Kibir sadece ailenin değil milletlerin de düşmanıdır

Kavimlerin helakında ailedeki yozlaşmanın tesirini izah etmeye devam ediyoruz. Bundan önceki iki yazımızda niteliksiz aile yapısının inançsızlık ve ahlaksızlığın oluşumundaki rolünü incelemiştik. Bu yazımızda ise kibir ve zulmün oluşumunda ailenin etkisinden bahsedeceğiz, milletleri nasıl yıkıma götürdüğünü izaha çalışacağız.

Kibir doğurgan bir günahtır. Büyür, gelişir ve dönüşür. Önce kin ve nefrete, en son zulme inkılap eder. Kibir inatla da kardeştir. Kibir günahın başladığı, zulüm ise bittiği noktanın adıdır. Kibrin kin, nefret ve zulme dönüşümünü en güzel anlatan kıssa Hz. Adem ile şeytanın kıssasıdır. Secde etmeye çağrılan İblis’i Allah’a itaatten kibri alıkoyar. Sonrasında oluşan kin ve nefreti ise onu Hz Adem’e ebediyen düşman eder. Kin ve nefretiyle insanoğlunu ebedi azaba düçar etmek için yaptığı davranışların her biri birer zulüm örneğidir. Asla vazgeçmek nedir bilmez. Bu gerçek kibirle inadın kardeşliğini de tescil eder. Akıbet ise tam bir yıkımdır. Kibir meleklere öğretmenlik yapan bir varlığı rahmetten kovdurmakla kalmamış, Allah indindeki en seviyesiz mahlûk haline getirivermiştir.

Kur’an’da Firavun ve Ebrehe’nin bizzat kendilerinin ve ordularının yok edilişinin anlatıldığı kıssalar ise kibrin insanları toplu olarak nasıl helaka götürdüğünün en güzel örnekleridir. Aslında her iki kıssanın özü kibirli bir liderin haddini aşmasının arkasından kendisini ve çevresini düşürdüğü acı sondan ibarettir. Bu iki güçlü lider elinde var olan kuvvetin tamamını hak ve hakikati ortadan kaldırmak için yanlış yolda kullanmış ama Allah’ın izniyle muvaffak olamamışlardır. Gücü ve yetkiyi temsil eden, yanlışta kendisine yardımcı olmaktan çekinmeyen aveneleri ise; doğruyu haykırmaktan geri durmayan, sayı ve etki olarak çok gerilerde kalan Hak erlerine mağlup olmaktan kurtulamamışlardır.

Psikolojik sağlığımız ve özgül ağırlığımız

Her insanın sağlıklı bir psikolojiye sahip olabilmesi için içinde bulunduğu toplumda bir özgül ağırlığa sahip olması gerekir. Yani fertler çevresindeki insanlardan belli ölçülerde kabul görmelidirler. Ona sahip olduğu kişiliği için hürmet edilmeli, bir mekâna girdiğinde mutlaka fark edilmeli ve saygı duyulmalıdır. Bu tutum insanların bir marka değerinin olması şekliyle de yorumlanabilir. Sahip olduğu potansiyele eşdeğer gösterilmesi gereken hürmet her bireye izzet, şeref ve haysiyet kazandıracaktır. Bu kazanım bireye özgüven sağlayacağı gibi hayatı yorumlarken çevresine ümit ve sevgiyle bakmasına sebep olacaktır.

Şahsın mutlu olabilmek için değerli olduğunu hissetme duygusunun ilk karşılandığı merkez ailedir. Sonrasında toplumdur. Çocuklar yaptıkları doğru davranışlarla ebeveynlerinden takdir görmeyi bekler. Anne-babalar bu müspet davranışları fark edip onları takdir ettiklerinde davranışta pekiştirme gerçekleşir. Yani öğrenilen davranış devamlılık kazanır. Sergilediği olumlu davranışla beklediği takdiri göremeyen çocuklar bir yandan kimlik bunalımı yaşarken, bir yandan da doğru ile yanlışın ne olduğunu tam ayırt edemeyen bireyler haline gelmektedirler.

