Namazı sanki secde etmek için kılıyor
Maneviyatla meşbû, her hava zerreciği dualarla, niyazlarla dolu bir salon. O, her zamanki yerine oturmuş, önündeki rahleden “Kulûbu’d-Dâria” okuyor. Hiç aksatmadığı bu âdetini, imsak vaktine yarım saat kala odasından çıkıp yapıyor.
İmsak vaktiyle birlikte salona muhteşem bir ezan sesi doluyor. Türk hafızların ezanlarını tercih ediyor her zaman. Ezanın başlamasıyla birlikte önündeki evrad kitabını kapatıp rahleyi biraz kenara alıyor. Başını hafifçe arkaya dayayarak gözleri kapalı, huşû içinde ezanı dinlemeye koyuluyor.
Ezan duasının ardından farzla gerçek kurbet enginliklerine açılmadan evvel, ılgıt ılgıt İlâhî rahmet esintilerinin ruhları kuşatma faslı sayılan sünneti kılmaya yöneliyor. Namaza yürürken, sırtında cübbesi, huzura ait teveccüh ve temkinle adeta miraca yürüyor.
Seccadede beklerken niyeti dille değil kalbten yaptığı ve ciddi bir konsantrasyon yaşadığı görülüyor. Tekbirle ellerini bağlarken, üzerinde ihsan şuurunun bütün emareleri müşahede ediliyor. Kıyamda müthiş bir heybet kaplıyor her yanını ve o esnada ifade edilmesi zor bir his tûfânı ve bir duygu anaforu yaşıyor.
Rükû’da bir asâ gibi bükülürken, iliklerine kadar işleyen kulluk şuuruyla hep İlâhî azameti mırıldanıyor. “Sübhâne rabbiye’l-azîm” dedikten sonra “Subbûhun, Kuddûsün, Rabbu’l-melâiketi ve’r-Rûh” diyerek tesbihini bir farklı edayla dile getiriyor. Ama bitmiyor, Hz. Yunus’un münacatıyla kapının tokmağına bir kere daha vuruyor “Lâ ilâhe illâ ente, Sübhâneke innî küntü mine’z-zâlimîn.” Bir başka zaman Hz. Eyyûb’un münacatı tercüman oluyor hislerine “Rabbi innî messeniye’d-durru ve ente erhamü’r-Râhimîn”.
Rükû’dan kavmeye doğrulurken bir ara fasıl minneti sunmak istercesine hamd ü senâ tûfânıyla belini doğrultuyor. “Rabbenâ leke’l-hamd, hamden, tayyiben, kesîran, mübareken fîh… Mil’es-semâvâti ve’l-ard…”
Secde namazın zirvesi
Bu kısacık ayakta duruştan sonra secdeye kapanıyor. Öyle bir kapanıyor ki, namazı sanki secde etmek için kılıyor. Secde onun için namazın zirvesi… Secde, namazın içindeki mevhibe ve vâridâtın şükür zemini… Secde, erimiş gönüllerin kulluk kalıbına tam olarak döküldükleri mehâbet potası… Secde, Allah’a karşı duyguların, düşüncelerin visâl koyu ve buluşma arsası…
Secdede başını ve ayaklarını aynı noktada birleştirerek yusyuvarlak hâle geliyor. Bir yay gibi geriliyor ve yüreğinden kopup gelen çığlıkları bir şiir gibi Sahibine arz ediyor. Bu arz esnasında kalbinin dilini kullanıyor… Hislerinin bütün kelimelerini ortaya dökerek, kulluğunun destanını okuyor… Okuyor, okuyor… Titreyen sesi, gözyaşlarına karışan inlemeleri, ruhunu saran heybet ve haşyete tercüman oluyor.
“Sübhâne rabbiye’l-a’lâ” tesbihiyle başlayan bu fasıl, Efendimiz’den gelen, me’sûrattan dualarla devam ediyor. “Allâhümme innî zalemtü nefsî zulmen kesiran, velâ yağfirü’z-zünûbe illâ ente. Fağfirlî mağfiraten min indike verhamnî; inneke ente’l-ğafûru’r-Rahîm-Allah’ım, ben nefsime çok zulmettim, günahları yarlığayacak Sen’den başka kimse yok. Ne olur beni kendi katından hususi bir gufranla yarlığa ve merhamet buyur. Zira Sen Ğafûrsun, Rahîmsin.”
Rabb’e en yakın olunan an
Secdedeki hıçkırıkları, iradesini aşan bir yoğunluğa ulaşınca “Allâhümme innî estağfirüke lizenbî ve es’elüke rahmetek-Allah’ım günahlarımdan ötürü Senden yarlığama bekliyor ve rahmetini ümit ediyorum” duası duyuluyor. Bazen Hz. Âdem’in niyazıyla sesleniyor “Rabbenâ zalemnâ enfüsenâ ve in lem tağfir lenâ ve terhamnâ le nekûnenne mine’l-hâsirîn-Rabb’imiz, biz nefsimize zulmettik. Eğer Sen bize merhamet buyurup yarlığamazsan, hakikaten hüsrana uğrayanlardan oluruz.” Sohbet aralarında diline pelesenk ettiği “Rabbiğfir verham ve ente hayru’r-Râhimîn-Yarlığa Rabb’im ve merhamet buyur; çünkü Sen yegâne Rahmet sahibisin” duası secdede de dilinden dökülüyor.
“Rabb’e en yakın olduğu” o anı doyasıya yaşamak istiyor sanki. Kalkmak gelmiyor içinden. Kıyamdan rükûya, rükûdan secdeye koşarken secdeden daha derinini arıyor gibi bir hali var. Başı yerdeyken ışıktan bir helezonla en ulaşılmaz zirvelere tırmanıyor. Çok farklı bir semâvî seyahat yaşıyor.
Bu kendinden geçmiş haliyle vuslatını bir başka buudla daha da renklendirmek üzere saygıyla başını kaldırıyor ve huzurda bulunmanın bütün âdâbıyla “et-tahiyyât…” diyerek vecde geliyor. Ve artık bir yeryüzü varlığı değilmişçesine tabiatüstü bir hale bürünüyor. Tahiyyâtın ardından Nebî’yi yâd ediyor, hayır duâlarıyla gürlüyor ve tekbirlerle başlattığı bu miraç yolculuğunu selâmla noktalıyor.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment