Şûrayı önemsemeyen kâmil Müslüman olamaz

Allah bana bir daha böyle bir yazı yazdırmasın. Bu yazıyı yazarken kalbim ağrıyor, vicdanım sızlıyor, yüreğim acıyor, kalemim feryat ediyor ve “yeter yazma” diye haykırıyor.

Aşağıda okuyacağınız yazı, istişarenin ya da şûranın önemine ait ayet, hadis ve onların merkeze oturduğu üretilmiş düşüncelerden müteşekkil bir değerlendirme yazısı. “Ne mahzuru var ki?” dediğinizi duyar gibiyim. “Yüzlerce, binlerce yazı var bu hususta; bir de seninki olsun. Belki farklı bir şeyler söylersin de ilim dağarcığımıza katkıda bulunursun.” diye düşünebilirsiniz.

Zaten problem de burada. Bedenime maddi-manevi bütün hücrelerini de arkasına alarak feryat ettiren nokta burası. Ayetler, hadisler, Efendimiz’in (sas) pratikleri, 15 asırlık İslâm tarihinde yüzlerce-binlerce müspet örnekleri olan bir konuyu tekrar aynı düzlemde ele alma; “istişare önemlidir, çünkü…; şûra faydalıdır, zira…herkesin fikrini harmanlamalı ve…” diye başlayan cümlelerle yazı yazma.

Batı dünyasının pratiğini biliyorum. Şirketlerde Ar-Ge’ler, düşünce kuruluşları, üniversiteler, devlet kurumları vb. hayatın hemen her alanında istişare, meşveret, şûra, alternatif düşünce, fikirlerin tartışılması, kolektif karar, adına ne derseniz deyin uygulanıyor bu mesele, hem de kurumsallaşmış şekliyle. Daha önemlisi neredeyse son yüzyılda literatürde bu meselenin önemine dair yazılmış ciddi eser yok. Yok; zira Batı dünyası bu eksendeki tartışmaları asırlar öncesi yapmış ve bir kenara bırakmış. Başka bir tabirle istişarenin önemine inanmışlar ve “Neden istişare yapmalıyız?” sorusunu tarihin çöp kutusuna atarak “Nasıl istişare yapmalıyız?” “Nasıl yaparsak daha verimli oluruz?” sorusunun cevabına yönelmişler. Bu istikamette kaideler, kurallar, planlar, projeler ve kurumlar geliştirmiş ve hayata taşımışlar.

Bize yani İslâm dünyasına gelince mazimizde nice güzel örnekleri olmasına rağmen hâlâ daha işin lafını yapıyoruz; edebiyatı ile uğraşıyoruz; kendimizi iknaya çabalıyoruz. İslâm dünyasının yönetim şekillerinden tutun düşünce kuruluşlarımızın varlığına ve işleyişine, üniversitelerin düşünce üretme mekanizmalarına, şirketlerin Ar-Ge bölümlerine ve ürettiklerine bakın. Onlar pratiğin derinliklerine dalmış; biz hâlâ teorinin labirentleri arasında dolaşıyoruz. İşte onun için kalbim ağrıyor ve işte bunun için ‘İnşallah bir daha böyle bir yazı yazmam’ dedim.

Aslında yine yazmayacağım. Yazacağım şey, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin 1 Nisan 1994’te Yeni Ümit dergisinde yayımlanan “Şûra” başlıklı yazısını bazı küçük tasarruflarla, şûranın dindeki yeri, esası, genel değerlendirmeleri, hedefleri, şûra heyetinin vasıfları ve heyetin çalışma prensipleri başlıkları altında son bir kez dikkatlerinize sunmak olacak.

 I- AYETLER

‘Bu iş hususunda onlarla istişârede bulun!’ (3/159)

‘Onların işleri kendi aralarında meşveret iledir.’ (42/38)

II- HADİS-İ ŞERİFLER

‘İstişârede bulunan kaybetmez.’

‘Meşverette bulunan pişman olmaz.’

‘Meşveret eden güvenlik içindedir.’

‘İstişâre edip doğru neticede ulaşmamış bir topluluk yoktur.’

