğunuzu düşünün. Efendimiz’den (sas) bu yana oluşan gelenek içinde valinin hazır bulunduğu cenazelerde namazı vali kıldırdığı için sizin imamete geçmeniz gerekiyor.

Cenaze sahiplerine “cenaze sizin, namaz kıldırma hakkı sizindir; isterseniz siz kıldırın” diyorsunuz ama bu içinizin sesi değil; zira siz o cenazenin namazını ne kılmak ne de kıldırmak istiyorsunuz. Onlar da geleneğe muhalif hareket etmek istemediklerini söyleyip sizin kıldırmanızı istiyorlar. Ve siz, ister istemez cenazeyi önünüze alıp namaza duruyorsunuz. Bu arada ağzınızdan çıkan söz şu: “Eğer valilerin cenaze namazı kıldırması âdeti olmasaydı, bunun namazını kıldırmazdım.”  Şimdi sıkı durun; kim bu cenaze biliyor musunuz? Hz. Muhammed’in (sas) torunu, Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın en büyük oğlu Hz. Hasan.

Bana göre meselenin vahametini ortaya koyan çok önemli bir detay daha var; hadisenin cereyan ettiği zaman. Hz. Hasan’ın vefat tarihi hicri 50. Sahabe neslinin birçoğu hayatta. Ne demek bu? Şu demek; Hz. Hasan’ı Hz. Peygamber’in (sas) kucağında sevip-okşadığını dünya gözüyle gören insanların hayatta olduğu zaman. Ayrıca “Cahiliye döneminde olduğu gibi birbirinizi öldürdüğünüz günlere geri dönmeyin.” tembihatını da unutmayalım.

Siyaset mi rol oynuyor? Sadece siyaset değil elbet ama o başta. Kabile taassubu da, elde edilen refah ve saadeti devam ettirmenin Muaviye eliyle olacağı inancı da, sosyal ve bürokratik statünün devamı isteği de, devlet idaresi adına kaide ve kuralların râsih bir şekilde tespit edilememesi de, ulemanın ve ehl-i hal ve’l-akd kapsamı içine giren reislerin iktidar yanlısı tutumları da; hepsinin  kendine göre rolü var. Kaldı ki daha önceki zamanları esas alırsanız daha acı olayları da yaşamış o nesil. Sözü uzatmaya gerek yok; Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali şehit edilmiş. Eğri oturup doğru konuşalım; biz şehit edilmiş derken hem İslamî bir hükmün ve hakikatin ifadesi hem de saygımızın gereği olarak şehit edilmiş diyoruz; şehit hükmü bir kenara aynı şeyi katledilmiş, öldürülmüş diyerek de ifade edebiliriz. Ya hâlâ daha ciğerlerimizi dağlayan Kerbela faciasına, Hz. Hasan’ın kardeşi Hz. Hüseyin ve taraftarlarının şehadetine ne demeli?

Siyasetin tabiatı ya da ahlakıymış! Eğer siyaset bu ise yerin dibine batsın böyle siyaset dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız. Eğer yeriniz varsa o koro içinde beni de yanınıza alabilirsiniz. Evet, siyaset dünyevî ikbal uğruna ahiretin, hesabın, mizanın, cennet ve cehennemin unutulması ise yerin dibine batsın. Maslahat-ı insan yerine maslahat-ı devletin ön plana çıkartılması ise yerin dibine batsın. “Kardeş katli’nin, Bizans saray oyunlarının, Arapların kılıcın hakkı dedikleri felsefenin, Cengiz Han ve emsalinin soy ve boy hakimiyetinin yeniden ihyası ise yerin dibine batsın.

Hz. Hasan ile giriş yaptım yazıya. Dün veya bugün tarihin hangi döneminde cereyan ederse etsin, sosyal hadiseler yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bir tek nedenle açıklanamaz. Onun dinî, siyasî, coğrafî, kültürel, ırkî, ekonomik boyutları vardır. Biz şimdiye kadar Hz. Hasan etrafında cereyan eden hadiseleri anlatırken meseleye hep tek taraflı bakıyor, Efendimiz’in (sas) mucizevî ihbarı olan “Allah, onun vasıtasıyla Müslümanlardan iki büyük bölüğün arasını uzlaştıracaktır.” hadisinden hareketle onun çok yumuşak huylu, barışsever insan olduğu gerçeğine atıfla meseleyi anlatıyorduk. Halbuki burada mutlaka nazara alınması gereken bir Muaviye cephesi var. Muaviye’nin siyasî oyunları, Şam valiliği esnasında elde ettiği maddî gücü, Benî Ümeyye sülalesine mensubiyeti ve bu sülalenin özellikle Hz. Osman’ın hilafetinin ikinci yarısında çok geniş bir coğrafyada valiler eliyle elde ettiği siyasî konum ve itibar.

Bu bağlamda söylenebilecek o kadar çok örnek var ki sadece iki tanesini hatırlatalım. Hz. Ali’nin vefatını müteakiben Medine’de Hz. Hasan’a biat edildiğinde Şam valisi olan Muaviye biat etmiyor ve üstelik Hz. Hasan’a bir mektup yazıyor. Mektupta hilafet iddiasından vazgeçmesi karşılığında Irak beytülmalinin ve daha sonra tespit edecekleri bir bölgenin haraç/vergi miktarının yılda bir defa düzenli olarak kendisine verileceğini söylüyor.

Mektubun son cümlesi çok ilginç ve Muaviye’nin siyasî dehasını gösterme ve anlama bakımından oldukça iyi bir örnek. Diyor ki: “Seninle benim aramdaki bu iş, Hz. Peygamber’in vefatından sonra Ebu Bekir ile sizin aranızdaki gibidir.” İlk okuduğunuzda ‘Ne demek istiyor acaba?’ diyeceğiniz bir cümle, halbuki manası çok açık; siz Hz. Peygamber’e (sas) olan nesebî yakınlığınıza rağmen devlet başkanlığını alamadınız, Ebu Bekir aldı; şimdi de aynısı olur. Yani şehit halife Hz. Ali baban olmasına rağmen sen hilafeti alamazsın, ben alırım. Nitekim hadiselerin seyri de bu istikamette akıyor.

Hz. Hasan, başka İslam şehirlerinden biat edildiğine dair haberler beklediğinden ve biat eden bu insanların hangi ölçüde kendisi ile beraber hareket edeceğini gözlemlemek için kısa da olsa bekleme taraftarıdır ve Muaviye’nin bu mektubunu saklı tutar, şimdilik kaydıyla kimseye söylemez. Tarihlerin 2-3 ay dedikleri bu müddet içinde Muaviye, Hz. Hasan’ın 12 bin kişilik orduya kumanda eden ordu komutanı Ubeydullah b. Abbas’a bir mektup yazarak Hz. Hasan ile anlaşma eşiğinde bulunduğunu bildirir. İlginçtir, sanırım başka saiklerin de etkisi ile Ubeydullah, anlaşmanın sonuçlanmasını beklemeden 8 bin kişilik bir askerle Muaviye saflarına katılır. Rivayetlere göre Ubeydullah’ın bu anlaşmadan yarısı peşin tam 1 milyon dirhem aldığı söylenir.

Söylemek istediğim bu işte. Mesele sadece Hz. Hasan’ın saf kalpliliği, barış severliği değil; Muaviye cephesinin siyasi entrikaları ve gücü de hesaba katılmalı hadiseler değerlendirilirken. Nitekim bir işçi yevmiyesinin 1 dirhem olduğu o günlerde Irak beytülmali 6 milyon dirhemdir ve bu paranın toplamı Hz. Hasan’a bırakıldığı gibi Fesa ve Darabcerd bölgelerinin cizyeleri de ona bırakılır ki bu da yıllık 1 milyon dirhemdir. Önemli mi bu? Çok önemli; çünkü fetihler, fetihlerden elde edilen ganimetler, yerleşik hayatın zirai hayatta meydana getirdiği değişiklikler ve bütün bunların toplamından oluşan sosyal ve ekonomik refah seviyesi, insanların hem hayat standartlarını yükseltmiş hem de sürekli artan bir beklenti içine sokmuştur. Muaviye’nin yıllardır devam eden Şam valiliğinde elde ettiği maddî güç ve söz verdiği zaman yerine getirebilecek potansiyele sahip olması, Sıffin ve Nehrevan savaşlarında Hz. Ali’ye karşı çıkan Haricilerin varlığı Muaviye’nin siyasi oyunları ve maddi güçleri ile birleşince ister istemez Muaviye cephesinin güçlenmesini netice vermiştir. Bir de siyasi iktidar hırsı ile Muaviye’nin muhaliflerini iknada ‘tatlı dil, para ve kılıç’ formülünü kullanması beraberinde zorunlu itaati getirmiştir.

Propaganda makinesi gibi çalışan hadis uydurmalar, ‘Sultan zalim bile olsa itaat edin.’, ‘Amel imandan cüzdür veya cüz değildir.’ ya da ‘Kur’an mahluktur veya değildir.’ tartışmalarının siyasî boyutları da var ki her biri için ayrı ayrı makaleler yazılması gerekir.

Sonuç; fazla söze hacet yok. Bugünden düne bakınca ne değişmiş diye sormaktan insan kendini alamıyor?

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.