İmtihanın büyüğü

Hz. Ömer Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te, Hayber’de kurulan can pazarında kâfirlerle göğüs göğüse mücadele ederken mi; yoksa Mekke fethi sonrası onların gelip ‘biz ettik siz etmeyin’ diyerek özür dilediklerinde mi daha büyük imtihan yaşadı?

Cevabını bildiğim bir soru bu. Buna rağmen ne zamandır kafamı kurcalıyor. Sık sık aklıma düşüyor ve aklıma düştüğü anda beni benden alıp tarihin aydınlık mazisine ya da geleceğin insanı amûdî bir şekilde yükseltecek her tarafı ışıklarla aydınlatılmış zeminine götürüyor. Sonuç? Bu hayalî yolculuk: “İmtihanı kaybedenlerden eyleme Allah’ım!” duasıyla bitiyor.

Hocaefendi’nin 17 Aralık’tan beri hemen her fırsatta dile getirdiği bir husus çok dikkatimi çekiyor benim. Anahtar kelimelerle ifade edecek olursam “Süreç sürdürülemez, köprüleri yıkmayın, özür dileyecekler…” türü kastın alabildiğine açık ve meramın da çok net bir şekilde anlatıldığı düşünceler. Kimileri bunu “kendi cemaatine ümit aşılıyor” şeklinde yorumluyor. Doğrudur. Mezkûr sözler bu neticeyi hasıl eder Hocaefendi’yi kabullenen insanlarda. Ama ben daha öte bir yorumda bulunuyorum; Hocaefendi akılları, zihinleri, kalpleri, ruhları, gönülleri “özür dileme” zamanına hazırlıyor diye düşünüyorum.

O ifritten günlere kadar…

Makro değil mikro planda ele alalım. 10-20-30 bin nüfuslu bir ilçede yaşıyorsunuz diyelim. Hayatınız orada geçmiş ve geçiyor. Akrabalar, okul, mahalle ve iş yeri arkadaşlarınızla dolu bir sosyal çevreniz var. Sevinçte, kederde beraber olmuşsunuz yıllar boyu o insanlarla. Düğünlerinde birlikte gülmüş, cenazelerinde beraber ağlamışsınız. Dara düştüğünüz olmuş, imdadınıza yetişmişler verdikleri borç para ile. Ailevî problem yaşamışlar, siz imdada koşmuşsunuz bu defa. Dinî kabul ve hassasiyetleriniz hatta cemaat, tarikat vb. yapılanmalara verdiğiniz destek açısından bakılınca birçok ayrıldığınız nokta var. Ama bu ayrılık gayrılık değil. Burada ayrılığın adı farklılık ve o farklılık sizin zenginliğiniz. Çünkü farklılıklarınız sizi birbirinize dost ve arkadaş olmaktan alıkoymuyor. Ta ki 17 Aralık’a kadar.

17 Aralık sonrası o ifritten günlerde algı operasyonlarının, siyasilerin kullandığı kutuplaştırıcı dilin, seçim meydanlarını çın çın çınlatan hakaretlerin etkisiyle birden bire farklı bir atmosferde buluyorsunuz kendinizi. 30 yıllık arkadaşınız size tavır alıyor. Hiç beklemediğiniz halde size karşı hasmâne vaziyet takınıyor; selamı-sabahı kesiyor, zift medyasının ağzıyla aklına gelen her şeyi konuşuyor; yalanı dahi utandıracak yalanlarla, ithamlarla, iftiralarla sizleri, gönül verdiğiniz cemaatinizi, canınız kadar aziz bildiğiniz, saygı duyduğunuz insanları karalıyor. İnsana ‘rüya mıydı bu 30 yıllık beraberliğimiz, dostluğumuz, samimiyetimiz?’ dedirtecek bir tavra giriyor.

Şimdi yukarıda dile getirdiğim düşünceye geleyim; işte süreç bittiğinde bu arkadaşınızın birden bire karşınıza çıkıp özür dilediğini düşünün. Ben öyle zannediyorum ki o şahsa karşı yaşananlar sanki yaşanmamış gibi davranmak, bağrını açıp sarılmak o kadar kolay olmasa gerek. Son tahlilde insanız hepimiz. Kabil-i iltiyam olmayan yaralar açılmış durumda şu anda kalplerde. Nice nice kırıklar var gönüllerde. Takdir edersiniz ki bunların iyileşmesi zaman alır. Bu yüzden Hocaefendi’nin “Sürdürülemez, köprüleri atmayın, özür dileyecekler.” beyanlarını, geleceğe doğru birlikte el ele, kol kola yeniden yürüyebilmek için zihnî ve kalbî bir hazırlık olarak görüyorum.

