Fethullah Gülen Hocaefendi: Bugün bize düşen, sadakatimizi ortaya koymaktır
Herkul.org sitesinde yayınlanan son sohbetinde sadakat konusu üzerinde duran Fethullah Gülen Hocaefendi, hal, fiil ve sözlerdeki sadakatsizliğin münafıklık alameti olduğunu ifade ediyor. Cenab-ı Hakk’ın Kur’an-ı Kerim’deki “Ey iman edenler takva dairesi içine girin ve sadıklardan olun.” Beyanını hatırlatan Hocaefendi, sadakatin verilen sözde durma anlamına geleceğini belirtiyor.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin yeni hasbihali Herkul.orgsitesinde dün yayınlandı. “Sâdıklarla Beraber Olun!..” başlıklı yeni Bamteli sohbetinde Hocaefendi, sadâkati Allah ile bir mukavele, bir sözleşme ve bir iç yemin olarak nitelendiriyor. Hocaefendi, “İç yemin şeklindeki sadâkati orada bırakıp da amel ve aksiyona taşımamak insanın çelişkisi olur. Bir taraftan Allah’a sadâkat beyan ederken, diğer yandan O’nun emirlerine muhalif davranan kimse, sâdık davranmıyor ve döneklik yapıyor demektir.” ifadelerini kullanıyor. Hocaefendi’nin sohbetinden satırbaşları şöyle:
“Sadakat Allah ile bir mukavele işidir, bir sözleşme işidir. La ilahe illallah Muhammedür Resulullah dediğin andan itibaren sadakat bir iç yemindir. Bir dış yemin var; namusum, şerefim üzerine yemin ediyorum der yemin edersin. “Ülkeme hizmet edeceğim ben, insanlığa saygılı olacağım, memleketimi alıp ileriye götüreceğim” diye yemin edersin. Bir de Allah ile münasebetin açısından bir sadakat bir iç yemindir Allah’a karşı. Madem ‘La ilahe illallah’ dedin yani ‘Sen’den başka Maksud-u Bi’l-hak Mabud-u Bi’l-İtlak yok, sadece Sen varsın Allah’ım’ dedin. Öyleyse bana emrettiğin her şeyi yerine getirmek sadakatin gereği. Ama bu mevzuda sadakatini ortaya koyman lazım. O mevzuda da neye söz vermişsen onu yerine getirmek, harfiyen yerine getirmek lazım. Bir iç kabul. Fakat bunu burada bırakıp da amele taşımama aksiyona taşımama meseleyi, bir insanın çelişkisi olur. Bir taraftan sen Allah’a sadakatini ifade ederken, beri taraftan emirlerine muhalefet ediyor, sadık davranmıyorsun, döneklik yapıyorsun. Verdiğin sözün gereğini yerine getirmiyorsun. Namusum, şerefim üzerine falan diyorsun ama Allah’a karşı sadakatte bulunmuyorsun. Siyere, Magazi’ye baktığınız zaman, Ashab-ı Kiram efendilerimizin Mekke’de de Mina’da da Akabeler’de de ilk Ensar-ı Kiram Efendilerimizle önce beş-altı insanla, o insanların Lebbeyk deyip koşmaları çok önemli bir şeydir. Bir dönemde Musab İbn Umeyr oraya gidince sonra kadın erkek yetmiş küsur insan geliyor oraya. Ve Efendimiz’in (sas) mübarek çehre-i mübarekeleri tebessüme doyuyor veya tebessümle bir gül gibi açılıyor. Medeniyet merkezi olan Medinelilerin gelişini bunun tesis buyuracağı 27 tane medeniyetin bir yönüyle belki manasını rengini desenini görüyor onda ve seviniyor ona. Söz veriyorlar orada. El sıkışıyor ve söz veriyorlar. Biat ediyorlar. Bu bir sadakattir Efendimiz’e karşı. Bu aynı zamanda Efendimiz’in elini sıkarken ‘Allah’ın eli de onunla tutuşan ellerin üstündedir’. El, Cenab-ı Hakka nispet edilince bir sıfattır. Meselenin kıymetini ifade etmek adına Kuran-ı Kerim biz anlayalım diye böyle bir istiare yoluna başvurmuştur. O zaman orada söz verilince, ne pahasına olursa olsun o sözün yerine getirilmesi lazım.”
Minber ve mihrabı belli değilse, o toplum dağılmış demektir
“Minberi belli değilse, mihrabı belli değilse, o toplum dağılmış demektir. Aynı yöne yöneliyorsa, aynı mefkûreyi ikame etmeye çalışıyorsa, Hazreti Mevlana’nın dediği gibi, “Aynı dili konuşanlar değil, aynı hali paylaşanlar anlaşır birbiriyle.” O hali, o hal mefkûresini sizin içinizde yok edince, mihrap yok olunca, minber yok olunca, siz darmadağınık hale gelirsiniz. İşte böyle bir söz verme oluyor yani. Akabelerde söz verme oluyor. Oraya üç defa geliniyor ve her defasında Medineli dolu dolu geriye dönüyor.