III- ŞÛRANIN ANA ESASI

“Allah Resulü, her meseleyi ashâbıyla istişâre ederek onların düşünce ve görüşlerini alıyor, plânladığı her işi ve alınan hayati kararları ma’şerî vicdana ve umuma mâlediyor, onun hissiyât, duygu ve temâyüllerini âdeta blokaj gibi kullanarak karar verdiği işlere mukavemet açısından ayrı bir güç kazandırıyordu. Yani yapılması plânlanan işlere, herkesin rûhen ve fikren iştirâkini sağlayarak projelerini en sağlam statikler üzerinde gerçekleştiriyordu.”

IV- ŞÛRA HAKKINDAKİ GENEL DEĞERLENDİRMELER

1- Şûrâ, ibadet ölçüsünde bir muameledir. Şûranın Kur’an’da namaz ve infakla aynı çizgide zikredilmesi bunun delilidir.

2- Şûrâyı önemsemeyen bir toplum tam mü’min sayılamayacağı gibi, onu uygulamayan bir cemaat de, kâmil mânâda Müslüman kabul edilmemiştir.

3- Şûrâ, herhangi bir hususta verilecek kararların isabetli olabilmesinin ilk şartıdır. İyiden iyiye düşünülmeden, başkalarının fikir ve tenkitleri alınmadan fert ve toplumla alâkalı verilen kararlar, çok defa hüsran ve fiyasko ile neticelenir.

4- İş ve plânlarında kendi fikirleriyle yetinen, hatta onları zorla diğer insanlara da kabul ettirmeye çalışanlar, önemli bir dinamizmi elden kaçırdıkları gibi, çevrelerinden de sürekli nefret ve istiskal görürler.

5- Neticede kaderi tenkit ve çevreyi suçlama gibi, musibeti ikileştiren zararlı davranışlara girilmemesi için herhangi bir işe teşebbüs etmeden evvel, her türlü danışma ve araştırma yapılmalı, sebepler bazında ve tedbir plânında kusur edilmemelidir.

6- İslâm’da devlet mekanizmalarının yaptığı şûra icranın önünde ona rehberlik yapma konumunda bir müessesedir. Devlet reisi de Allah tarafından müeyyed olup vahiy ve ilhamla da beslense, yine istişare etme zorunluluğu altındadır.

7- İslâm’da, hakkında sarîh ‘nass’ olan meseleler insanların müdahale sınırları dışında bırakılmıştır. Hakkında İlâhî nass bulunmayan meseleler ise bütünüyle şurâ sınırları içinde sayılır.

8- Eskiden beri büyük idarecilerin, mütefekkirlerin ve devâsâ filozofların da ısrarla üzerinde durdukları insanlık meseleleri şûranın değişmeyen ana konuları olmalıdır ki bunlar aynı zamanda İslâm’ın hedeflediği hususlardır. Bunlar:

İnsanlar arasında eşitliğin tahakkuk ettirilmesi..

Cehaletle savaşılıp bilginin yaygınlaştırılması..

Her meselenin İslâmî kimlik etrafında örgülenip, Müslüman’ın kendi özüyle tersleşmesine meydan verilmemesi..

Ülke insanının devletlerarası muvâzenede yer ve itibarını korumaya yönlendirilmesi..

Fert ve toplum arasında içtimâî adaletin gerçekleştirilmesi..

Her kesimiyle bütün bir milletin, hemen her ferdinde, sevgi, saygı, diğergâmlık ve maddî-mânevî füyûzât hislerinden fedakarlıkta bulunarak başkaları için yaşayabilmesi duygularının geliştirilmesi..

Dünya ve âhiret muvâzenesinin korunup kollanması..

İç ve dış siyasetin tanzim edilmesi..

Dünyanın yakın takibe alınması..

İcâbında bütün bir cihanla başa çıkabilecek güç kaynaklarının hazırlanması veya modernizasyonu..

V- ŞÛRANIN HEDEFLERİ VE VA’D ETTİĞİ NETİCELER

Toplumun fikir ve müdahale seviyesini yükseltmek..

Her yeni hâdisede toplumun görüşlerini alıp ona kendi önemini hatırlatmak, hatırlatıp alternatif düşünce üretmeye sevk etmek..