Sadece bu mu? Hayır; sohbetleri dikkatlice dinleyecek, verilen mesajlara mikroskopla bakacak olursanız “şahsî hakların helal edilmesi” bağlamında söylediği sözler de burada ayrıca dikkate alınmalı. Bakın 15 Kasım 2014 günü oradaydım. Yaptığı sohbette verdiği mesajları sadece ana başlıklar halinde vereyim. “Allah’ın ahlakı ile ahlaklanın. İlahî ahlak, suçluları hemen cezalandırmaz. Onlara pişmanlık, tövbe ve suçlarından, günahlarından geri dönme imkânı verir. Eğer hemen cezalandıracak olsaydı yeryüzünde bir tane ‘dâbbe’ kalmazdı. Tersinden düşünelim, işlediğimiz bir hatadan dolayı hemen kendimizin cezalandırılmasını ister miyiz?.. Kur’an’da ‘kesb’ kelimesi kullanılır suçlar, günahlar için. İçtihat hatasını akla getirir bu kelimenin kullanılması. Öyleyse biz kendimize bakalım, belki farkında olmadan nice haksızlıklar yapmışızdır… Bakara Sûresi’nin son ayetinde ‘Hata ettiysek veya unuttuysak bizi bağışla.’ diye dua ediyoruz… Adem (as) hata ediyor ve peşinden tövbe ediyor. Sonra Allah onu seçkin kullarından kılıyor… Firavun’a giden Hz. Musa’ya bile Allah ‘yumuşak bir dil kullan’ diyor. Belki o zaman gönlü haşyet ile dolar ve düşünmeye başlar. Halbuki Allah, Firavun’un nasıl davranacağını biliyor… Hz, Yusuf’un kardeşlerine olan tavrını hatırlayın… ve Mekke fethinde Efendimiz’in (sas) Mekke müşriklerini affetmesini…”

‘Vicdanınızı engin tutun’

Devam edebilirim ama maksat anlaşıldı umarım. Topluma saçılan kin ve nefret tohumlarının yeşermemesi için gösterilen çabanın adıdır bu beyanlar. Nitekim şu sözler Hocaefendi’ye ait: “Kinlerin, nefretlerin tevarüs etmemesi lazım.” Ne yapılacak o zaman? Zor ama dedikleri ortada. Devam edeyim isterseniz: “Halk tabiriyle es geçin. Vicdanınızı engin tutun. Herkesi içine alacak şekilde genişletin. Görmezlikten gelin. Hiç olmamış gibi davranın. ‘Şu şu sebeplerle yapmıştık, özür dileriz’ derlerse tebessümle karşılayın, hatırlamıyoruz, böyle mi davranmıştınız deyin. Bence insana yakışan budur; çünkü İlahî ahlâk budur. Kur’an ahlâkı budur. Hz. Aişe validemizin ‘O’nun ahlâkı Kur’an’dır.’ sözleriyle tarif ettiği Peygamber ahlâkı budur. İşte bu İlahî ahlâkın, bu Kur’an ahlâkının, bu Peygamber ahlâkının realize edilmesine, tabiatımızın bir derinliği haline getirilmesine, hayatın içinde yaşanılmasına ve bunların bizim için olmazsa olmaz hale gelmesine ihtiyaç var.”

Başa döneyim. Hz. Ömer dedim, siz Hz. Ömer ile birlikte mücadele veren yüzlerce insanı da işin içine katarak düşünün; onlar İslâm davası uğruna kâfirlerle, zalimlerle yaka-paça mücadele ederken mi daha çok zorlandılar; yoksa aynı kişilerin Mekke fethi sonrası diledikleri özür esnasında mı? Yanlış anlamaları önlemek adına bir izahta bulunayım; burada yaptığım teşbih, teşbih-i mürekkeptir, teşbih-i mufarrak değil. Bu ikisi arasındaki farkı bilmeyenlerin ‘bak şunları kâfirlere, zalimlere benzetti’ yaygarasına kulak asmayın.

Hasılı, yakın, orta ve uzak gelecekte çok zor günler bizleri bekliyor. Şimdi haksızlıklar, hukuksuzluklar, zulümler karşısında mücadele etmek kolay. Batırılmak istenen bankanın batmaması için arabayı satıp parasını bankaya yatırmak; Kimse Yok mu için gönüllü faaliyetlere inadına katılmak; malî teftişlerde servetini kaybetme pahasına dik durmak kolay; asıl zorluk bunlar yanlışmış deyip özür dileme adına kapınıza geldiklerinde yaşanacak. Onun için Hocaefendi şimdiden “Aman ha!” diyor; o zaman gösterilecek hissî ve fevrî tavırların önünü sohbetlerindeki bu vurgularla yapmaya çalışıyor.

Ne yapalım; yıllar önce dediği ve benim de kitabıma isim olarak verdiğim gibi “Bize de Çekmek Düştü.”

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.