Tebük Seferi oluyor bildiğiniz gibi. Böyle bir mevsim. Belki Haziran belki Ağustos, çok sıcak olduğu bir mevsim, bir de Ekvator’a yakın orası, Hicaz’da böyle bir meseleyi düşünün. Neydi o Tebük Seferi? Romalılar gelecek, bunların hakkından gelecekler, Kabeyi yıkacaklar, Mihrabı yıkacaklar, minberi yıkacaklar. Mihrap bir yönüyle Allah’a teveccühten kinaye. Minber de Muhammed Resulullah hakikatini ifade ediyor. Mekke bir de Medine. Mekke bir mihrap, Medine bir minber. Murad-ı İlahi orada minberde seslendiriliyor. Daha sonra da bunu düşünmüşler, defaatle gelmiş gelmiş orada, bir babayiğide çarpmışlar. Bazen bir Alparslan’a çarpmışlar. bazen bir Selahaddin’e çarpmışlar. Bazen bir Nurettin Zengi’ye çarpmışlar. Bazen bir Nizameddin’e, Selahaddin’in babasına çarpmışlar.
Tebük hadisesi de işte, Romalıların böyle bir işasından sonra oldu. Başka zaman da böyle bu türlü algı oluşturma günümüzde çok yaygınca, şimdi o çölde bir kısım Müslümanlığa karşı olan insanlar yürekleniyorlar tabi. Bunlar, Romalılar bunların işini bitirecek, Persler yürekleniyorlar bunlar.
Çünkü bir, Bedir savaşı esnasında Romalılar Persleri yeniyorlar. Bir başka rivayette de Hudeybiye esnasında yeniliyor. Tefsirlerde bunların ikisine de temas ediliyor. Bir de yani böyle bir algı oluşturmak için Hristiyanlık alemi o zaman Müslümanların üzerine gelecek, Mekke’yi Medine’yi yıkacak bunların işini bitirecek, müşrikler kanatlanmış uçuyorlar. Münafıklar tamam bizim işimiz diyor, Persler de seviniyorlar, belki Afrika’nın çoğu seviniyor böylece. İşte Efendimiz (s.a.v) böyle bir dönemde Müslümanları, bu Romalıların bir yönüyle Müslümanlara tecavüzüne karşı koymaya çağırıyor. Savaş olmuyor orada. Herkes iştirak ediyor ama hava çok sıcak. Münafıklar değişik bahaneler buluyorlar. Ve Tevbe sure-i celilesinde ifade edildiği gibi diyorlar ki, “la ten firu fil har” böyle bu sıcakta kalkıp da böyle seferber olmayın Romalılara karşı. Bir kere hava çok sıcak savaşamazsınız. Onlara mukabele edecek sisteminiz yok. Üçüncüsü Roma kocaman bir imparatorluk yani, dünyayı yutacak dev bir imparatorluk. Seviniyorlar uçuyorlar hepsi böyle. İnsanlığın İftihar Tablosu, şartların çok ağır olduğu bir dönemde sahabe-i kiramı, ensarı muhaciriyle hepsini seferberliğe çağırıyor. Münafıklar bahane ediyorlar. “la ten firufil har” Kuran onlara cevaben diyor ki : “Kul narı cehenneme eşedde harr” ‘De ki cehennem ateşi daha şiddetlidir.’ Böyle yerinizde kakılıp kalmakla, siz cehenneme kesbi istihkak ediyorsunuz. Cayır cayır yanacaksınız orada. Dolayısıyla bugünkü bugün güneşin kızgınlığını kale almayın. Seferber olun diyor. Tabi bu öbür tarafta ortaya çıkacak, münafığın yaptığı şey, ortaya çıkacak.”
Halen sadakat, fiilen sadakat, kavlen sadakat…
Münafık böyle bir hava, böyle bir atmosfer, algı oluşturduğuna göre bazı Müslümanlar da kanıyorlar. Fakat bizim bildiğimiz Kab bin Malik’le beraber diğer iki sahabi, üç tanesi ki Kuran’ı Kerim üç tane diyor. Kab bin Malik itirafta bulunurken diyor ki, ‘Hava çok sıcaktı, hurma ağaçlarının altında böyle soğuk suların başında hurma yemişleri falan vardı. Bir taraftan da şartlar çok ağırdı. Bir diğer taraftan da onun için ciddi bir mecburiyet ortaya konmamıştı. Onun için biz takallüf ettik.’ Evet o mevzuda geriye kaldık manasında o tabir Kuran’ı Kerim’de Tevbe suresi’nde geçiyor. Efendimiz (sas) Kab ibni Malik filan yok mu burada buyuruyor. “Yok, gelmedi Ya Resullullah” diyorlar. Oysaki el sıkmış biat etmişler, sadakat gerekiyor orada. Söz verdiniz, verdiğiniz sözü yerine getireceksiniz. Halen sadakat, fiilen sadakat, kavlen sadakat. Evet, “Kurtuluş, necat, doğruluktadır.” Hal’en doğrulukta, kavlen doğrulukta, tavren doğrulukta. inkiyatta doğrulukta, doğrulukta doğrulukta.
