“Türk-Amerikan ilişkilerinde gönülsüz işbirliği”

“Türk-Amerikan ilişkilerinde gönülsüz işbirliği”

Son yıllarda Türk-Amerikan ilişkilerinde kriz seviyesine gelinmese de bazı problemler yaşandığı sır değil.

Bu sorunlar arasında karşılıklı ve arızi sayılabilecek tercih hataları yer aldığı gibi her iki devletin genel politika öncelikleri ve tehdit algılamalarındaki farklılıklar da var. Bu açıdan ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın yakın zamandaki Türkiye ziyaretinin sembolik anlamları olsa da önemli bir mesaj ve işaret taşımıyor. Sadece iki devlet arasındaki dostluğun vurgulandığı ziyaret ne Türkiye’de ve ne de ABD’de üst düzey bir ilgiye mazhar olmadı. Bunu kısmen Biden’ın Türk kamuoyundaki sevimsiz imajı ile açıklamak mümkün elbette. Ama genel görünüm, ABD ve Türkiye’nin özellikle Ortadoğu söz konusu olduğunda birbirlerine zor katlandıklarını gösteriyor.

Yine de stratejik ya da model ortaklık gibi kamuoyu açısından cezbedici tanımlamalar ile ifade edilmese de Türk-Amerikan ilişkilerinde kırık dökük bir işbirliği iradesinden söz edilebilir. Fakat yıllardır savunduğum şeyi tekrarlayarak bu iki ülke arasındaki ilişkiyi somut hukuki temel olan ittifak kriteri ile tanımlamak daha doğru. Yani Türkiye ve ABD model ya da stratejik ortak olmak zorunda değil; NATO üyeliği iki ülkeyi müttefik yapıyor ve konjonktüre göre bu ittifak ilişkisi daha sıcak bir ikili yakınlaşmaya dönüşebiliyor. Bugün olduğu gibi gönülsüz işbirliği seviyesine de düşebiliyor ama yine de baki kalan ittifak ilişkisi oluyor.

Güncel bölgesel gelişmeler her iki devleti de zoraki ve dolayısıyla gönülsüz bir işbirliğine zorluyor. Mevcut resme bakıldığında tarafların Ortadoğu dışında fazlaca konuşabileceği ve üzerinde ortak hareket etme iradesi gösterebileceği bir konu bulunmuyor. Hiç şüphesiz bu gönülsüz işbirliğinin konusunu da IŞİD oluşturuyor. Ancak IŞİD ile mücadele üzerinden taraflar arasında kurulan bu diyaloğun da sağlıklı yürümesi zor. Çünkü iki tarafın IŞİD konusunu ilgilendiren Suriye krizi ile ilgili farklı bakış açıları mevcut.

Bütün bunlara rağmen ilişkilerin belli belirsiz de olsa canlandırılması adına elbette IŞİD bir fırsat da sunuyor. Fakat burada asıl belirleyici faktör Türkiye ve ABD’nin ikili ilişkileri geliştirmek adına güçlü irade ve somut gerekçelerinin olmaması. Bir süredir Obama yönetimi Ortadoğu ile ilgilenmiyormuş görüntüsü veriyor; Arap Baharı sürecinde halk ayaklanmalarını destekleyen ve aktif bir tutum takınmaktan da kaçınan Amerikan yönetimi ne Filistin sorunu ne de Suriye ve Irak’taki istikrarsızlığın ürettiği krizlerin çözümü adına elle tutulur bir strateji üzerinden hareket etti. Amerikan yönetiminin Ortadoğu’ya en iyi ihtimalle sadece kerhen ilgi göstermesinin ise çok önemli nedenleri var. ABD bölgede demokratikleşme-değişim gibi hevesli sayılabilecek amaçlar peşinde değil; Irak “batağından” kurtulma sözü veren ve bunu kendince tutan Obama’nın bölgeye yeniden Amerikan askerlerini gönderme niyeti yok; yine ABD bölge petrolüne eskisi kadar şiddetli ihtiyaç duymuyor, zira hem petrol ithalatında çeşitlendirmeye gitti hem de kendi kaynaklarını devreye soktu. Bütün bu etkenlerin dışında ise ABD’yi ciddi anlamda etkileyen ekonomik krizin çıkış kapısı olarak Amerikan yönetiminin yeni ihraç pazarları arayışı da ilginin daha ziyade Uzakdoğu ve Pasifik’e yoğunlaşmasını beraberinde getirdi.

