FOREIGN AFFAIRS – “Türkiyenin zamanı…”

FOREIGN AFFAIRS – “Türkiyenin zamanı…”

Abdullah Gül 2007’den bu yana Türkiye’nin Cumhurbaşkanı. Gül, bir şekilde, en azından yurt dışında, siyasi ortağı olduğu iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP) lideri ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın gölgesinde kaldı ancak son dönemlerde daha bağımsız bir siyasi kimlik oluşturmaya başladı. Erdoğan 2003’te iktidara geldiğinden bu yana -özellikle de AKP’nin parlamenter çoğunluğu artarken- giderek daha keskin ve otoriter bir hâle gelirken Gül, kişisel olarak dindar ve geleneksel olmasına karşın (30 yaşındayken evlendiğinde eşi 15 yaşındaydı.) kendi hâlinde, daha ılımlı ve ileri görüşlü bir yol izledi. Dışişleri bakanlığı ve başbakanlık yapmış olan Gül, hem Türkiye’nin Müslüman kimliğini hem de çoğulcu değerlerini savunarak, hükûmetinin antidemokratik aşırılıklarını sorgulayarak, hukukun üstünlüğünü destekleyerek, Avrupa ile bütünleşmenin ikna edici avukatı olmayı sürdürerek, ülkesinin dış politikasını Doğu’ya yönlendirerek, itibarını ve popülaritesini birbiriyle zıt gibi görünen bu ilkeleri kucaklayarak artırdı. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı ve Başkomutanı ile ekim ayında Ankara’daki makamında konuştuk.
SORU: Amerikalıların ve Batı’nın Türkiye’yi nasıl yanlış anladığını düşünüyorsunuz?
GÜL: Türkiye; Avrupa, Asya, Orta Doğu ve Kafkasya arasında bir köprüdür. Bize komşu tüm ülkelerin farklı bir hükûmet ve yönetim tarzı var. Türkiye’de büyük bir Müslüman çoğunluk var ancak demokrasi, insan hakları ve serbest piyasa ekonomisi de mevcut. Bu da bizi bölgede özel bir ülke hâline getiriyor. Coğrafi ve jeopolitik açıdan bakıldığında Türkiye bu bölgeye ait. Tüm komşularımızla da tarihî ilişkilerimiz var. Ancak değerler bakımından Batı ile beraberiz.
Geleceğe bakacak olursak dünya ekonomisi ve güç dengesinin Asya’ya doğru kayacağı matematiksel bir gerçek. Dolayısıyla siyaset de buraya kaymalıdır. ABD ve Avrupa, Türkiye’yi tanımaya ve önemini anlamaya başlamalıdır, Türkiye de onlar için daha önemli hâle gelmelidir.
SORU: Birçok dış gözlemci Türkiye’nin son dönemde bölgesine yeniden dönmesinin, Batı’dan yüzünü çevirip uzaklaştığı anlamına gelmesinden korkuyor. Hâlâ geleceğinizi Avrupa’da görüyor musunuz?
GÜL: Bu adil olmayan bir eleştiridir. Bir tarafta Avrupa Birliği’ne tam üyelik için devam eden bir müzakere sürecimiz var. Tam üyeliğe giden yolda her kapıyı zorluyoruz. Türkiye’nin tüm Avrupa kurumlarında bir rolü ve yeri vardır. Dolayısıyla bölgemizde daha faal hâle gelmemiz ve bölgesel sorunlarla ilgilenmemiz gerçeği, Türkiye’nin yeni bir yöne dönmesi veya Avrupa’dan uzaklaşması şeklinde yorumlanmamalıdır. AB standartlarını hayata geçirmeye devam ediyoruz. Böyle yorumları sığ ve temelsiz buluyorum. Ayrıca AB’deki dostlarımızın bunları, Türkiye’nin üyeliği konusunda sorumluluklarından kaçmak için bir bahane olarak kullanmalarına da şaşırıyorum.