“Her şeyinle dosdoğru olman lazım. Hulf nifak sıfatıdır. Söz veriyor fakat sözünde hulf ediyor, geri duruyor sözünden. Tehlikeli bir şey. O sıfat münafık sıfatıdır. Söz verdi, namusum şerefim üzerine elini sıkıyorum, ‘dediğinden bir arpa boyu ayrılmayacağım’ fakat sözünden dönüyor. Bu münafıklık alametidir. Bir tanesi varsa bir alamet var demektir. Yani bir adım küfre yakındır. Konuştuğu zaman yalan söylüyorsa bir alamet daha var demektir. Kendine emanet edilince bir şey, emanete hıyanet ediyorsa bir alamet daha vardır. Birine bir ahitte bulunuyor sonra onu gadre uğratıyorsa 4 alamet. Buyuruyor ki: “Bu dört alamet birinde bulunuyorsa o halis muhlis münafıktır.” Ve münafık kafirden daha eşeddir. Kuran Maide Suresi’nde, Cehennemin tabakaları var. Aşağıya doğru olanlara dereke, yukarı doğru olana derece deniyor. En aşağı derekesinde, çukurunda gayyasında münafıklar. Öyle anlaşılıyor ki kafirlerin de altında olacak onlar. Demek ki bir içten inanmadılar, bir de inanıyor gibi göründüler. Bir günahları içten inanmama, o kafirlik. Bir de inanıyor gibi gözükme meselesi var, o da müzaaf bir küfür oluyor katlıyor onu. Bir de o mevzu da iyice derin gözükme, Ziya Gökalp ifadesiyle o da mükaap küfür oluyor.
Üç buudlu, üç derinlikli bir küfür oluyor. Abdullah ibni Übeyb Selul böyleydi yani. Üç buudlu bir münafıklığı vardı ki kızı Sahabe-i Kiram’ın önde gelenlerinden, oğlu Abdullah Ashab-ı Bedirden, Sahabenin önde gelenlerinden. Fakat nasıl bir adamsa o ailenin içinde, o duygularını ne oğluna bildirmiş ne de kızına. Belki mescide gelip ön safta duruyordu. Tabii abdesti yok. Ama Allah Resul’üne karşı yüzüne bakarken belki hep tebessüm ediyordu. Onun için bir insan ağzıyla La İlahe İllallah Muhammeden Resulullah diyorsa sen kalbine vakıf olsan bile içini okusan bile onu kâfir diyemezsin. Allah Resulü’nün yüzüne bakarken belki hep tebessüm ediyordu. Yerinde muhalefet ettiği tekallüf ettiği şeyler var.
Sadakat söz verince onu sözünü yerine getirmek lazım söz. İşte Kabb İbni Malik ve arkadaşları bu üç arkadaş müminlerden geriye kalmışlardı. Fakat ben bin Barekallah diyorum. Böyle ilk defa bir devlete karşı seferber olununca onca insanın 3 tane fire ile öyle bir şeyi ihtama hazır olmaları göğüslemeye hazır olmaları, koskocaman bir babayiğitlik. Nihayet savaş olmuyor oraya, Romalılar gelmiyorlar. Münafıklar dil döküyorlar Allah Resulü da sen de git sen de git sen de git diyor hepsine, fakat o 3 zat gelince onları biliyor ve onların mazeretlerini kabul etmiyor. Acı acı bakıyor ve Ashab-ı Kiramı da onlarla görüşmekten men ediyor. Öyle ki eşi de onunla görüşmüyor, veya ayrılıyorlar belli bir süreden sonra . Amcasının oğlu görüşmüyor onunla, bir gün onun evinin bahçesinden atlıyor selam veriyor selamını almıyor. Bilmiyorum diyor, böyle ona da bir boykot denecekse bir boykot havası yaşanıyor onlara karşı, zinhar verdiğiniz sözden dönmeyin, kalleşlik yapmayın, sadakat içinde bulunun. Şunu yapacağım bunu yapacağım demişsen yiğitçe evvela o sözü yiğitçe söylemişsen yerine getirirsin.
