Arap Baharı Sonrası Türkiye’nin Dış Politikasındaki Sert Kaymayı Okumak

Arap Baharı Sonrası Türkiye’nin Dış Politikasındaki Sert Kaymayı Okumak

Aydoğan Vatandaş, Huffington Post sitesi için Türk dış politikasındaki değişimi inceleyen bir yazı kaleme aldı. O yazının çevirisini sunuyoruz;

Türk dış politikası Arap Baharı’ndan sonra “komşularla sıfır sorun” olarak bilinen bir politikadan “komşularla düşmanlık” politikasına sert bir kayma yaşadı. Bu kayma da sonunda Türkiye’yi bölgede değerli yalnızlığa itti.

Örneğin Suriye’yle son derece pozitif ikili ilişkilere sahipken, Arap Baharı’nın Türk dış politikasını nasıl bu kadar sert şekilde değiştirdiği sorusu önemli bir soru olma özelliğini koruyor.

2011’de Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki ayaklanmalar ve protestolarla başlamış olan Arap Baharı Libya, Mısır, Yemen ve Tunus gibi bazı ülkelerde rejimin değişmesine yol açtı. Ama ayaklanmalar Bahreyn ve Suriye’de beklendiği gibi rejimi değiştirmedi. Suudi Arabistan ve İran gibi bazı ülkelerde ise hiçbir istikrarsızlık yaşanmadı.

Arap Baharı’nın Suriye’de bir rejim değişikliğine yol açmamış olmasının ana sebeplerinden biri muhtemelen Rusya ve İran’ın desteklediği ve rejime tamamen bağlı olan mezhepçi Suriye Ordusu’nun gücüydü. Suriye’deki gelişmeler Türk yetkililerin beklediği gibi Libya’dakine benzer ilerlemedi. Protesto hareketleri Suriye sokaklarına yayılmaya başladığında Erdoğan, Esad rejimine sert davranmaya başladı. Bu sert tutum Haziran 2011’de, gösterilerin başlangıcından üç ay sonra başladı.

Türkiye’nin Şam’a karşı duruşundaki politika kayması Türkiye’nin politikasının sadece rasyonel hesaplamalarla mı, yoksa ideolojik düşüncelerle mi yönetildiğini tam olarak açıklayamıyor. Ama Türk liderlerin Suriye rejiminin yakın zamanda Libya rejimi gibi düşeceğine inandığını söylemek mümkün. Türkiye’nin o zamanki dışişleri bakanı Davutoğlu Suriye hükümetin düşmesinin “an meselesi” olduğunu söylemişti.

Bu tahmin yanlış çıktı.

Dahası Türk Hükümeti Esad rejimini yıkmayı başaramadığı için Türkiye Başkan Obama’yı Esad rejimine karşı ciddi önlemler alması için maniple etme amacıyla yanıltma harekâtı (false flag) operasyonları yapma komplosuyla bile suçlandı.

Columbia Üniversitesi Barış inşası ve Haklar Programı’ndan bir araştırma ekibi Türkiye’nin El Nusra cephesi ve IŞİD gibi Suriye rejimi karşıtı militan gruplarla ilişkide olduğunu gösteren çeşitli kaynakların derlendiği bir araştırma da yayınladı. Bu kaynaklar arasında New York Times, Washington Post, Guardian, Daily Mail, BBC, Sky News gibi uluslararası kuruluşlar ve CNN Türk, Hurriyet Daily News, Taraf, Cumhuriyet ve Radikal gibi Türk kuruluşlar bulunuyor. (http://www.huffingtonpost.com/david-l-phillips/research-paper-isis-turke_b_6128950.html)

Üstelik UNSC’ye (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi) sunulan Türkiye’nin yabancı terörist savaşçıların bulunması, sınırdan Suriye’ye geçişlerinin kolaylaştırılması ve orada aktif olan terörist gruplara silah desteği gibi konulardaki dahlini gösteren, belgelerle desteklenmiş Rus Federasyonu raporundan sonra Türkiye’ye yasadışı petrol ticareti ve IŞİD desteğiyle ilgili yapılan suçlamalar daha da arttı.

Türkiye nasıl tüm bu riskleri aldı ve dış politikasında böyle sert bir değişim uyguladı?

NATO’nun Türkiye üzerinde bağlayıcı bir gücü yok mu?

Tam olarak yok.

“Türkiye’nin Dış Politika Vizyonu: Bir 2007 Değerlendirmesi” başlıklı makalesinde Davutoğlu, küresel sistemdeki çift kutupluluğun ve soğuk savaşın bitiminden sonra Türkiye için yeni fırsatların ve dinamiklerin oluştuğuna işaret ediyor. Hatta açıkça Türkiye’nin Soğuk Savaş dönemindeki gibi NATO’nun sınırlayıcı politikalarının bir parçası olmayacağını, bölgesel ve küresel gelişmeler ışığında Türk dış politikasında yeni bir eğilim aranacağını belirtiyor.

Sözlerini 2023’e, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yüzüncü yıldönümüne yaklaşırlarken, bu girişimlerin Türkiye’yi küresel bir aktör haline getireceğini söyleyerek genişletiyor. 1923’te kurulmuş olan Cumhuriyet’in temel sembollerine AKP’nin muhalefeti göz önüne alınınca 2023 hedef ve vizyonu devlete ve aynı zamanda millete yeni bir kimlik üretmekle ilgili görünüyor. Devlet inşası süreci yöneticiler, kurumlar ve vatandaşlarla bir siyasî bir varlık geliştirmek anlamına geldiğinden, AKP’nin “2023 vizyonu” ülkeyi harekete geçirip, yüz yıl önce Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla o görkemin kaybedildiği yerde Büyük Türkiye’ye tekrar ulaşmak için nasıl bir “hayalî gelecek tahmini” kullanıldığının görülmesi için önemli bir gösterge. Bu sadece hayal edilen bir geleceğe ulaşmak için çıkılan bir yolculuk olarak değil, aynı zamanda görkemli Türk kolektif kimliğinin kaybedildiği geçmişe de bir yolculuk olarak ele alınmalı.

