11 Eylül’ün ‘diğer’ hikayeleri

Yazı yazmaya başladığımdan beri hep alır dururum bu eleştirileri; ‘biraz daha kısa cümle kuramaz mısın’ der bazı arkadaşlarım. Veya uyanık Zeki’nin ifadesi ile ‘sadede ne zaman geleceksin be adam!’ Edebiyatı bana sevdiren ilk hocalarımdan Engin bey’in üslup üzerine verdiği o uzun ‘vaaz’larından sonra nasıl kısa veya sadece bir şeyden bahsederek yazabilirim ki? Sadet denilen şey hedef değil süreçtir azizim. Üslup da klavyenin tuşlarına basarken icat edilmez. Üslup insanın zihninden kâğıda yansıyan, iyi ya da kötü, yılların alışkanlığıdır ve bu yazıda da üslubumu değiştirecek gibi gözükmüyorum, söylemedi demeyin.


Ey okur! Sana biraz yardımcı olabilmek için bastan hemen söyleyeyim. Bu yazı biraz bu yaz yapılan bir uçak seyahati, biraz film, biraz da nasihat üzerine. Biraz da ne bileyim işte…


Her yaz Türk Hava Yolları ile Türkiye’ye gitmenin en güzel yanlarından biri, uzun ve yorucu bir yolculuk olsa da ve nihayetinde jet lag olarak geri dönse de, peş peşe 3-4 film izleyip sene içerisinde izleyemeyeceğim filmleri izlemiş olmama imkan sağlamasi. Bu sefer de öyle oldu. Huyum kurusun. Oyuncularına bakıp Tom Hanks’in ‘Extremely Loud and Incredibly Close’ filmini seçtim. Hanks’in filmlerini oldum olası sevmişimdir zaten. Tek ayağında kırmızı bir ayakkabı ile dolaşan genç bir adamı canlandırdığı ve aslında çok da başarılı bulmadığım ‘Kırmızı Pabuçlu Adam’ filmini izledikten sonra bile Tom Hanks’i takip etmeyi sürdürdüm. Ya o ilk gençlik yıllarında izlenecek ve insana hayal, ümit ve geleceğe dair pozitif fikir olarak ne varsa veren Forest Gump’a ne demeli? İngilizce’yi yeni öğrendiğim zamanlarda kah alt yazısına bakarak kah okumadan anlamaya çalışarak izlediğim Forest Gump filminde Hanks’in güneyli aksanı ile konuştuğunu anlamam için aradan 6-7 sene geçip Amerika’ya gelmem gerekse de, ‘Life is a box of chocolate. You never know what you’re gonna get’ diyen hayata dair kaygısız ve belki de o nedenle bütün başarıları kolaylıkla önünde bulan iyi niyetli adamı canlandıran bu başarılı oyuncuyu nasıl görmezden gelebilirdim?


‘Extremely Loud and Incredibly Close’ filmi yaşına göre abartılı zeki, tavırları bazen yaşının çok ötesinde olgun kaçan, babasını (Tom Hanks) 11 Eylül 2001’de ikiz kulelerde kaybetmiş Oscar adında bir çocuk hakkında. Detaylarını, filmin başını ve sonunu burada anlatacak değilim. Yaşı küçük bir çocuk sahibi olmamdan olsa gerek, Oscar’in yaşadıkları, çektiği sıkıntılar ve babasına olan özlemi beni derinden etkiledi. Ayrıca film, 11 Eylül’ün sömürüsü üzerine kurulmuş da değildi, teröristlerden ve kimliklerinden de hiç mi hiç bahsetmiyordu. Ama olanı anlatmaya gerek duymadan, bir terör saldırısı sırasında yaşanan bir aile trajedisi içerisinde bir arayış, bir hayat ve sonunda filmin kahramanını hayal kırıklığına uğratsa bile izleyiciye muhayyel ‘6. Boro’ sakinlerinin ne kadar da iyi olduklarını, hatta kötülerinin bile aslında ne kadar iyi olduklarını anlatmayı başarmış bir film.


Bir hava yolu şirketinden, üsluptan ve bir filmden sadede gelebilirsek isin özü şu. 11 Eylül, Amerikalıları bir kimlik etrafında birleştirmeyi başaran milli bir olay olmaya haklı olarak dönüşürken insanın aklına gelmiyor değil; 11 Eylül’de hiç bir Türk veya Müslüman hayatını kaybetmedi mi? Kaybettiyse aileleri nasıl bir trajedi yaşadılar? Yaşadılarsa onların hikayesi de bilinmeyi, öğrenilmeyi ve ağlanmayı hak etmiyor mu? Ne yazık ki, genelde Müslümanlar ve özelde Türkler kendi hikayelerini anlatmaktan ziyade anlaşılmayı bekliyor. Bilmiyorlar ki anlatılmayan hikayeler gerçek olamazlar.


11 Eylül üzerinden 11 yıl geçmişken terör, şiddet ve anlayışsızlık bütün dünyanın sorunu olmaya devam ediyor. Bu kötü gidişe alternatif olacak seslere ihtiyaç var. Ve her şey bir hikaye ile başlayabilir. Ey okur, senin de anlatacak bir hikayen yok mu?

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.