Yeni(len) yıllar ve huzur

“Meşguliyet gelmeden önce vaktin kıymetini bil” buyuruyor Kainatın İftihar tablosu. Hayatın nasıl akıp gittiğini seyretmek istersen, bir nehrin kenarına otur ve izle. Gün sabah olunca, o günü bitti sayabilirsin. Hafta, pazartesi olunca haftayı gitti kabul edebilirsin. Ay, ilk haftaya ulaşınca ayı bitti sayabilirsin. Yıl, Ocak dedi mi yılı da bitti kabul edebilirsin. İşte her insanın bir günü, bir haftası, bir ayı, bir yılı ve netice itibariyle koca bir ömrü, çocukluğu, gençliği, olgunluğu, ihtiyarlığı aynen bu şekilde eriyip gidiyor.

Ömür, insanın elinde an be an eriyip giden bir buz parçası gibidir. Her doğan güneş ve arkasından kararan her gece, ömür sermayemizden bir günü daha alıp gittiğini haykırarak haber veriyor bize. İşte hayatın özeti bazen bir dakika, bazen bir gün, bazen bir hafta ve belki bir ay… Efendimiz (SAV) ise ahir zamanla ilgili şöyle buyuruyor. “Zaman kısalacak. Bir  sene bir ay gibi, bir ay bir hafta gibi, bir hafta bir gün gibi geçecek, bir günün geçmesi ise, bir yaprağın yanması kadar çabuklaşacak, hiçbir şeyde bereket kalmayacak“.

İnsanlık toptan 19. 20. ve 21 asırda adeta dünyanın, paranın, makamın, menfaatlerin, şöhretin kulu ve kölesi oldu. Dünya değişik ‘izm’lerin cenderesinde, kah sağa tos, kah sola toslayıp durdu bir türlü aradığı ve arzuladığı gerçek huzura ulaşamadı. İnsanoğlu her yüzyılda çeşit çeşit buluşlara imza atıyor, her ‘yeni yıl’ insanlığa yeni teknik ve teknolojik imkanlar sunuyor ama mevcut onca imkanlarla bir türlü ‘gerçek insanlık sanatını’ ifa ve icra edilemiyor. İnsanlık asırlardır kaybettiği huzuru arıyor. Kalpte, gönülde, ruhta ve ailede kaybedilen hakiki huzur sokaklarda aranır oldu.

Her yeni yıl insanlık hesabına yeni ümitlerin, ideallerin ve temennilerin düşlendiği yıl oluyor. Ama sadece ‘düşlerdeki yıl’ ve hayallerdeki dünya olarak zihinlerde kalıyor. Dünyada mevcut dünya kadar uluslararası kuruluş, başta BM ve UNICEF olmak üzere bir türlü insanlığın problemlerini çözemiyor, çözmek bir yana artan problemlere engel bile olamıyor. M. Luther ne güzel özetliyor bunu: “Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik. Ama bu arada basit bir sanatı unuttuk ; kardeş/insan olarak yaşamayı”…

İnsanlar her yılbaşında yeni yıla ne hayallerle giriyor. Hayaller ve düşler insandan insana, ülkeden ülkeye değişiyor. Amerika’da, Avrupa’da, Afrika’da hayallerin ve düşlerin arasında uçurumlar var. Amerika’da ve Avrupa’da yeni yıl hayalleri ve hediyeleri genel olarak şu sıralamayı takip eder: Yeni evler, arabalar, bilgisayarlar, çeşit çeşit, renk renk hediyeler ve daha neler neler… Afrika’da ise bir yudum su, bir sıcak tebessüm, bir şefkatli el, bir parça ekmek, bir kırık kalem, bir yırtık ayakkabı ve hepsinden önemlisi bir ‘yitik sevda’… İşte fark bu kadar basit. Birinde zevk ve sefanın devamı, diğer tarafta hayatın temadisi için çırpınışlar.

Afrika’daki bir çocuğu hayal edin. Acaba yeni yıl onun için ne ifade ediyor? Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’de, Suriye’de veya Amerika sokaklarında bir evsiz, dünyanın her hangi bir yerinde  yurtsuz, yuvasız kalmış bir anneye, babaya, çocuğa ‘yeni yıl’ ne anlatabilir ki? Başının üzerinden, yeni yılı kutlama havai fişeklerine mukabil füzeler, bombalar düşen insanlar ne düşünüyordur acaba yeni yıl ile alakalı? Çocuğunun karnını doyuracak bir lokma bulmaktan yoksun bir baba için ne anlamı var yeni yılın? Yavrusuna bir yudum süt verememiş bir anne için yeni yıl, eski yıl ne farkeder? Anneler gününde annesine bir gül verememiş bir çocuk için yalancı bir yılın ne anlamı olabilir ki?
Yeni bir yılı arıyor ve hayal ediyor topyekün insanlık. İçinde sevginin hüküm ferma olduğu, gerçek huzurun hakim olduğu, kavganın ve her türlü insanlık dışı tavır ve davranışların mezara gömüldüğü, açlıkların, sefaletlerin, eğitimsizliğin ayaklar altına alındığı bir yıl. Yeni bir yıl düşlüyor bütün dünya. Kimsenin katledilmediği, açlıktan ölmediği, hor ve hakir görülmediği, savaşların bitip, kan ve gözyaşının tarihe karıştığı, dil, din, ırk, renk ve her türlü ayrımcılığın tarihin çöp sepetine fırlatıldığı bir yıl.

Evet her yeni yıl ve yeni gün elimize verilen boş ve beyaz bir kağıt gibidir. Kimileri onu bir çocuk gibi kullanır ve sonra çöpe fırlatır. Kimileri ise onun üzerine bir sanat icra eder, bir şiir yazar, mükemmel bir hayat kompozisyonu inşa eder, hayat serencamesini nakış nakış örer. Halbuki her yıl bedavadan verilir bize. Sonra her sabah koca bir gün daha verilir ve bu ölünceye kadar devam eder. Aslında bir gün, bir ay, bir yıl ve bir ömür hepsi aynı şey değilmi? Birinin diğerinde farkı nedir?

Hasılı, her yılbaşı gelecek yıl adına bize bahşedilen ömrün, şahsımız, ailemiz ve insanlık adına daha verimli, planlı, programlı geçirilmesi adına bir fırsattır. Yıl sonu esas mahiyetini ‘muhasebe’ ile bulur. Yıl başı ise manasına yeni yılın ‘plan ve program’ ile kavuşur. Yeni yılda duyguda, düşüncede, plan ve programda, toptan “yenilen(e)meyenler yenilirler”. ‘Yenilenmek’ ve dahi ‘yenilmemek’ recasıyla…

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.