“Serbest piyasa ekonomilerinde dershaneler kanun zoruyla kapatılmaz”

“Serbest piyasa ekonomilerinde dershaneler kanun zoruyla kapatılmaz”

Türkiye’de dershanelerin kapatılması toplumun büyük bir kısmını etkileyecektir. Lise son sınıftaki öğrencilerin yaklaşık üçte ikisi, orta son sınıftaki öğrencilerin yaklaşık yarısı dershaneye gitmektedir. Dershanelerin kapatılması Türkiye’de girişimcilik özgürlüğüne müdahale olarak algilanabileceğinden Türkiye’nin dış dünyada imajına zarar verebilir.  Bu kadar önemli bir değişiklik yapılırken, değişiklik için kuvvetli argümanların olması ve bu konunun toplumda derin olarak tartışılması beklenir. Bu yazdıklarımı Türkiye’nin iyi okullarından mezun olan, şu an New York’ta finans sektöründe Amerikan ekonomisi üzerine çalışan bir ekonomist gözü ile yazıyorum. Yazdıklarım kendi görüşümdür.

Kapatmaya gerekçe olarak sıkça dershane sisteminin öğrencileri yarış atına çevirmesi dile getiriliyor. Maalesef Türkiye’de eğitim kurumları arasında büyük kalite farkları vardır ve bu farklar oldukça öğrenciler en iyi okullara girebilmek için her zaman rekabet edeceklerdir.  Bu tür rekabet Amerika’da da vardır.  Lise öğrencileri Harvard, MIT, Stanford gibi üniversitelere girebilmek için kıyasıya rekabet etmektedir. Öğrenciler, Türkiye’de olduğu gibi SAT türü testler almaktadırlar ve bu testlere öğrencileri hazırlayan Kaplan gibi şirketler vardır.

Serbest piyasa ekonomilerinde her zaman rekabet vardır.  Öğrenciler iş hayatına atıldıklarında da, kendi işyerlerini kurduklarında da benzeri bir rekabet ile karşılaşacaktır. Amerika’da mağazaları gezerken dünyanın bir çok ülkesinden tanınmış markaları görebilirsiniz, ama maalesef Amerikalıların çoğunun aşina olduğu bir Türk markası yoktur. Rekabetin dünyada en yoğun olduğu ekonomide Türk firmaları yeterince başarılı olamıyorsa, Türkiye’de öğrencilerin rekabet kültürüne aşina olmaları mahsurlu olmasa gerek.

 

Eğer öğrencilerin yarış atına çevrilmesinde sorun, öğrencilerin çok çalışması ise, bu da yine Türkiye’nin ihtiyacı olan bir şeydir. Ben Fen lisesinde lise son sınıfta okurken, ağır derslerimin yanında hem uluslararası matematik olimpiyatına hazırlanıyor, hem de hafta sonları (kar amacı ile kurulmuş) bir derhaneye giderek üniversite sınavlarına hazırlanıyordum. Şu anki çalışma tempom o zamankinden daha hafif değil.  Hafta içi yoğun mesaimin dışında, pazar günlerimi ekonomik raporlar okuyarak geçiriyorum. Harvard, Stanford gibi üniversitelerden mezun olanların rüya iş olarak değerlendireceği bir işim var, çok çalışmadan bu seviyeye gelemezdim. Amerika’da Nobel ödülü almış akademisyenlerden ders aldım, çok tanınan ekonomistlerle çalıştım; hepsinin ortak özelliği hayatları boyunca çok çalışmaları idi.

Dünyanın her yerine gidip Türkiye’nin çıkarları için uğraşan sayın Başbakanımızın da, Amerika’ya geldiklerinde tanıştığım sayın bakanlarımız Mehmet Şimşek ve Zafer Çağlayan’ın da çok yoğun bir tempoda çalıştıklarını gözlemledim. Ekonomimiz dünyanın en büyük 17. ekonomisi olsa da, kişi başına gelirde dünyada 60-70 arası bir sıradayız. Ekonomimizi ilk ona sokabilmek ve kişi başına gelirde gelişmiş ülkelerin seviyesine çıkabilmemiz için tek çıkar yolumuz toplum olarak çok çalışmaktır. Bugün Güney Kore, Amerika’nın Apple markası ile rekabet edebilmektedir ve Mercedes müşterisine hitap edebilecek lüks arabalar üretebilmektedir. Güney Kore’de öğrencilerin Türkiye’dekinden çok daha yoğun bir tempoda çalışmakta olduğunu hatırlatmakta fayda vardır.

Dershanelerin öğrencileri ekonomik kaynak olarak görmesi ve ticari meta haline getirmesi de dillendirilmektedir. Serbest piyasa ekonomilerinde girimşiciler toplumun belli bir segmenti için bir mal üretebilir ve servis verebilirler. Mesela oyuncak üretenler için çocuk yaştakiler, gençlere yönelik giysi satanlar için de genç nüfus hedef kitlesidir. Bu işletmelerin, çocuklarımızı ve gençlerimizi ekonomik kaynak olarak görüyor diye eleştirilmesi makul olmaz.