SORU: Çok sıcak olmayan tavrının yanında ekonomik ve siyasi kriz içindeki Avrupa hâlâ katılmak istediğiniz bir kulüp mü?
GÜL: Avrupa için şu anki şartların geçici olduğunu düşünüyorum, tarihte geriye doğru bakarsanız hiçbir bunalım ilelebet devam etmemiştir. Geçmişte buna benzer tüm bunalımlardan ülkeler ve kıtalar daha da güçlenerek çıkmıştır. Bu, Avrupa için de geçerlidir. Avrupalılar çok büyük hatalar yaptılar ancak bu hatalardan ders alacak ve yeni bir döneme gireceklerdir. Ancak Avrupa uzun vadeli durağanlığı önlemek istiyorsa daha geniş çaplı bir stratejik vizyon oluşturmalı ve sınırlarıyla topraklarını sınırlandırma girişiminden vazgeçmelidir.
Elbette genişleme süreci farklı bir yapı içinde devam edebilir. Şimdiki mevcut AB yapısı sorgulanıyor, belki yeni bir yapısal oluşum öngörülebilir. Örneğin İngiltere AB’nin parasal birliğinin üyesi değil ve diğer süreçlerde de yer almıyor. Şimdi ileride Avrupa’nın nasıl bir şekil alacağı ile ilgili görüşmeler yapılıyor.
SORU: Türkiye’nin ekim ayı ortalarında Rusya’dan Suriye’ye silah taşıdığından şüphelenilen bir uçağı indirmesi gerilimin arttığını mı gösteriyor?
GÜL: Suriye’deki sorun, Türkiye ile Suriye’nin ikili meselesi değil. Türkiye ve Suriye arasında çıkar çatışması veya hesaplaşma da yok. Suriye’deki sorun, rejimin meşru talepleri olan halka karşı işlediği önemli bir insan hakları ihlalidir. Bu, meseleyi uluslararası toplumun tümüyle ilişkili hâle getiriyor.
Elbette, Türkiye’nin Suriye ile komşu olması ve 900 kilometrelik (yaklaşık 560 mil) bir kara sınırını paylaşması Türkiye’nin tepkilerini farklı kılmaktadır. Örneğin 150.000 Suriyeli, ülkelerindeki sorunların bir sonucu olarak Türkiye’ye gelmiş ve şu an ülkemizde bulunmaktadırlar. Bu, bazı güvenlik meselelerine ve sınır çatışmalarına veya rejim güçleriyle muhalefet arasında sınırda meydana gelen çatışmalara neden olmuştur. Bu çatışmalar bizi de etkilemektedir. Krizin en başından itibaren biz her zaman Suriye’de kontrollü ve sistemli bir değişimi tercih ettik. Olayların tırmanmasının bir sonucu olarak biz herkese, özgür dünyayla birlikte Suriye halkının taleplerini destekleyeceğimizi açıkça belirttik. Ancak, işin başından beri ben, hem Rusya’nın hem de İran’ın, daha fazla kan dökülmesini engellemek için Suriye’deki geçişe müdahil olmaya davet edilmesi gerektiğini savundum. Özellikle Rusya’ya uygun bir muamelenin olması gerektiğini düşünüyorum.
SORU: Ancak Ruslar Beşar Esad’ı iktidarda tutmak için mümkün olan her şeyi yaparken onlarla nasıl bir araya gelirsiniz?
GÜL: Rusya, Libya’da Batı’yı destekledi ancak sonra Ruslar geçiş sürecinin dışında bırakıldı. Dolayısıyla Suriye’de sürece dâhil edilmesi ve geçiş sürecinin bir parçası olacağı konusunda Rusya’nın endişelerinin dikkate alınacağı garantisi verilmelidir.
SORU: Rusya özgür ve demokratik bir Suriye inşa etme konusunda iş birliği yapmaya ikna edilebilir mi?
GÜL: Bence bu denemeye gerçekten değer. Çünkü sonuçta nihai amacımız Suriye’de tüm Suriye halkının temsilcisi olacak yeni bir yönetimin kurulması.