Türkiye tarafına bakıldığında da ABD ile ilişkilerin o kadar önemsenmediğini gözlemlemek mümkün. Hatta bir süredir Batı ile yakınlaşma Türk dış politikası için önemli gündem olmaktan çıktı. Yeni kabinenin oluşturulması ile birlikte Batı ile ilişkilere ivme kazandırılması yönünde bir irade gösterilmiş ise de büyük ölçüde iç politik kaygılar nedeniyle bu irade çok güçlü bir şekilde ifade edilemiyor. Amerikan karşıtlığının had safhada olduğu ve bunun iç politik avantajlarının kullanıldığı böylesi bir ortamda, Türk dış politikasında, keskin bir dönüş anlamına gelecek şekilde Batı ile yakınlaşma ve Ortadoğu meselelerinde Batılı devletler ile birlikte hareket ediyor görüntüsü vermekten kaçınma yönünde bir eğilimin varlığı göze çarpıyor.

Bu karşılıklı isteksizliğe rağmen her iki tarafın gönülsüz de olsa yakınlaşmasını ve bir dereceye kadar birlikte hareket etmesini gerektirecek temel neden daha önce belirtildiği gibi Ortadoğu’daki akut gelişmeler. Türkiye’nin penceresinden bakıldığında Suriye krizinde Esad’ı devirmeye matuf etkili bir tedbir alınması ancak ABD ile işbirliği sayesinde mümkün. Buna karşılık ABD’nin IŞİD’e karşı başlattığı mücadelede görünen o ki, Türkiye’ye de belirgin bir rol biçilmiş durumda.

Ancak karşılıklı ihtiyacın ürettiği bu yeni yakınlaşma durumunun problemsiz yürümesi ihtimali pek bulunmuyor. Zira Suriye krizinde görünürde fikir birliği var ise de detaylar söz konusu olduğunda Türkiye ile ABD kesinlikle soruna aynı zaviyeden bakmıyor. Türkiye, Suriye’de neredeyse tamamen Esad’ın devrilmesine odaklanmış durumda. Bu krize uluslararası toplumun müdahale etme gerekçeleri uzunca bir süredir var olmasına rağmen Türkiye özünde doğru bir çağrıyı son derece yanlış bir söylemle yapıyor. Fiilen rejimin devrilmesi ihtimalini güçlü bir şekilde taşımasına rağmen Suriye’de halkın korunmasına ve bu amaçla gerekli tedbirlerin alınmasına vurgu yapmak yerine sadece Esad’a atıfta bulunmak artık çok ilgi çekmiyor. Diğer bir ifadeyle Türkiye, doğru bir politikayı yanlış bir gerekçeye atıfla sürdürüyor çünkü Esad rejiminin devrilmesini siyaseten istemek ile uluslararası müdahale ya da tedbirlerin odağına rejimin gitmesini yerleştirmek arasında fark var.

Türkiye gibi Esad’ın gitmesi gerektiğini bir politika söylemi olarak benimsemiş olmasına rağmen ABD, Suriye’ye müdahale ve hele de Esad rejimini devirmek üzere harekete geçme konusunda son derece isteksiz görünüyor. Bunun Amerikan liderliği ve gücü ile ilgili önemli soru işaretlerine neden olduğu ortada; ama görünen o ki, Amerikan yönetimi bunu sorun etmiyor. Esad’ın devrilmesi yerine IŞİD’e vurgu yapan ve askeri operasyonları sadece IŞİD bağlamında araç olarak gören Amerikan yönetimi belli ki dünya ile beraber hareket etmek isterken bir taraftan da Rusya ve Çin ile belirgin bir çatışmadan kaçınıyor. Bu nedenle Türkiye’nin haklı bir şekilde eleştirdiği gibi Halep’i es geçip Kobani’ye angaje olabiliyor. Ancak Türk-Amerikan ilişkileri açısından bakıldığında burada sorun, birbirlerine en yakın göründükleri sorun olan Suriye krizinde bile aslında aynı noktada olmamaları. Bu da Türk-Amerikan işbirliğini, bölge sorunları özelinde bile sağlam bir zemine oturmaktan alıkoyuyor.

*Doç. Dr., Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.