Bir başka eleştiri dershane ücretlerini düşük gelirli ailelerin ödeyememesi, bazı ailelerin borç alması ve sonrasında hacizle karşılaşması, ve hatta intihara sürüklenmelerin olması dile getirilmektedir.  Serbest piyasa ekonomilerinde benzeri bir durum her türlü ürün için olabilir. Düşük gelirli aileler iPhone alamıyor ya da borç ile iPhone alıp sonra sıkıntıya düşüyor diye iPhone satışlarının yasaklanması komik bir durum olurdu. Kaldı ki dershaneler mevzuat gereği kontenjanlarının yüzde 10’unu düşük gelirli öğrencilerinin ücretsiz okuması için ayırmak zorunda.

Bahsettiğimiz gibi Türkiye’de eğitim kurumları arasında fark olduğu sürece aileler çocuklarının daha iyi okullara gitmesi için onlara ilave eğitim aldıracaktır. Devlet dershane kapısını kapatsa bile özellikle gelir düzeyi yüksek aileler özel dersler ile çocuklarının eğitimine takviye yapmak isteyecektir.  Şu an sadece internet ortamında ders veren sanal üniversiteler kurulmaktadır, yerleşik üniverseteler de sanal ortamda verilen kurslar açmaktadır. Bir girişimci, mesela Amerika’da sanal dershane açsa, vergilerini de Amerika’da vererek Türkiye’de sınavlara hazırlanan öğrencilere internet ortamında ders verip sınavlara hazırlasa, bu kurslar da yasaklanacak mıdır? Peki lise son sınıftaki bir öğrencinin ailesi çocuğuna, “sen haftasonu üniversite sınavlarına çalışma, hobilerinle uğraş, kırda bayırda oyna” mı diyecektir?  Ya da liseden mezun olmuş, üniversiteyi kazanamamış ama tekrar sınava girmek isteyen gençler dershane olmadan sınavlara nasıl hazırlanacaktır?

Türkiye’de maalesef eğitim sistemi yeterince kaliteli değildir.  OECD, dünyadaki 15 yaşındaki öğrencilerin başarısını PISA programı ile ölçmektedir. Buna göre Türkiye okuma, matematik ve fende dünyada 40 ve 45 arasında sıralardadır.  Eğitim seviyesinin düşük olduğu bir ülkede, ailelerin çocuklarına ekstra eğitim talep etmeleri makuldur, ve öğrencilerin ilave eğitim görmesinin bir mahsuru olmamalıdır.

Dershanelere karşı kullanılan bir başka argüman da dershanelerin başarıyı arttırmadığıdır. Lise son sınıfta her üç öğrenciden ikisi dershaneye gidiyorsa, bir fayda bekledikleri için gidiyordur. Serbest piyasa ekonomilerinde topluma zararı olmayan bir malı ya da servisi yasaklamak doğru değildir. Devlet faydalı olmadığını düşündüğü mal ve servislere olan talebi azaltmak için kendi hizmetlerini geliştirebilir, toplumu bilinçlendirebilir, ama yasaklama otoriterce bir yaklaşım olur.  Mesela sosyal medya, toplumda zaman israfına sebep oluyor ve faydasından çok zararı var şeklinde bir argüman kullanarak, sosyal medya iletişim kanallarının yasaklanması ancak komünizm ile yönetilen bir rejimde görülebilir.

 

Görüldüğü gibi dershaneleri kapatmak için öne sürülen argümanlar ikna edici değil. Demokratik ülkelerde seçilen hükümetler aldıkları her kararı topluma sormak zorunda değildir. Ancak, neredeyse her aileyi ilgilendirecek bir konunun toplumda uzun süre ve derin olarak tartışılması beklenirdi. Dershaneler konusunda serzenişler hükümet tarafından daha önceden dile getirilmiş, ve dershanelere ihtiyacın azaltılması yönünde çalışmalar olacağı ifade edilmiştir, ancak kanun zoru ile dershanelerin kapatılması herkese sürpriz olmuştur.

 

Amerika’da başkan Obama, Obamacare adı altında, sağlık sigortası sisteminde yeni reformlar yapmıştır. Ama Obama, seçildiği her iki başkanlık seçiminden önce bu konuda yapmak istediklerini topluma anlatmış, televizyon kanallarında rakipleri ile bu konuyu tartışmış ve seçimlerde toplum bu konuyu göz önüne alarak oy verip Obama’yı seçmiştir.  Böylelikle reformlar toplum için sürpriz olmamıştır.