İslâm’ın geleceği adına, şûra prensibini dinamik olarak sürekli gündemde tutmak..

Hemen her hâdise münasebetiyle, ‘Sevâd-ı A’zam’ın idareye katılmasını sağlamak..

Halkın idareyi kontrol edip, gerektiğinde onun idarecileri sorgulaması şuurunu canlı tutmak..

Yöneticilerin sorumsuzca davranışlarını engelleyip tasarruflarını sınırlandırmak.

VI- ŞÛRA HEYETİNİN VASIFLARI

Şûra sınırlı bir kadro ile gerçekleştirilmelidir. Şûraya arz edilen konular büyük ölçüde ilim, mümarese, ihtisas ve tecrübe istediğinden, şûranın da bu hususlarla temayüz etmiş şahıslardan teşkil edilmesi icap eder ki, bu da ancak, ulemanın ‘ehlü’-hall ve’l-akd’ dedikleri her meseleyi çözebilecek bir baş yüceler heyeti olabilir. Bu heyeti teşkil eden kişilerin olmazsa olmaz vasıfları adalet, ilim, görüş ve tecrübe sahibi, hikmet ve feraset erbabı olmalarıdır.

Adalet; farzları yerine getirip haramlardan sakınmak ve insanî değerlere ters işler yapmamak demektir.

İlim; dinî, idarî, siyasî ve fennî uzmanlık demektir. Her ferdin değişik ilim dallarında ihtisas erbabı olması gerekmese de, heyet ve şahs-ı manevînin, yukarıda zikredilen mevzulara açık olması yeter.

Bazen görgü ve tecrübenin esas olduğu hususlarda, ilmiyeden olmasa bile, tecrübe sahiplerinin görüş ve düşünceleri de alınabilir.

Hikmet; ilim, hilim, manayı nübüvvet anlamlarına geldiği gibi, eşyanın perde arkasına ıttılâ, halka kapalı olan şeyleri feraset nuruyla görüp sezme; ferdî ve içtimaî problemleri çözebilme istidat, kabiliyet ve fetâneti manalarına da hamledilmiştir ki, her zaman erbabı az, değeri yüksek bir vasıf olarak görülmüş ve kabul edilmiştir.

VII- ŞÛRANIN ÇALIŞMA KURALLARI

Şûra, hem idare eden hem de idare edilenler için bir haktır ve bu hakkı kullanma mevzuunda, taraflardan birinin diğerine karşı hakk-ı rüçhâniyeti yoktur.

Şûraya esas teşkil eden hususları heyete arz etmek bir sorumluluktur. İdareci bu sorumluluğu yerine getirmediğinde mes’ul olacağı gibi, idare edilenler de, fikirlerinin alınmak istendiği konularda görüşlerini bildirmediklerinde mes’ul olurlar.

Şûranın, Allah rızası için ve Müslümanlar yararına yapılması, rüşvet, baskı ve tehditlerle istişare heyetinin düşünce çizgisinin saptırılmasına meydan verilmemesi önemli bir esastır.

Meşverette her zaman icmâ olmayabilir; herkesin görüşünün tek bir noktada toplanmadığı durumlarda, ekseriyetin düşünce ve kanaatine göre amel edilir. İslâm’a göre ekseriyet icmâ hükmündedir.

İster icmâ kararıyla, ister çoğunluğun görüşüne göre olsun, şûrâ, usûlüne göre cereyan etmişse, üzerinde anlaşılan görüşe muhalefet etmek câiz değildir ve alternatif düşünceler ileri sürülemez. ‘Ben farklı ve isabetli bir görüşte bulunmuştum’ veya ‘Ben muhalefet şerhi koymuştum’ gibi sözlerle alınan karar aleyhinde rey izhar etmek düpedüz bozgunculuk ve günahtır.

Şûrâyı teşkil eden heyet ihtiyaç hâsıl olunca bir araya gelir, mevcut problemleri çözmekle, mutlaka gerçekleştirilmesi lâzım gelen plân ve projelerle meşgul olur; problemleri çözüp, plân ve projeleri nihâî duruma getirecekleri âna kadar çalışmasını sürdürür…

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.