Aynı şekilde, Davutoğlu’nun makalesini okurken Türkiye’nin amacının artık bir “köprü” gibi değil, bir “kapı” ve Müslüman dünyası için “liderlik” olarak görülmek olduğu kolayca görülebiliyor.

Türk dış politikasının mimarı Profesör Ahmet Davutoğlu olsa da, bu politikaları uygulayan ve Türkiye’de ve yurtdışında kitlelerin dikkatini çeken lider şüphesiz ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan oldu.

Erdoğan’ın konuşmalarına, röportajlarına, ifadelerine yakından bakmak, Recep Tayyip Erdoğan’ın söylemleri ve liderlik tarzıyla ilgili bize birçok şey anlatabilir ve motivasyonlarını ve amaçlarını anlamamıza yardım edebilir.

Görener ve Ucal, Margaret Hermann tarafından tasarlanmış olan Liderlik Özellikleri Analizi’ni bir araştırma aracı olarak kullanarak, özellikle Recep Tayyip Erdoğan’ın liderlik tarzını ve bu tarzın Türk Dış Politikası’na muhtemel etkisini analiz etmek için Erdoğan’ın konuşmalarını incelediler.

Araştırmanın sonucunda şunlar söyleniyor: “Erdoğan kendi kanaatlerine çok sıkı sarıldığı ve tercihleri sabit olduğu için sadece görmek istediklerini görüyor. Bu durum onu diplomasinin nüanslarını çözmekten ve uluslararası ilişkilerin dalgalı sularında başarıyla dolaşmaktan alıkoyuyor” Araştırma “kutuplaştırıcı eğiliminin, siyaseti doğru ile yanlış, adil ile adaletsiz, zalimler ve kurbanlar arasındaki mücadele olarak görmesine zemin hazırladığını” ortaya çıkarıyor.

Araştırma, Erdoğan’ın skor şablonunun, çevredeki sınırları zorlama eğilimi ile bilgiye kapalılığın birleşiminden ortaya çıkmış bir liderlik şekli olduğunu belirttiğini işaret ediyor.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) eş başkanı Selahattin Demirtaş partisinin “Erdoğan’ın [bir başkanlık sistemi içinde] başkan olmasına asla izin vermeyeceğini” söylediğinde, Türkiye’nin iktidar partisi olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bir il başkanı olan Fuat Özgür Çalapkulu ülkenin “halife Recep Tayyip Erdoğan için hazır olması” gerektiğini söyleyerek cevap verdi. 8 Haziran seçimlerinde meclisteki çoğunluğu kaybettiğinde Erdoğan’ın kendisi HDP’yi “Türkiye’nin 2023 hedeflerine” engel olmakla suçladı. Tekrar tekrar, terörün ve bölgedeki diğer gelişmelerin Türkiye’yi Cumhuriyet’in yüzüncü yılı olan 2023 için belirlenmiş hedeflere ulaşmaktan alıkoymayacağını söyledi.

Lider-takipçi ilişkisi “tek yönlü bir ilişki” değil. Bu ilişkide iki taraf da birbirini oluşturuyor. Diğer bir ifadeyle liderler takipçileri olmadan çalışamazlar. Takipçilerinin birçoğunun Erdoğan’ı halife olarak gördüğü çok açık. AKP yanlısı bir gazetenin köşe yazarı Abdurrahman Dilipak, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın, her zaman söylediği Türkiye’yi başkanlık sistemi yönetimine geçirme hedefi gerçekleştirmeyi başarabilirse, dünyadaki tüm Sünni Müslümanların “halifesi” olabileceğini söyledi. Erdoğan bu yakıştırmalı hiçbir zaman reddetmedi.

Türk köşe yazarı Kadri Gürsel Erdoğan’ın tavrının giderek artan şekilde bir istikrarsızlık ürettiğini ve yalnızca sağduyu algısının önüne geçmiş olan bir kibir sendromuyla açıklanabileceğini ifade etti.

“Bu durum, uzun süreli, siyaseten başarılı ve güçlü yönetimin, psikolojik olarak, narsisizm, sorumsuz ve rastgele davranışlarla kendini gösteren üstünlük kompleksine dönüşümü. Böyle liderler her zaman büyük meselelerin insanı olduklarına ve her durumda yapılacak doğru şeyin ne olduğunu bilen tek kişinin kendileri olduğuna, hatta bazen Allah tarafından görevlendirildiklerine inanırlar. Böyle yanıltıcı kanaatlerin etkisi altında, kamu etiğinin sınırlarını aştıklarını tamamen görmezden gelirler.”

Arap Baharı sırasında Müslüman Kardeşler’le bölgede ittifak kurmak, Erdoğan’ın 2023’te Büyük Türkiye’yi yaratma hırsını tetikledi. Erdoğan’ın 2023’te hayal ettiği Büyük Türkiye’yi yaratma kararı, Suriye’de ve bölgede risk almaya değecek kadar güçlüydü.

Yazının orijinalini okumak için: http://www.huffingtonpost.com/aydoaean-vatanda/reading-the-drastic-shift_b_9656920.html

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.