Türkiye’de hükümet dış basında uzun bir süredir yoğun bir şekilde eleştirilse de, her zaman ‘business friendly’ yani ticareti/serbest piyasa ekonomisini seven/koruyan şeklinde algısını korumuştur. Ancak, takviye eğitim veren ticari kurumların yasaklanması bu algıyı değiştirebilir. Serbest piyasa ekonomilerinde devletin özel sektöre karıştığı durumlar olabilir. Mesela Amerikan hükümeti özel sektöre karışmıyor değil: regulasyonlarla, milyar dolarlık cezalarla, tüketiciyi bilinçlendirme ile, vergi sistemi ile, ve kendi verdiği servislerle özel sektöre şekil veriyor.  Ancak, SAT kurslarına hazırlayan Kaplan şirketini Amerikan devletinin kanun zoru ile kapatmasını tasvip edecek bir Amerikalı bulamazsınız. Kaplan şirketi Türkiye’de de, Amerika’daki üniversitelerde okumak isteyen öğrenciler için SAT kursları vermektedir. Türk devleti bu kursları kapatmak istese, bu da çok garip karşılanır.

Amerikan eğitim sisteminde de Türkiye’de dershaneleri eleştirenlerin yaptığı türden eleştiriler yapılıyor.  Amerika’da üniversite eğitimi ücretli. Üniversite ücretleri son otuz yılda sürekli enflasyondan hızlı arttı. Artan maliyetten dolayı, öğrencilerin bir çoğu borç alarak üniversiteye gidiyor. Öğrenci borçları şu an $1.2 trilyona ulaşmış durumda ve 40 milyon kişinin öğrenci borcu var. Bu kredilerin yüzde 80-90’nı federal hükümet tarafından verilmiş ya da garantilenmistir. Öğrenci borcunu ödeyememe oranları yüzde 12 seviyesinde ve rekor derecede yüksek. Bu sorunlar özellikle 2008 krizinden sonra arttı. İşsiz kalan bir çok kişi hem iş bulamadıklarından, hem de kabiliyetlerini geliştirmek için tekrar üniversiteye döndü. Normalde üniversiteye gitmeyecek gençler de iş bulma şanslarını arttırabilmek için üniversitelere akın etti. Ancak işsizlik oranı halen yüksek ve maaşlardaki artışlar çok zayıf. Üniversite mezunu bir çok kişi yüksek borç ile mezun oluyor ve borcunu ödemekte sıkıntı çekiyor. Yüksek borçlu öğrencilerin konutlara, arabalara talebi zayıf oluyor, bu da ekonomik büyümeye engel oluyor diye ekonomistler olarak ciddi endişelerimiz var. Öğrenci borçlarının ödenememesinden dolayı federal hükümetin yüz milyarlarca dolar zarar edebileceği düşünülüyor.

Burada en büyük sorun kar amaçlı kurulmuş özel üniversiteler. Bu üniversiteler rahatlıkla öğrenci bulabiliyor, çünkü öğrenciler federal hükümetten çok rahat borç alıp üniversite ücretini ödeyebiliyor. Ancak, bu üniversitelerin eğitim kalitesi, devlet üniversiteleri ve kar amacı gütmeyen üniversitelere göre çok daha düşük. Mezun olanların iş bulmaları diğer üniversitelere göre daha zor oluyor, dolayısı ile bu üniversitelerin mezunları arasında öğrenci borcunu ödeyememe oranları daha yüksek. Kar amaçlı özel üniversiteler gençlerin hayatını karartıyor şeklinde dramatik yayınlar da yapıldığı oluyor. Bu sorunlar Amerika genelinde yoğun bir şekilde tartışılıyor. Eyaletlerin başsavcıları kar amaçlı üniversiteleri mercek altına alıyor, başvuran öğrencilere mezun olma ve mezunların iş bulma oranları konusunda yanlış bilgi verenleri cezalandırıyor. Halkın daha iyi bilgilendirilmesi ile başarısız kurumlara öğrencilerin yönelmesi engellenebiliyor. Daha Ağustos ayında bu konu başkan Obama’ya sorulduğunda, Obama bazı kar amaçlı üniversitelerin haydut gibi davrandığını söyledi. Ancak, soruya cevap verirken söylediği ilk şey, bir çok sektörde kar amaçlı kuruluşların ekonominin temel taşı olduğu ve girişimciliğin, yeni fikirlerin, yeni iş yapma yöntemlerinin desteklenmesi gerektiği idi. Ayrıca kar amaçlı kuruluşlara genel olarak karşı olmadığını belirtti. Bütün bu bu tartışmalar içinde Amerika’da hiç kimse kar amaçlı kurulmuş üniversiteleri kapatalım gibi bir öneri getirmiyor.

Yaklaşık yirmi senedir Amerikadayım. Bu süre içerisinde sadece bir kere, Türk devletinin bir görevlisinin halka açık bir toplantı düzenleyip, halkın sorunlarını sorduğu, dinlediği, ve not aldığını gördüm. O toplantı yaklaşık beş sene önce idi, ve o kişi de sayın Başbakan’d. Ben Anadolu’da orta okulu okurken gittiğim dersane sayesinde Fen lisesini kazandım ve dershanelerin Anadolu çocuklarına başarı yolunu açtıklarına bizzat şahit oldum. Halkın sorunları ile bu kadar ilgilenen sayın Başbakanımızın dershaneler konusunda gelişmiş dünyada örneği görülmeyen ve serbest teşebbüsü engelleyici bir adım atmayacağını umut ediyorum.

 

Ekonomist Mehmet Özhabeş

 

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.