Çocuğun ruh dünyasına kibir tohumları eken ebeveynler

Aile içerisinde çocuklar yapmadıkları şeylerle takdir görmeye başlamışlarsa veya gösterilen davranışla kıyaslanamayacak kadar ölçüsüz övgüler alıyorlarsa bu tutum onların ruh dünyalarında kibrin doğacağının habercisidir. Örneğin evladını düzenli olduğu için değil de yakışıklı olduğu için seven bir anne bu davranışıyla emeksiz karşılık ödemekte ve evladının ruh dünyasına kibir tohumları ekmektedir. Sıradan bir başarısını sanki olağanüstü bir muvaffakiyetmiş gibi karşılayan ve bütün dünyaya bu başarıyı duyurma azminde olan bir babada aynı hatayı farklı bir açıdan hayata geçirmektedir. Firavun ve Ebrehe kuvvetle muhtemel çocukluklarını geçirdikleri saraylarda bu tip hatalı yaklaşımlara sık sık maruz kalmış, ölçüsüz övgüye muhatap olmuş insanlardır.

Bireyin çevresiyle uyum içerisinde olabilmesi için kendisine değer verilmesi, kendisinin de başkalarına saygı göstermesi adına şarttır. Ama bu süreç dengesizce işletildiğinde yani kişi gereğinden fazla değer bulduğunda o artık çevresini küçümseyen bir insan halini alacaktır. Bu küçümseme neticesinde sürekli insanlardan üst seviyede ilgi bekleyecek, bu ilgiyi göstermeyen insanlara bedel ödetmeyi kendisine vazife olarak belirleyecektir.

Kibir ve dikta

Diktatörler yakın çevreleri tarafından olağanüstü varlıklarmış gibi sürekli iltifata tabi tutulmuşlar ve zamanla bu sözlere inanarak kendilerini dev aynasında görür hale gelmişlerdir. Bu durum kendilerine sıradanlığını hatırlatan herkese ölçüsüzce düşmanlık etmesine sebep olmuştur. İllaki diktatör deyince sarayda doğup büyüyecek ve sonra o mevkie gelecek diye bir şey yoktur. İçlerinde sonradan bu makamlara gelmiş alt tabakadan gelme insanlarda bulunabilir. Bu durum diğerine göre daha tehlikelidir. Çünkü saltanat vasıtasıyla bu makama ulaşmadığı için başarının tüm müsebbibi olarak bizzat kendisini görür. Bu talihsiz insanlar öttükleri için güneşin doğduğuna inanan horozlara benzerler. Ulaşılan makamın kendisine kazandırdığı paye ile akıllarını kaybetmiş gibi davranırlar. Hatta zamanla kendisini sıradan bir insan olarak görmekten uzaklaşan bu kibir abideleri “Eğer ben insansam diğerleri başka bir şey mesela birer haşerat ya da yabani mahlûkat, eğer onlar insansa ben ilahi sıfatlara mazhar olağanüstü bir varlığım, mesela –haşa- mehdi, peygamber veya ilahım!” demeye başlar. Diğer insanlardan farklı olduklarına olan inancını sürekli söz, hal ve davranışlarıyla gözler önünesererler.

Sizleri birer fare gibi öldüreceğim

Kaddafi’nin kendi halkına Libya’daki isyan sırasında “Sizleri birer fare gibi öldüreceğim.” demesi veya Firavun ’un “Ben sizin en büyük Rabbiniz değil miyim?” (Naziat suresi 24. Ayet) diyerek halkına seslenmesi bu sebepledir. Kibrin en üst seviyesi kişinin sahip olduğu değeri kaybetme korkusuyla zulümde sınır tanımamasıdır. İster ailesi olsun, ister yakın çevresi, kişiye önemli olanın büyük ve iyi görünmek olmadığını gerçekten büyük ve iyi olmak olduğu hakikatini kazandıramamışsa neticesinde toplumları önemli sıkıntılara itecek bir virüsün doğmasına sebep olacakları unutulmamalıdır.

Yazımı kibrin ne tip bir virüs olduğunu izah adına Hüseyin Razi’nin enfes bir sözüyle bitirmek istiyorum

“Bütün şerler, bir evde gizlidir ve kibir o evin anahtarıdır.”

Aile Danışmanı
ozutku33@hotmail.com @arifozutku

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.