SORU: Yeni bir Suriye hükûmetinin Filistinliler konusunda güçlü bir konum alması gerekeceğini vurguladınız. Neden?
GÜL: Filistin meselesi, uzun bir süre boyunca Suriye rejiminin halkına karşı varlığını meşrulaştırmak için kullandığı en kritik destek oldu. Dolayısıyla Suriye’deki yeni rejimin ülkenin bağımsız, egemen ve kendi halkının taleplerine uygun hareket ettiğini göstermek için Filistin ile bağlarını kanıtlaması gerekecek. Bu, aynı zamanda Rusya, İran ve Çin gibi ülkelere Suriye’deki yeni rejimin uzaktan kumandalı olmadığı mesajını da gönderecektir.
SORU: ABD ve NATO’nun Suriye’ye, özellikle de askerî açıdan yardım etmek için daha fazla şey yapmamasına öfkeli misiniz?
GÜL: Maalesef Türk vatandaşları Suriye’den açılan bir top ateşinin sonucunda öldüler. Ancak 3 Ekim’de meydana gelen olayın ardından ABD ve NATO’nun gösterdiği dayanışmanın samimi olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca NATO, yapısı gereği kimyasal veya başka balistik silahların kullanılması ihtimaliyle ilgili gerekli teknik girişimleri hâlihazırda yaptı. Ancak biz Suriye ile savaş hâlinde değiliz, dolayısıyla Batı’dan daha fazla bir şey beklemiyoruz.
Öte yandan Türkiye ve Suriye’nin askerî gücünü karşılaştıracak olursanız sonuçlar ortada.
SORU: Ancak Türkiye mücadeleye Libya tarzı bir son vermek için çok taraflı bir harekât mı istiyor yoksa uçuşa yasak bölge, insani koridorlar veya bir tampon bölge gibi daha sınırlı başka önlemler mi?
GÜL: Libya’daki gibi bariz bir dış müdahaleyi doğru bulmayız.
SORU: Bulmaz mısınız?
GÜL: Hayır. Ancak uluslararası toplumun Suriye’ye karşı tavrının basit söylemi aşması gerektiğini bir kez daha vurgulamama izin verin. Bir buçuk yıl önce krizin patladığı sıralarda, sistemli bir değişiklik için çok çalıştık. İletişim çalışmaları yaptık, rejimle değişim konusunda baskı yapmak için ilişkilerimizi sürdürdük. O dönemde Batı’dan bazı arkadaşların bize zaman ayırmak istemediklerini çok iyi hatırlıyorum. Dolayısıyla onların şimdi daha anlamlı bir tavır almaları yönünde ısrarcıyım.
SORU: Türkiye, Suriyeli isyancıların silahlandırılmasına yardım etmek için şu anda Suudi Arabistan ve Katar ile birlikte çalışıyor mu?
GÜL: Hayır. Komşu ülkeleri olduğumuz için kapılarımız Suriye halkına açık. Onları hoş karşılıyoruz ve tüm insani ihtiyaçlarını sağlıyoruz.
SORU: İsrail ile Türkiye arasında ilişkiler iyiyken iki ülke de bundan faydalanıyor gibi görünüyordu. Şimdi ilişki o kadar iyi değil ve iki ülke de bundan muzdarip gibi görünüyor. Ayrıca Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri geliştirmek için şartları, özellikle de Gazze ablukasını kaldırma şartı, çıtayı çok yukarılara çekti. Sizce İsrail ile uzlaşma ihtimali nedir?
GÜL: Öncelikle Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkinin şimdiki hâli İsraillilerin kendi tercihlerinin ve yaptıkları hataların sonucudur. Bunu bütün dünya biliyor. Bunu, İsrail’e doğrudan ifade edemeyen müttefikleri dahi bize açıkça söylüyor. İkincisi, Türkiye-İsrail ilişkilerinin şimdiki hâli, askerî seçeneklerimizi veya Silahlı Kuvvetlerimizi etkilemedi. Geçmişte onlardan insansız hava araçları edindiğimiz doğru ve bunların bazıları hâlâ kullanımda. Diğerleri iptal edildi veya alınmadı. Ancak herkesin şunu net bir şekilde anlamasını istiyorum ki Türk Silahlı Kuvvetleri bu anlamda yahut herhangi bir anlamda İsrail’e güvenmiyor ve bağımlı da değil. İsrail ile mevcut ilişkiler nedeniyle Türkiye’nin Suriye ile ilgili zayıf kaldığı veya yeterli olmadığı bir durumu da yok.
İsrail, Türkiye’ye karşı işlediği hatayı telafi etmek ve düzeltmek anlamında birkaç küçük girişimde bulundu ancak bu girişimler ülkedeki iç politika gelişmeleri nedeniyle tamamlanamadan bırakıldı. Gazze kuşatması ise sadece Türkiye’yi ilgilendiren bir konu değil. Bu konu, AB’den, Birleşmiş Milletlere ve ABD’ye kadar herkesi ilgilendiriyor. Çünkü herkes bu ambargonun kaldırılması gerektiğini biliyor.
Ancak, burada bir kez daha tekrar etmek ve altını çizmek isterim ki Türkiye ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak şahsen ben, İsrail ve Araplar arasında barış sağlanmasına katkıda bulunmak için elimizden geleni sonuna kadar yapıyoruz. Ancak İsrail yönetimi bu konuda çok dar görüşlü bir strateji sergiliyor. Bizim İsrail’den isteğimiz, Türkiye’nin gösterdiği dostluğa değer vermesi.
SORU: Orta Doğu’da nükleer silahsızlanma çağrısında bulundunuz. Peki Türkiye neden, İran’ın nükleer programı konusunda bölgedeki diğer ülkeler ve Batı ülkeleri kadar endişe duymuyor?
GÜL: Türkiye kendisine komşu hiçbir ülkenin nükleer silaha sahip olmasını istemiyor. Türkiye kendi elinde olmayan silahların komşularının elinde olmasını kabul edemez. Bunu hiçbir şekilde anlamıyoruz.
Ancak, biz daha gerçekçiyiz ve bu problemin çözülmesi için daha kapsamlı çözümler ve yaklaşımlar üretmemiz gerekiyor. Buradaki sorun, İsrail’in bölgedeki güvenliğini garantilemek ve bu gerçekleştirildikten sonra atılması gereken bir sonraki adım da bölgenin bu tür tüm silahlardan arınmasını sağlamak. Bunu yapabilmenin tek yolu da bölgede barışın sağlanmasıdır.
SORU: Arap Barış Girişiminin çıkış noktası bu mu?
GÜL: Tabii ki. Zaten yaşadığımız bu günlerde barış için hiçbir çaba harcanmıyor.
SORU: Peki bu yaklaşım İran’ın nükleer programını nasıl halledecek?
GÜL: Burada yapılması gereken kendimizi İran’ın yerine koymak ve İran’ın dışarıdan gelen tehditleri nasıl gördüğünü anlamaya çalışmak.
SORU: Yani İran’ın nükleer programını durdurmanın kilidi İsrail’in silahsızlandırılması diyorsunuz. Sözleriniz bu anlama mı geliyor?
GÜL: Benim gördüğüm çözüm bu çünkü bu yol Orta Doğu’nun bütün dünyayı etkileyen temel problemini çözecektir.
SORU: Bazı Türk ve yabancı gözlemciler, Türkiye hükûmetinin demokrasiden uzaklaştığı yönünde endişelerini dile getiriyor. Sizin son zamanlarda tutuklanan gazeteciler ve Kürt milletvekillerinin parlamentoda engellenmesine yaptığınız eleştiriler bu endişeleri paylaştığınız anlamına mı geliyor?