Kim bilir bu elli günlük çile ve ıstıraplı günleri yaşadıktan sonra Cenabı Hakkın teveccühü, Allah Resulünün (s.a.v) teveccühü meğer ne tatlıymış. Bu ayetten sonra ne geliyor biliyor musunuz? “Ey iman edenler takva dairesi içine girin ve sadıklardan olun.”Sadıklardan olun… Söz vermiştiniz diyor bir daha böyle onlar için diyemem ben bu şeyi fakat Allah kulları için söyleyebilir. Allah’a karşı bir halttır o. Halt Arapça’da karıştırma demektir. Akı karayı birbirine karıştırma demektir. Verilen söz onun ne manaya geldiğini bilememe demektir. “Sadıklarla beraber olun” O maye çok önemli. Kimdi sadıklar? Bir sadık olmayanlar vardı orada elli türlü mazeretle haşa ve kella peygamberi bile kandırmaya kalkan münafıklar. Sadıklar kimdi? O sıcağa rağmen, o çölün vahşetine, dehşetine rağmen Romalılarınürperticiliğine rağmen Allah resulünün arkasında kemer beste ubudiyet içinde koşan insanlardı.
İmanda sadık olma, amelde sadık olma, konuşulan şeylerde sadık olma
Öbürleriyle değil de bu pozitif insanlarla olunuyor. “Ve el hak onlar da öyle olmuşlardı” zira bakın ayrı bir ayet. Bu da ayet ayet hatırlatın bu Tövbe suresinde diğeri Azhab Suresi’nde Allah Resulüne müminlerde söz veren baba yiğitler vardı ki öyle yiğitler vardı ki bunlar seve seve Uhud’da ölüme yürüdüler. Mesela bir İbn-i Caşhın durumunu düşünün. Allah Resulü’nün halasının çocuğu, “Allah’ım karşıma yaman bir gavur çıkar ben onunla savaşayım, savaşmanın hakkını vereyim sonra beni şöyle budasın ağacı buduyor gibi elimi, kolumu kellemi sonra kanlar içinde senin yanına geldiğimde bana sor ‘Niye bunu yaptın?’ ‘Seni hoşnut etmek için’ diyeyim.” Böyle Yiğitoğlu yiğitler…
Musab ibni Umeyr de. O da ilk mürşit, ilk muallim. Medine’de bir sürü ensarı arkasına takıp Akabe’de Efendimiz’in (sav) huzuruna taşıyan büyük mÜrşid Musab ibn- i Umeyr, Mekke’de zengin bir ailenin yakışıklı çocuğu. O sokakta yürürken bütün panjurlar açılıyor, kadınlar ona bakıyordu. Her şeyi ayağının ucuyla itti gençliğinde. Uhud’da şehit olurken daha dünya zevki namına bir şey tatmamıştı, hiçbir şey bilmiyordu. Böyle bir baba yiğitti, o da orada budanmıştı. Allah resulünün önünde Allah Resulüne kalkan kılıçlara karşı kol kaldırmıştı, el kaldırmıştı. Ben birinden dinledim, kitap da görmedim ama iki kolunu kestiklerini kitaplar da gördüm. Allah resulüne kalkan bir kılıca karşı kalkan yok kolunu kaldırıyor kol gidiyor, yerinden bir adım geriye çekilmiyor. Bir kılıç kalkıyor ona da bir kolunu kaldırıyor. Bir kılıç daha kalkarken ona da boynunu uzatıyor ve o esnada Allah Resulü (sav) de korunmuş oluyor. O Hocaefendi’den dinlemiş olduğum şey şuydu; O yüzü koyu kapanırken yüzünü yere toprağa veriyor. Yanına yaklaşan birine “Allah Resulü’nü arkada böyle bıraktık. Allah bana sorarsa ne derim ben ona.” Şimdi böyle düşünen insanlar zaviyesinde “Allah’a verdikleri sözü sadakati içinde yerine getirdiler.” Dediği bazı şeylerin oldu, bazıları ölüme gittiler. Orada o 70 insan şehit oldu. Ama arada ne var bazıları da bize ne zaman sıra gelir acaba? Böyle şehadet şeyiyle kanatlanmak uçmak ne zaman sıra gelir…
Çünkü ölümüne söz vermişlerdi. Gördüğünüz gibi mesele sadakate bağlanıyor verilen sözde sadık olma. İmanda sadık olma, amelde sadık olma, konuşulan şeylerde sadık olma. Sadaka kelimesi de bir yönüyle sadakatin nişanesidir aynı kökten geliyor. Verilen işler de sadık olma nişanesidir aynı kökten geliyor.
Kimde sadakat varsa verdiği sözü harfiyen yerine getiriyorsa ona mümin nazarıyla bakılır. Ashab-ı Kiram o mevzuda kendilerine düşeni yapmışlar ve Allah’ın inayeti ve lütfuyla, ihsanıyla bu işin kahramanları olmuşlar bir taraftan sadakatin mümin hayatında ne kadar önemli olduğunu anlamaya çalışalım.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment