Şevki kıran yedinci engel

Himmetimiz şevk atına binip engelleri birer birer aşa aşa yoluna devam ederken Üstad Hazretleri bizleri ikaz ederek yedinci olarak bu sefer “Allah’ın işine müdâhale eden dinsiz düşman gelir; himmetin yüzünü tokatlar, gözünü kör eder. Siz de ‘Emrolunduğun gibi dosdoğru ol’ (Hûd Suresi, 112) âyetinin ve ‘Efendine, âmirlik, efendilik taslama’ prensibini, kârlı ve vazifeyi  bilme hakikatı olarak o düşmanın üzerine  gönderiniz, tâ ki, onun haddini bildirsin.” diyor.

Müslümanları yanlışa sevk eden işlerden birisi de, hâşâ Cenab-ı Hakkın hikmetlerini sorgularca ve başa gelecekleri hiç hesaba katmadan kumar oynar gibi “Artık ne olacaksa olsun” diyerek en büyük tehlikelere doğru yürümek ve saf kitleleri de peşine takarak dipsiz girdaplara sürüklemektir. Allah’ın koyduğu kanunlar vardır; bunlar değişmez… Bunları, sevgili Habîbi Muhammed Aleyhisselam için bile çoğu defa değiştirmemiştir. O da, savaşta zırh giyme dâhil her türlü tedbiri almıştır. Hatta, “Savaşalım, savaşalım yâ Resulullah!” diye ısrar edenlere karşı beklemiş Allah’tan izin gelmeden savaşa baş vurmamıştır…

Sömürgeciler yüzlerce senedir, insanların nasıl sokaklara döküleceğini çok iyi bilirler. Hassas damarlar vardır, onlara dokununca, murdar iliğinden gelen emirlerle, algı operasyonları ile hareket eden saf kitlelerinin kurbanlar gibi boğazlanacakları meydanlara ve sokaklara nasıl döküleceklerini çok iyi hesaplarlar. Onun için beyinsizlerin sürükledikleri zavallılar yeşil ekinleri biçenler gibi biçer, kıyım kıyım kıyarlar veya biçtirir ve kıydırırlar…

Sık sık “Bu süreç ne zaman biter?” diye sorulara muhatap oluyoruz… Üstad Hazretleri 1919’larda yazdığı ve “Çekirdeklerin Çiçekleri” adını verdiği Lem’aat Risalesinde şöyle diyor: “Dördüncü Nokta şudur: Bir HAK  bilkuvve (potansiyel halde) kalmış, yahut kuvvetsiz kalmış, ya mahluttur (içine başka şeyler karıştırılmış) hem mağşuş (kalpazanların kalp para karıştırması gibi karışık hileli ise), ona da bir inkişaf, ya bir taze kuvvet vermek lâzım gelir. Mühezzeb ve müzehheb yapmak (tehzible altınla süslemek) için muvakkaten bâtıl ona  musallat edilir, tâ ki sebîke-i HAK  (Hak külçesi) ne mikdar lüzum vardır (süreç o zamana kadar sürer ki). Tâ mahz (katıksız, saf) ve hâlis çıksın.”

Eğer süreç olgunlaşmadan biterse, erken doğum ve düşük olur… Düşünelim bir kere, maalesef Müslümanlığın anarşi ve terörle birlikte anıldığı bir dönemde bir eğitim hizmeti 170’ten fazla ülkede dünya çapında bir gelişme gösteriyor. Eğitim veriyor, evrensel değerleri fiilen, hâlen ve kavlen ders veriyor… Bunların hepsi güzel ama, “Biz muhabbet fedaileriyiz, biz sulh-i umumînin temsilcisi bir barış hareketeyiz” desenizde temelinde bir Müslüman grupsunuz. Ne kadar hâlis, yumuşak ve sıcak davranan iyi insanlar olsanız da neticede Müslümansınız. Yani Müslüman olmanız kuşkulandırıyor, hatta ürkütüp korkutuyor. Acaba bunlar radikalleşir mi, diye bir endişe var. Bir testten, bir imtihandan geçmediniz… Onun için kader izin verdi, İlahî hikmet müsâade etti, bâtıl size musallat edildi… Ellerinizi kollarınızı kırdılar, hapislere doldurdular, Hizmetin mülklerine çöktüler, hatta atadan-babadan kalan mallarınıza zâlimce el koydular… Yetmedi… Sizin en hassas tarafınız hanımlarınız ve kızlarınız… Onları da kelepçeleyip ceza evlerine attılar… Beklediler, bakalım sokaklara dökülüp meydanlara çıkacak mısınız? Hiçbir menfi harekette bulunmadınız. Çünkü senelerdir, ilk günlerden beri sizin Hocaefendiniz bütün samimiyetiyle; “Ben vaaz ederken, hutbe okurken gelip beni öldürseler, intikam almayacaksınız… Etlerimi parça parça sokaklara dağıtsalar, sokaklara dökülmeyecek, meydanlara çıkmayacaksınız!..” diye vicdanlarınıza sesleniyor…

Şimdi artık bütün dünya sizin samimiyetinize inandı, bu imtihanı yüz akı ile geçtiniz…

Fakat bütün insanlarımıza bilhassa ehl-i vicdana ve bilhassa gerçekleri çok iyi bilenlere anlatıyorum:

1980 darbesinden sonra, Kayseri’deki yurdumuzda bir idareci yaramaz bir öğrenciye, yaptığı şeylerden dolayı bir tokat vuruyor. O da ben size gösteririm diyerek, Sıkıyönetime “Bu yurtta irticaî faaliyetler var.” diyerek şikayette bulunuyor. Hemen askeriye, gelip, idareciyi, ara-sıra öğrencilerin tedavisi için üniversite hastanesinden gelip-giden bir Doçenti ve asistanını da içeri alıyorlar. Esnaf ve mütevelli telaşa kapılıyor. Hizmet henüz çok yeni… Bir anda ne yapacaklarını bilemiyorlar. Vakfı, derneği kapatalım, yurdu kapatalım, diyenler çıkıyor. Yaşlı bir amcamız bunları topluyor; “Biz köyümüzden Kayseri’ye inerken çoğumuzun elinde bir ip vardı, hamallık yapıyorduk. Bize Allah neler verdi… Şimdi Sıkıyönetim Komutanına durumu arz edelim.  “Bu yurdu biz açtık… Bir çocuk bir yaramazlık yaptı, diye bir tokat vurulmuş, keşke vurulmasaydı. Ama şimdi bunun için yurdun idaresi, Doç.  Dr. Bir hekim ve asistanı hapse atıyor, bu ne iştir. Biz de  askeriyeye kablo üretip yetiştiren bir şirketin üyeleriyiz. Bizi de hapse atın… Çünkü bu yurdu biz açtık. Suçlu arıyorsanız, biziz… Biz de bu şirketi kapatıp hapse girelim. Onar sene yatmaya râzıyız, diyelim.” diyor. Toplanıp Komutana durumu arz ediyorlar. komutan haberi olmadığını söylüyor. Gerçeği öğrenince, bir emirle hepsini serbest bıraktırıyor… Gerçekleri söyleyecek cesur yüreklere ihtiyaç var. Bunları insanlık hayırla yad edecektir. Sonra bu bir Hak davadır. Kıyamete ayarlı bir hizmettir. Kimsenin bitirmesi söz konusu değildir. Bitirmek isteyenleri Allah bitirir…

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.