GÜL: Türkiye’de demokrasinin gerilediği kesinlikle doğru değil. Aksine demokratikleşme sürecinde ilerleme gösteriyoruz ve her gün köklü yeni reformlar gerçekleştiriliyor. Tabii yapılan belli yanlış uygulamalar oluyor ve benim belli konulara dikkat çekmemin nedeni de bu. Ben yapılan bu yanlış uygulamalar hakkında konuştum ve bu yanlışların, yapılan reformlara ve demokratikleşme sürecine gölge düşürmesini engellemek istedim. Doğru bir soru sorduğunuz kanaatindeyim. Türkiye’nin üzerine gölge düşüren derken kastettiğim buydu. Bu tür olaylar beni derinden üzüyor ve bu yüzden de yapılan bir yanlışı gördüğümde direkt bir uyarı yapıyorum.
SORU: Küresel güç olarak bilinen birçok ülke ekonomik kriz ve siyasi kilitlenmeler nedeniyle gücünü kaybederken Türkiye’nin ekonomisi ve nüfusu büyümeye devam ediyor. Giderek büyüyen Türkiye’nin uluslararası anlamda rolünün ne yönde büyüyeceğini düşünüyorsunuz?
GÜL: Önemli olan bir dünya gücü olmak değil. Bir ülke için önemli olan kendi standartlarını yükselterek en yüksek seviyeye çıkarabilmek ve devletin kendi vatandaşlarının varlık ve mutluluk içinde yaşayabilmesini sağlamak. Standart derken kastettiğim demokrasi ve insan hakları standartları. Türkiye için temel hedefimiz bu. Bu anlamda standartlarınızı yükselttiğinizde, ekonominiz daha da güçlenir ve gerçek bir yumuşak güç hâline gelirsiniz.
Bütün bu birikimlerinizi hayata geçirip standartlarınızın farkına varıp yükseltmeyi başardığınızda diğer ülkeler tarafından dikkatli bir şekilde izlenmeye ve bu ülkelere ilham vermeye başlıyorsunuz. Bunu başardığınızda ise önemli olan elinizdeki sert ve yumuşak gücü birleştirip, kendi toplumunuz, bulunduğunuz bölge ve bütün dünya için pozitif bir hâle getirmek.
SORU: “Pozitif güç” kavramını daha önceden de kullandınız, tam olarak ne anlama geliyor?
GÜL: Pozitif güç demek, hırsları ve topraklarını büyütme arzusu olmayan güç demek. Aksine, bu gücün öncelikleri insan haklarını korumak ve karşılık beklemeksizin ihtiyaç sahiplerine yardım ederek insanlığa hizmet etmek. Pozitif güçten kast ettiğim: Doğruyu ve yanlışı ayırabilmek ve doğrunun arkasında durabilecek kadar güçlü olmaktır.
SORU: Orta Doğu’daki yeni Arap demokrasilerine karşı oynadığınız böyle bir rol mü?
GÜL: Arap dünyasında bir rol üstlenmiyoruz. Eğer birileri bizi örnek olarak alıyor veya bizden ilham alıyorsa bu onların bileceği şey. Biz bu ülkelerle dayanışma içindeyiz çünkü zaman içinde her ülkenin iyi ve kötü günleri oluyor. Önemli olan zayıflıklarıyla mücadelede zorlanan ülkelere destek olmaktır. Bütün ülkeler eşit, her ulusun haysiyeti var ve kimse başka bir ülkeye rol biçip ne yapacağını söyleyemez. Bazı ülkelere öncelik tanıyıp bazılarına da ne yapacağını söyleyemezsiniz.
SORU: Peki Türkiye; Mısır, Tunus ve Libya için izlemeleri gereken iyi bir örnek değil mi?
GÜL: Tabii ki bu ülkelerin bizi ekonomi ve demokrasi açısından başarılı bir Müslüman ülke olarak örnek almasından mutluluk duyuyoruz. Onlar da aynı şeyi başarabileceklerini düşünüyor. Biz, dayanışma açısından bu ülkelere yardım ediyoruz ve başarının arkasındaki sırları onlarla paylaşıyoruz. Ama bizim, kimsenin ağabeyiymiş gibi davranmaya niyetimiz yok.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.