Suret-i haktan görünme

Cengiz Çandar’ın deyimiyle “rükû halinde duran” bazı basın yayın organlarının açık oturum programlarını izliyorum hayli zamandır.

Sanırım hatırladınız; tecrübeli gazeteci güç, kuvvet, baskı ya da en genel tanımıyla kural tanımayan otorite karşısında pozisyon alanları rükû ve secde halinde diye ikiye ayırmıştı bir röportajında. 28 Şubat dönemi ile alakalı yaptığı mukayese sonucu söylenen bu sözlerin bugüne bakan veçhesiyle eksik bir yanı var; o da her türlü zulme, baskıya rağmen elif gibi dimdik kıyamda duranlar.

Bana göre bugün rükû ve secdede bulunanları görüp kıyamda duranları görmezsek hakikate karşı haksızlık yapmış oluruz. Rükû halinde duran medyada iktidara sorulamayanlar bir kenara büyük bir cesaret örneği gösterip sorulanları dahi cevaplamaktan aciz birtakım zevat, akıl, kalp, göz, vicdan, mantık, muhakemenin kurban edildiği siyasi tarafgirlikle yanlışlara doğru derken, bazı zevat aynı ekole mensup olduğu halde daha objektif bir tavır sergiledi ve hâlâ sergiliyorlar. Birinciler iktidarın sözde cevaplarını soru haline getirip cerbeze ile milletin zekâsı ile alay ederken, ikinciler neşet ettikleri ekole mesafeli ilgilerini sürdürmekle beraber eleştirel yaklaşımlar getirdiler ve getiriyorlar. Takdirle karşılıyorum. “Dava” söyleminin kuşattığı alanda hayatlarını sürdürenlerin iktidar nimetinin kendisine sunduğu veya sunacağı imkânları reddetme bahasına böylesi bir tutum izlemeleri gerçekten takdire sayan.

Şöyle düşünüyorum; demek ki bu kişiler aynı kulvarda yol aldığı arkadaşları ile mukayese edildiklerinden daha dürüst kişiler. Demokratik düşünceleri daha ileri seviyede. Kaynağını nereden almış olursa olsun ahlâkları iflas etmemiş, vicdanlarının ışığı sönmemiş.

Fakat ve maalesef aynı kişiler iktidarın yaptığı yanlışlıklara kategorik bir yaklaşımı tercih ediyorlar ve eğer söz konusu yanlışlıkların muhatabı cemaat ya da cemaat bireyleri ise konuşarak susmayı tercih ediyorlar. Konuşarak susma, saatlerce konuştuğu halde hiçbir şey söylememe demek. Neden? Nedenini bana değil, onlara sormak lazım.

Halbuki hukukun üstünlüğünden, suç ve cezanın şahsiliğinden, masumiyet karinesinden, devletin milletin tüm fertlerine eşit yaklaşımından, ideolojik, etnik, siyasi ayrımcılığın ülkemizi anarşi dönemlerine benzer dönemlere götürebileceğinden, anayasanın dahi çiğnendiği bu zeminden devlet çarkının asli temeller üzerine oturmasının zaman alacağından, toplumsal kutuplaşmanın nesiller boyu düzeltilemeyeceğinden bahsedildiği yerlerde şu an itibarıyla bir numaralı mağdur konumunda bulunan cemaat için insaf ve hakkaniyet duyguları ile iki kelam edebilirler. Ama etmiyorlar. Etmiyorlar değil, etmemeyi tercih ediyorlar. Aksine ithama, iddiaya, yalana ve iftiraya kadar uzanan sözler sarf ediyorlar ve orada ne programı idare edenin ne de konuşanların cevap hakkı diye bir şey akıllarına gelmiyor. Bununla beraber aynı zeminde başkaları hakkında söz açılırsa cevap hakkı doğuyor diye ya konuşmuyor ya da konuşturulmuyorlar.

Halkımız arasında kullanılan tabirle ifade edeyim; bu tutumları ile bana göre suret-i haktan bir görünüm sergiliyorlar, ikircikli bir tutum izliyorlar, meşhur tabirle “miş” gibi yapıyorlar ama hakkın ve hakikatin yanında yer almıyorlar. Bu tutumları havuz medyasının algı yönetimi ile bir yere mıhlanan zihinlerin doğruyu görmesine yardımcı olmadığı gibi yapılan zulümlere de halk nezdinde meşruiyet kazandırıyor ve muhtemel tepkileri önleyen bir rol oynuyorlar.

Eğer suret-i haktan görünüyorlar tespitimi ağır bulduysanız, kimlerden bahsettiğimi bir cümlede özetleyeyim; cemaatin terör örgütü, Hocaefendi’nin terör örgüt lideri iftirasının savcı iddianamesine girmesine bile bir şey demeyen alnı secdeli ve düne kadar İslamcı siyaseti destekleyenlerden bahsediyorum.

Sorumlusunuz beyler ve bayanlar! TV ekranlarına çıkıp milyonlara ve tarihe hitap ederken zulümlerin muhatabı cemaat ise susmanız karşısında sorumlusunuz. “Eden bulur” demekle bu sorumluluğunuzu üzerinizden atamazsınız. Evet, eden bulur, bulmalıdır da ve bulacaktır da. Ama ya etmeyenler? Uydurma delillerle en temel insani hak olan özgürlüklerinden mahrum bırakılanlar!

Unutmayın, iki yanlış bir doğru etmez. Dünün yanlışı bugünün doğrusu değildir ve olamaz. Dünün yanlışına var gücüyle karşı çıkanlar, aynı ölçüler içinde hiç kimseyi ayırt etmeksizin, yanlışın muhatabının hiçbir kimliğine bakmaksızın bugünün yanlışına da karşı çıkmalı değil midir?

Bir beklentim olduğundan değil; sadece vak’ayı tespit bağlamında söylüyorum bunları. Suret-i haktan görünmekle, hakkın ve hakikatin temsilcisi olma arasında farkı fark edesiniz diye. İslami literatürde buna şeytanın sağdan yaklaşması denir. Benden hatırlatması.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.